20 Aralık 2012 Perşembe

"Cahiliye" Toplumunda İnsan Değerlendirmenin Ölçüsü

"Cahiliye" Toplumunda İnsan Değerlendirmenin Ölçüsü
Salih müminler için, insanları değerlendirmenin ölçüsü "takva"dır (Allah'tan korkup-sakınma ölçüsü, Allah'a yakınlık). İman sahibi olmayanların oluşturduğu cahiliye toplumunda ise, insanlar hem kendilerini hem de diğer insanları büyük ölçüde "para" kıstasına göre değerlendirirler.
Durum böyle olunca, cahiliye toplumunda pek çok çarpık mantık ortaya çıkar;
-Bol parası olan biri, son derece basit ve ahlaksız da olsa, "cahiliye" toplumunda saygı görecektir.
-Toplumda oluşan bu kural nedeniyle, söz konusu "paralı ama ahlaksız" kişi de kendisinin çok "saygıdeğer" bir kişi olduğunu sanacaktır.
-"Para" böylesine önemli bir kıstas olunca, "parasız" olanlar da otomatik olarak, "paralı"ların tam tersine belirli bir eziklik ve güvensizlik duygusu yaşayacaklardır. Özellikle "paralı"ların yanında, "parasız" olanların bu tavrı hemen belli olur. Maddi durumu kötü olan kişi, belki karşısındaki zenginin son derece ahlaksız ve basit bir kişi olduğunu, kendisinin ondan ahlaken daha üstün olduğunu fark edecek, ama o da hala "cahiliye"nin değer yargılarının etkisinde olacaktır: "Parasız" olmanın getirdiği ezikliği kolay kolay yenemeyecektir.
-Paranın bu kadar önemli kıstas olduğu cahiliye toplumunda, doğal olarak büyük bir ahlaki dejenerasyon yaşanacaktır. Rüşvet, yolsuzluk, sahtekarlık gibi kavramlar günlük hayatın bir parçası haline gelecektir. Bu cahil insanlara göre en büyük değer para olduğu için, parayı elde etmeye yarayan her yöntem, ne kadar ahlaksız ve adaletsiz de olsa, meşruiyet kazanacaktır.
Kuran'daki Karun kıssası ile, Allah, cahiliye toplumunun söz konusu "para merkezli" olma özelliğini en güzel biçimde şöyle anlatır:
Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz" demeye başladılar. İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 76-83)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, Karun ve ona özenenler klasik bir cahiliye toplumudur. Tüm mülkün Allah'ın olduğunu ve Allah'ın, mülkü dilediğine verdiğini kavrayamamışlardır. Karun, kendisine verilen mülkün "onda olan bir üstünlük nedeniyle" verildiğini sanmaktadır. Oysa;
-Herşeyin Yaratıcısı Allah olduğuna göre, herşeyin gerçek sahibi de O'dur. İnsanlar, tümü Allah'a ait olan bu mülke yalnızca geçici bir süre için "emanetçi" derecesinde sahip olabilirler.
-İnsanlara verilmiş olan nimetler, onlarda olan bir üstünlük ya da özellikten dolayı değil yalnızca bir nimet ve imtihan olarak verilmiştir. "Gururlanmak" için değil, "şükür" etmek için verilmiştir. Eğer bu anlaşılamazsa, sahip olunan mülk, hem dünyada ve hem de ahirette insana mutluluk ve kurtuluş getirmeyecektir.
-Mülk, cimrilik ederek "biriktirip-yığmak" için değil, Allah rızası için kullanılmak üzere verilir. Böyle yapmayanların sonunu Allah Kuran'da şöyle bildirir:
Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 180)
-Mümin Allah'ın verdiği mülkü, akılcı bir biçimde, Allah rızası için harcarken, bunun bitip-tükeneceğinden de korkmamalıdır. Rabbimiz Kuran'da bu tehlikeye dikkat çekip, şeytanın insanı "fakirlikle korkuttuğu" (Bakara Suresi, 268) hatırlatmıştır, ve Kendi yolunda harcanan (infak edilen) malın yerine, bir başkasını vereceğini de bildirmiştir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip-yayar ve ona kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe Suresi, 39)
Yukarıda bahsettiğimiz Karun kıssası aslında cahiliye toplumlarının genel bir karakterini ortaya koymaktadır. Ayetlerde haber verildiği gibi, Karun aslında "cahiliye" toplumunda bulunan bir karakteri temsil etmektedir. Bu karakter, cahiliye toplumu içinde zenginliği ve itibarıyla dikkati çeken bazı kimselerdir.
Ayetlerde ayrıca Karun'a özenenler anlatılmaktadır. Bunlar da Karun'la aynı cahil anlayışı paylaşmakta, mülkün sahibinin Allah olduğunu anlayamamaktadırlar. Dolayısıyla Karun'u ve sahip olduklarını gözlerinde büyütmektedirler.
Cahiliyenin telkininden kurtulmuş olanlarsa yalnızca müminlerdir. Onlar;
-Kıstaslarının para değil, iman olduğunu ve mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu kavramış oldukları için, Karun'un özenilecek değil, acınacak durumda olduğunu görebilmişlerdir.
-Cahiliye toplumunun üyeleri gibi, ancak Karun'un mülkü yok olduktan sonra "Demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır" dememişler, aynı gerçeği baştan görüp-bilmişlerdir.
Benzer bir durum, Allah'ın Kehf Suresi'nde anlattığı "bahçe sahipleri"nde de görülür. Kendisine bol nimet ve mülk verilip de aynı Karun gibi kendini bunların gerçek sahibi sanan insanla, Allah'a iman eden O'ndan korkup-sakınan mümin arasındaki farkı Rabbimiz ayetlerde şöyle anlatır:
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam. Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan. Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir. Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin."(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) ovuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım."Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır. (Kehf Suresi, 32-44)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder