20 Aralık 2012 Perşembe

Müminlere Yapılan Baskılar


Müminlere Yapılan Baskılar

Üstteki mümin özelliklerinde aslında iki ayrı konu vardır:
Birincisi, Allah'a kulluk etmek, fedakarlık, mütevazilik gibi müminlerin kendilerinin sahip olduğu güzel özellikler.
İkincisi, inkar edenlerin onlarla alay etmesi, onlara tuzak hazırlaması gibi kendi ellerinde olmayan özellikler. Aslında bu ikinci tür özellikler, samimi mümini tanımada son derece önemlidir. Çünkü birinci türün önemli bir bölümü "taklit edilebilir" özelliklerdir. Örneğin bir münafık da, çıkarlarına uygun olduğu için 5 vakit namaz kılabilir, bazı fedakarlıklar yapabilir. Ama ikinci tür özellikler "taklit edilemez" özelliklerdir. İnkar edenler, ancak gerçek bir mümine baskı uygulamaya çalışırlar.
Bu nedenle, müminleri değerlendirirken bu ikinci tür özelliklere de çok önem vermek gerekir. Bir topluluğun gerçekten salih mümin topluluğu olup olmadığını anlamak için Kuran'da Allah'ın değişmez kanunu olarak bildirilen bu kıstaslara bakılmalıdır.
Müslümanlara yapılan sözlü baskı ve iftiraları değerlendirirken, önceki Müslümanların başından geçenler temel başvuru kaynağımız olmalıdır. Çünkü Allah Kuran'da, önceki müminlerin karşılaştıkları zorlukları ve maruz kaldıkları karalama yöntemlerini detaylı olarak anlatmakta ve şöyle bildirmektedir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?... (Bakara Suresi, 214)
Kuran'da "öncekilerin başına gelenler"in detaylarıyla anlatıldığı ayetlerde ise, oldukça dikkat çekici bir hususla karşılaşırız. Görürüz ki, peygamberlere ya da müminlere düşman olanlar, onlara saldırırken genellikle "Bu insanlar Allah'a iman ediyorlar, O'nun hoşnutluğunu arıyorlar" ya da "Bu insanlar bizim gibi ahlaksız değiller, yüksek bir ahlaka sahipler" gibi sözler söylememektedirler. Tam tersine müminleri, kendi akıllarınca "karalama"ya çalışmakta, onları en olmadık suçlamalarla itham etmektedirler.
Elbette "Biz Allah'a başkaldırdık, hiçbir ahlaki sınırı tanımıyoruz ve çıkarlarımıza aykırı düşen bu insanları ezmek istiyoruz" demeyeceklerdir. "Bunlar Allah'ın hükümlerini uygulayan vicdanlı insanlar, bizse sınırı aşmış zalimleriz" gibi bir itirafta da bulunmayacaklardır. Tam tersine kendilerini "iyi ahlaklı ve akıllı" ideal insanlar olarak gösterip, müminleri karalayarak saldırılarına kendilerince meşru zemin hazırlamaya çalışacaklardır. Kuran'da "öncekilerin başına gelenler"in anlatıldığı kıssalarda, inkar edenlerin hep bu yöntemi izlediklerini görürüz.
Sözgelimi Hz. Nuh (as), gönderildiği toplumu -tüm peygamberler gibi- yalnızca Allah'a kulluk etmeye çağırmıştı. Yalnızca Allah'a kulluk üzerine bina edilmiş bir düzen ise, elbette batıl sistem sayesinde güç ve statü elde etmiş olan kavminin "önde gelenleri"nin çıkarlarına ters düşmüştü. Ama bu "önde gelenler" elbette "bu kişinin istedikleri çıkarlarımıza ters düşüyor" dememişlerdir. Tam tersine, Hz. Nuh (as)'ı -büyük bir iftirada bulunarak- çıkar peşinde koşmakla, "makam ve mevki" kazanmaya çalışmakla suçladılar. Rabbimiz bu durumu ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: "Ey Kavmim, Allah'a kulluk edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?" Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış önde gelenler dediler ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor..." (Müminun Suresi, 23-24)
Aynı akılsızca suçlama Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)'a da yapılmıştır. Ayette haber verildiği üzere, Firavun ve çevresi onlara; "... Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz." (Yunus Suresi, 78) demişlerdir.
Müminlere atılan iftiralar daha farklı boyutlara da varabilir. Tarih boyunca Allah'ın elçileri, etraflarındaki müminleri "büyüleyip-kandırmakla" suçlanmışlardır:
Dediler ki: "Bunlar (Musa ve Harun) her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler." (Taha Suresi, 63)
... Kafirler dedi ki: 'Bu yalan söyleyen bir büyücüdür'. (Sad Suresi, 4)
Müslümanları karalamaya çalışanlar, kendi özelliklerini müminlere aitmiş gibi göstermeye çalışırlar. Öyle ki, Hz. Nuh (as) gibi mübarek bir insan için "çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık" (Kamer Suresi, 25) bile diyerek, aslında kendilerinin yalancı olduklarını ispatlamışlardır.
Sık sık gündeme getirilen bir başka iftira ise "delilik" suçlamasıdır. Aslında bu suçlamanın ardında yatan önemli bir kavrama eksikliği vardır. İnkar edenler, "Allah'ın rızasını kazanmak" gibi bir kavrama sahip olmadıklarından, müminlerin yalnızca bu amaca yönelmiş olarak hareket ettiklerini kavramakta zorlanırlar. Gerçekte hiçbir çıkar gözetmediklerini bildikleri müminlerin, bütün hayatlarını Allah'ın rızası uğruna yaşamalarına kendi çarpık bakış açıları nedeniyle anlam veremezler. Onların batıl düşünce yapılarına göre, böylesine idealist bir tavır olsa olsa "delilik"tir. Nitekim bu iftirayı geçmişte sık sık kullanmışlardır. Ayetlerde haber verildiği üzere, Firavun, Hz. Musa (as) için, "Şüphesiz ki size gönderilmiş olan elçiniz gerçekten bir delidir" (Şuara Suresi, 27) demiş; kavmi, Hz. Nuh (as)'ı yalanlarken o bir "delidir" (Kamer Suresi, 9) iddiasında bulunmuştur.
Müminler bunların yanında fuhuş iftirasıyla da suçlanmıştır. Hz. Yusuf (as) ve tüm mümin kadınlara örnek olarak gösterilen Hz. Meryem (as), bu iftirayla karşılaşmış mübarek insanlardandır. Çoğu peygamber "şaşırmışlık ve sapmışlık" (Araf Suresi, 60) iftirasına maruz kalmıştır.
Bütün bunların "öncekilerin başına gelmiş" ve bitmiş olaylar olduğunu düşünmek elbette son derece yanlış olur. Allah Kuran'da aynı şeylerin diğer müminlerin başına gelebileceğini de haber vermektedir. Dolayısıyla aynı suçlama ve karalamalarla, hak dini savunan ve böylelikle din ahlakından uzak çevreleri rahatsız eden her mümin karşılaşabilir.
Müslümanlar hakkında söylenenlerin, her zaman bu tür bir karalama kampanyasının parçası olabileceği göz önünde bulundurulmalı ve Rabbimiz'in aşağıdaki ayetinde emrettiği gibi, "fasık" (doğru yoldan sapmış)ların getireceği bu tür haberlere "etraflıca araştırmadan" itibar edilmemelidir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz. (Hucurat Suresi, 6)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder