30 Ocak 2014 Perşembe

Evrimin Fosillere Yenilişi

Evrimin Fosillere Yenilişi

Giriş

Bir bitki ya da hayvanın eski jeolojik çağlardan bu yana yerkabuğunda korunmuş olan kalıntılarına ya da izlerine fosil denir. Yeryüzünün her tarafından derlenmiş olan fosiller, yaşamın başlangıcından bu yana yeryüzünde yaşamış canlılar hakkında bilgi veren en önemli kaynaktır.
Hava ile teması ani bir şekilde kesilen canlıların iskeletleri, bozulmadan günümüze kadar ulaşır. Fosillerin araştırılması, soyu tükenmiş hayvanlar ve bitkiler konusunda bilgilenmemizi sağlar. Bu bilgiler hangi zaman dilimlerinde hangi canlıların yaşadıkları hakkında da bilgi verir.

Yukarıda, altta soldaki resimde dört kanatlı bir böcek fosili, Eosen dönemine ait (54 milyon yıl önce) Sağında, Arı fosili, (24 milyon yıllık Dominik amberi) Sağ üstte, 25 milyon yıllık Termit fosili
Yüzlerce milyon yıllık fosil örnekleri, evrimciler için, kendi teorilerine uygun şekilde kullanabilecekleri birer malzemedir. Evrimciler bir fosili alır, bunu günümüz canlılarından biriyle ilişkilendirir ve bu fosilin söz konusu canlının atası olduğunu iddia ederler. Bunun üzerine oldukça ilginç ve detaylı senaryolar kurarlar. Söz konusu fosil bir balıksa, sözde bu fosilin "sadece birkaç kemiğinden" ilkel bazı özelliklere, yeni gelişmekte olan organlara, dönüşüm geçiren ara geçiş uzuvlarına sahip olduğunu iddia ederler. Bu canlı üzerine kitaplar yazar, konferanslar düzenler, bunu "yıllarca" aradıkları ara geçiş fosili olarak sergileyip dururlar.
Ta ki, bu fosilin canlı bir örneği karşılarına çıkıncaya kadar!
Bir canlının milyonlarca yıl önce yaşadığı bilinen halinin günümüzde bilim adamlarının karşısına canlı olarak çıkması, evrimcilerin ürettiği tüm masalları  altüst eder. Bu durum, evrimcilerin iddialarına göre milyonlarca yıl boyunca evrim geçirmiş olması gereken canlının, her nasılsa, bu hayali evrim sürecine hiç maruz kalmadığını gösterir. Dahası, evrime göre, tamamen ilkel canlıların yaşamış olması gereken bir dönemde, son derece kompleks özellikleriyle, tam olarak gelişmiş ve tümüyle o canlıya has yapılara sahip varlıkların bulunduğunu kanıtlar. Evrimcilerin "ilkel" zannettikleri canlı, hiç de ilkel değildir. Yani "tek hücreliden dönüşüm", "ara geçiş formu" ve "ilkel canlı" iddialarının geçersizliği, aldatıcılığı anlaşılmıştır. Özetle, "aşamalı evrim süreci"nin bir hikayeden ibaret olduğu, önemli bir delil ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Bu örnekle sergilenen tek bir gerçek vardır. Canlılar, evrim teorisinin hayali süreçleriyle oluşmamış, bir anda yaratılmışlardır. Yaratılış gerçeği, canlıların geçmişten kalan kusursuz izleri ile bir kez daha sergilenmiştir. Günümüzde tüm mükemmel özellikleriyle Allah'ın üstün sanatının tecellilerini oluşturan canlılar, günümüzden yüz milyonlarca yıl önce de aynı ihtişam ve mükemmelliğe sahiptirler. Yaratılış gerçeği, evrimcilerin hiç beklemedikleri şekilde, tüm evrimci spekülasyonları ve iddiaları ortadan kaldırarak, en mükemmel haliyle gözler önüne serilmiştir.
"Yaşayan fosiller", yeryüzündeki canlıların tümünün yoktan yaratıldıklarının, her birinin Allah'ın eşsiz birer mucizesi olarak kompleks ve üstün özelliklere sahip olduklarının bir delilidir. Bunun anlamı, milyonlarca yıl önce evrimcilerin iddia ettikleri hayali  gelişim sürecinin yaşanmadığıdır. Hayali ara geçiş örnekleri, hayali senaryolarıyla beraber yok olup gitmektedir.

Fosil Kayıtlarına Göre Türlerin Kökeni Yaratılış

Evrim teorisinin iddiasına göre, yeryüzündeki canlı türleri ortak bir atadan, küçük değişiklikler sonucunda türemişlerdir. Diğer bir deyişle, teoriye göre, canlı türleri birbirinden kesin farklılıklarla ayrılmamakta, süreklilik göstermektedir. Ancak, doğada yapılan gözlemler, ortada iddia edildiği gibi bir süreklilik olmadığını göstermiştir. Canlılar dünyasında görülen, birbirinden belirgin değişikliklerle ayrılan, farklı kategorilerdir. Omurgalı paleontolojisinde uzman olan evrimci Robert Carroll, bunu Patterns and Processes of Vertebrate Evolution (Omurgalı Evriminin Örnekleri ve Süreçleri) adlı kitabında şöyle itiraf eder:
Bugün dünya üzerinde neredeyse kavranamayacak kadar çok sayıda tür yaşıyor olmasına rağmen, bunlar birbirinden güçlükle ayırt edilebilen ara formlardan oluşan sürekli bir dağılım oluşturmazlar. Bunun yerine, türlerin neredeyse tamamı, birbirinden belirgin şekilde farklı temel gruplara aittirler.1
Evrim, tarihte yaşandığı iddia edilen bir süreçtir ve bizlere canlılığın tarihi hakkında bilgi verecek yegane bilimsel kaynak da fosil bulgularıdır. P. Grassé, bu konuda şunları söyler:
Doğa bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar… Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.2
Fosil kayıtlarının bu konuda bize ışık tutabilmesi için de, evrim teorisinin öngörüleri ile fosil bulgularını birbirleriyle karşılaştırmamız gerekir.

Evrimciler hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen, kuşların sürüngenlerden türediğini iddia ederler. Elbette ki böyle bir dönüşümün gerçekleşmiş olması mümkün değildir. Mükemmel bir yaratılışa sahip olan kuş tüylerinin, dinozor pullarından nasıl oluştuğuna ise asla akılcı ve bilimsel bir açıklama getiremezler.
Evrim teorisine göre sözde bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre, bu dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Geçmişte yaşamış olduklarına inanılan bu teorik canlılara "ara geçiş formu" adı verilir.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa, bunların sayılarının ve türlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Bu gerçek, Darwin tarafından da kabul edilmiştir ve Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabında bunu şöyle açıklamıştır:
"Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş türleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.3
Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Difficulties on Theory" (Teorinin Zorlukları) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.4
Darwin'in, bu büyük açmaz karşısında öne sürdüğü tek açıklama ise, o dönemdeki fosil kayıtlarının yetersiz olduğuydu. Darwin, fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, kayıp ara formların mutlaka bulunacağını iddia etmişti.

Fosil Kayıtlarının Yeterliliği




210 milyon yıllık kemikli balık fosili ve 33.7-53 milyon yıllık kurbağa fosili



55-35 milyon yıllık yengeç fosili ve 135 milyon yıllık bir tür deniz yıldızı fosili





355-295 milyon yıllık örümcek fosili ve 300 milyon yıllık kaplumbağa fosili


Acaba ara form fosillerinin yokluğu karşısında, Darwin'in 140 yıl önce savunduğu "ara formlar şimdi yok, ama yeni araştırmalarla bulunabilir" iddiası hala geçerli midir? Bir başka deyişle, yapılan tüm fosil araştırmalarının sonucuna bakarak, ara formların gerçekte hiçbir zaman yaşamadıklarının kabul edilmesi mi gerekir, yoksa yeni araştırmaların sonuçları mı beklenmelidir?
Bu soruya verilecek cevabı, elbette elimizdeki fosil kayıtlarının zenginliği belirler. Paleontolojik verilere baktığımızda ise, fosil kayıtlarının olağanüstü derecede zengin olduğunu görürüz. Dünyanın farklı bölgelerinden elde edilmiş milyarlarca fosil örneği vardır.5 Bu fosillere bakılarak, 250 bin farklı canlı türü tanımlanmıştır ve bunlar, şu anda yaşamakta olan yaklaşık 1.5 milyon türe olağanüstü derecede benzerdir.6 (Yaşamakta olan bu 1.5 milyon türün 1 milyon kadarı böceklere aittir.) Ancak bulunan sayısız fosil örneği arasında hiçbir hayali ara-geçiş formu fosili bulunamamıştır. Zengin fosil kayıtlarına rağmen bulunamayan ara formların, yeni kazılarla bulunması ise mümkün gözükmemektedir.

Yeryüzündeki bütün canlılar, tüm kompleks ve üstün özellikleriyle bir anda var olmuşlar, yani yaratılmışlardır. Evrimcilerin iddia ettikleri gibi canlıların birbirinden türediğini gösteren tek bir bilimsel delil dahi bulunmamaktadır.
Glasgow Üniversitesi paleontoloji profesörü T. Neville George, bu gerçeği yıllar önce şu şekilde kabul etmiştir:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkânsız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir.7
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Müdürü ünlü paleontolog Niles Eldredge ise, Darwin'in "fosil kayıtları yetersiz, ara formları o yüzden bulamıyoruz" iddiasının geçerli olmadığını şöyle açıklamaktadır:
Tüm deliller, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu sonucun doğru olduğunu göstermektedir: (Fosil kayıtlarında) gördüğümüz boşluklar, hayatın tarihindeki gerçek olayları yansıtmaktadır, bunlar yetersiz bir fosil birikiminin sonucu değildir.8
Robert Wesson ise, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki boşlukların gerçek ve olgusal" olduklarını şöyle açıklamaktadır:
Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soy oluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiçbir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir.9
Bu durum, evrim teorisinin 140 yıldır öne sürdüğü "ara form fosilleri bulunmuş değil, ama ileride bulunabilir" argümanının artık geçerli olmadığını göstermektedir. Fosil kayıtları canlılığın kökenini anlamak için yeterince zengindir ve bu gerçek karşımıza somut bir tablo çıkarmaktadır: Farklı canlı türleri, aralarında hayali evrimsel "geçiş formları" olmadan, yeryüzünde bir anda ve farklı yapılarıyla, ayrı ayrı ortaya çıkmışlardır.

Fosil Kayıtlarının Gösterdiği Gerçek


45-50 milyon yıllık Ağustos böceği fosili
Amber içindeki 24 milyon yıllık tırtıl fosili, tırtılların tarih boyunca hep aynı şekilde var olduklarının yani hiçbir evrim geçirmediklerinin bir delilidir.
Peki on yıllardır toplumların bilinçaltlarına yerleşen "evrim-paleontoloji" ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Neden çoğu insan, fosil kayıtlarından söz edildiğinde, bu kayıtlar ile Darwin'in teorisi arasında olumlu bir bağlantı olduğu izlenimine kapılmaktadır? Bu soruların cevabı, ünlü bilim dergisi Science'daki bir makalede şöyle açıklanır:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi yanlış bir fikre kapılmıştır. Bu büyük olasılıkla, ikincil kaynaklardaki olağanüstü basitleştirmeden kaynaklanmaktadır; alt seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düşünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmiştir.10
N. Eldredge ve Ian Tattersall ise bu konuda şu önemli yorumu yaparlar:
Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise, gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur... Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının, Darwin'in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir.
Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.11
Amerikalı paleontolog S. M. Stanley ise, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu bu gerçeğin, bilim dünyasına hakim olan Darwinist dogma tarafından nasıl göz ardı edildiğini ve ettirildiğini şöyle anlatır:
Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle uyumlu değildir ve hiçbir zaman da uyumlu olmamıştır. İlgi çekici olan, birtakım tarihsel koşullar aracılığıyla, bu konudaki muhalefetin gizlenmiş oluşudur... Çoğu paleontolog, ellerindeki kanıtların Darwin'in küçük, yavaş ve kademeli değişikliklerin yeni tür oluşumunu sağladığı yönündeki vurgusuyla çeliştiğini hissetmiştir... ama onların bu düşüncesi susturulmuştur.12
Şimdi, fosil kayıtlarının şimdiye dek "susturulmuş" olan gerçeğini biraz daha detaylı inceleyelim.

DİPNOTLAR

1. Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 9
2. Pierre Grassé, Evolution of Living Organisms. New York, Academic Press, 1977, s. 82
3. Charles Darwin, The Origin of Species, 1 b., s.179
4. Charles Darwin, The Origin of Species, 1 b., s.172
5. Duane T.Gish, Evolution: Fossils Still Say No, CA, 1995, s.41.
6. David Day, Vanished Species, Gallery Books, New York, 1989.
7. T. N. George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress, vol. 48, January 1960, s.1
8. N. Eldredge and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s.59
9. R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s. 45
10. Science, July 17, 1981, s. 289
11. N. Eldredge ve I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46
12. S. M. Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of Species, Basic Books Inc. Publishers, N.Y., 1981, s.71

27 Ocak 2014 Pazartesi

50 Maddede Evrim Teorisinin Çöküşü

41- Kemik Hücrelerinin Kalsiyum YakalamaYeteneği Tesadüfen Oluşamaz

Kemikler kalsiyum ve fosfor gibi hayati maddeleri depolar, herhangi bir durumda ihtiyaç olduğunda depoladıkları bu maddeleri vücuda  geri verirler. Gözü veya herhangi bir duyu organı olmayan bir kemik hücresi, kanda bulunan binlerce değişik madde arasından kalsiyumu ve fosforu kolaylıkla ayırt eder. Sonra hiç şaşırmadan bu atomları yakalar.Bir insan dahi önüne koyulan kalsiyum, fosfor, demir, çinko gibi farklı element tozlarını -eğer bu konuda bir eğitim almamışsa- ayırt edemez.
Ayrıca kemik hücresi kendisine "kalsiyum depola" emri (Kalsitonin hormonu) geldiğinde bu emre hemen itaat eder. Eğer kendisine "depoladığın kalsiyumu bırak" emri (Parathormon hormonu) gelirse, bu emre de itaat    eder. Kemik hücresi yüksek şuur, kabiliyet, sorumluluk ve disiplin anlayışıyla gece gündüz görevine devam  eder. Özel yetenekleri olan bu hücrelerin tesadüfen oluşamayacakları çok açık bir gerçektir.

42- Midedeki Kusursuz Tasarım

Besinleri ve onların içerdiği protenleri sindirebilmek için midede çok güçlü asitler salgılanır. Bu asitler tıraş bıçağını dahi sindirebilecek güçtedir. Peki bu asitler, kendisi de proteinlerden oluşan mideye nasıl olup da zarar vermezler? Bunun cevabı, insan vücudundaki benzersiz tasarım örneklerinden birinde gizlidir. Midenin girintili çıkıntılı duvarlarının derinlikleri sayesinde, mide kendi kendini sindirmez.
Mide duvarlarındaki bu derin çukurlarda birbirinden farklı özelliklere sahip hücreler yer alır. Hassas bir denge içinde, midedeki birtakım hücreler asit salgılarken, bu hücrelerin yanıbaşında bulunan başka hücreler de yapışkan bir sıvı salgılar. "Mukus" isimli bu sıvı midenin yüzeyini örter ve mide duvarını asitlere karşı bir kalkan gibi korur ve enzimlerin mideye zarar vermesini engeller. Peki mide için bu akılcı önlemi alan karar merkezi, hücreler veya atomlar olabilir mi? Elbette ki hayır. İnsan vücudunun her özelliği, kusursuz bir yaratışın delilidir.

43- Evrim Teorisinin Açmazlarından Biri: Bilgi Teorisi

Evrimcilerin açıklayamadıkları konulardan biri canlılıktaki bilgidir. Çünkü bilgi asla maddeye indirgenemez.
Örneğin bir kitap kağıttan, mürekkepten ve içindeki bilgiden oluşur. Kağıt ve mürekkep maddesel bir şeydir, ancak kitabın içindeki bilgi maddesel değildir.
Eğer bir madde bilgi içeriyorsa, o zaman o madde, söz konusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmiştir. Örneğin, her kitaptaki bilginin kaynağı, o kitabı yazmış olan yazarın zihnidir.
Canlıların DNA'larında da son derece kapsamlı bir bilgi bulunur. 20. yüzyılda bilim DNA'daki bilginin, materyalistlerin iddia ettiği gibi, maddeye indirgenemeyeceğini ortaya çıkarmıştır. DNA'daki bilgi, üstün bir Aklın ve sonsuz bir İlmin eseridir. Canlılığın kökeninde yer alan bu olağanüstü bilgi, materyalist felsefeyi çökertirken, alemlerin Rabbi olan Allah'ın apaçık varlığına sayısız deliller sunmaktadır.

44- İnsan Embriyosunda Solungaçlar Vardır Yalanı

Bu iddia, evrimci biyolog Ernst Haeckel tarafından 20. yüzyılın başında yapılan bir bilim sahtekarlığına dayanmaktadır. Haeckel, evrime delil oluşturmak için, insan, tavuk, balık gibi canlıların embriyolarını yanyana çizmiş, ancak bu çizimler üzerinde çarpıtmalar yapmıştır. Bugün tüm bilim dünyası bunun bir sahtekarlık olduğunu kabul etmektedir. Haeckel'in "solungaç" diye gösterdiği yapı, gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcıdır.

DNA

45- Moleküler Kıyaslamalar

Evrim Teorisine Delil Oluşturmamaktadır
Evrimciler, farklı canlı türlerinin DNA şifrelerinin ya da protein yapılarının benzer olduğundan söz ederler ve bunu, bu canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerinin delili olarak yorumlarlar. Öncelikle belirtmek gerekir ki, canlıların temel yaşamsal işlevleri birbiriyle aynıdır, dolayısıyla benzer DNA'lara sahip olmaları doğaldır. Bu ortak bir atadan evrimleştiklerini göstermez. Ayrıca farklı türlere ve sınıflara ait canlıların DNA analizleri sonucunda elde edilen bulgular karşılaştırıldığında, canlıların DNA benzerliklerinin ya da farklılıklarının, öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da bağlantıyla uyuşmadığı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Canlılarda anatomik ya da kimyasal benzerlikler arayan ve bunu evrime delil saymaya çalışan iddialar, bilimsel bulgular karşısında geçersizdir.

46- Bakterilerin Antibiyotik Direnci Evrime Delil Değildir

antibiyotik
Evrimciler, bakterilerin bazı antibiyotiklere direnç göstermeye başlamalarını da evrime delil olarak gösterirler.
Söz konusu direnç şöyle oluşur: Bakteriler belli bir ilacın etkisine maruz kaldıklarında, ilaca dayanıksız varyasyonlar yok olur; dirençliler ise hayatta kalır ve daha fazla çoğalma imkanına kavuşurlar. Bir süre sonra, aynı bakteri türü yalnızca söz konusu antibiyotiğe dirençli olan bireylerden oluşmuş bir koloni haline gelir.
Görüldüğü gibi antibiyotik direncinin genetik bilgisi bakterinin DNA'sında en baştan beri bulunmaktadır. Yani bu direnç tesadüflerle ortaya çıkmış, sonradan kazanılmış değildir.
manzaraGökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.
(Bakara Suresi, 117)

47- Allah Canlılığı Evrimle Yaratmamıştır

Bazı kişiler hem Allah'a iman ettiklerini hem de evrim teorisine inandıklarını söylemektedirler. Oysa bu hatalı bir bakış açısıdır. Çünkü;
1. Allah'a ve Allah'ın dinine inandığını söyleyen bir insan için tek başvuru kaynağı ve rehber Kuran'dır. Kuran'da ise evrimle birlikte yaratılış olduğuna dair bir bilgi yoktur. Aksine ayetlerde canlılığın ve evrenin, Allah'ın "Ol" emriyle yoktan var edildiği bildirilmektedir.
2. Evrim teorisinin odak noktası, Yaratıcı'nın varlığının inkar edilmesidir. Darwin'den bu yana evrim teorisini savunanların hepsi bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Teori, 150 yıldır ateizmin en önemli dayanağıdır. Ateizmin en önemli dayanağı ile Allah'a iman arasında elbette bir ortaklık kurulamaz.
Ayrıca evrim teorisini kabul edilemez yapan bir diğer faktör, evrim teorisinin bilim tarafından yalanlanıyor olmasıdır. Evrim teorisi temel iddialarını bile delillendirememiştir.

48- Varyasyonlar Evrimin Delili Değildir

Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeşitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Evrimciler ise, bir türün içindeki varyasyonları evrim teorisine delil olarak göstermeye çalışırlar. Oysa varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.
Örneğin bir kedi türünü ne kadar kendi içinde türeterek zenginleştirmeye çalışırsanız çalışın, kediler hep kedi olarak kalacak, bunlar asla köpeklere dönüşmeyeceklerdir.
zürafaZürafanın yaşayabilmesi için kalbinden iki metre yukarıdaki beynine kan göndermesi şarttır. Bunun içinse olağanüstü güçlü bir kalbe ihtiyacı vardır. Allah zürafayı tam ihtiyacı olan özelliklerde yaratmıştır.

49- Davranışların Kökeni Evrim Değildir

Evrimciler tüm hayvanların ve insanların davranışında belirli bir evrimsel köken olduğunu kabul ederler. Fakat davranışların evrimi gibi bir açıklamanın gerçeklerle bağdaşan hiçbir yönü yoktur. Çünkü canlıların deneme yanılma yaparak öğrenecek, sonra bunları genlerinde bir davranış modeli olarak kaydedecek ve gelecek nesillere aktaracak akıl, şuur ve yetenekleri yoktur. Onlar yaşamlarını kurtaran savunma şekilleri, yuva kurma modelleri gibi davranış biçimlerine doğuştan sahip olurlar.
Allah her canlıyı kendine has özelliklerle ve davranış şekilleriyle yaratmaktadır. Örneğin bir kelebeğin hayatta kalabilmek için kendini daha iyi kamufle edebileceği kuru bir yaprak görünümüne sahip olmayı kendi kendine düşünüp, bunu vücudunda bir değişikliğe dönüştürmesi mümkün değildir. Ya da bir kunduzun akarsu yatağında suyun akışını kesecek kadar ileri derecede mühendislik hesapları gerektiren bir baraj inşa edebilmesi ve ilk doğduğu andan itibaren bunu yapabilmesi kuşkusuz öğrenme ile ya da doğal seleksiyon gibi bilinçsiz mekanizmalarla açıklanabilecek bir durum değildir. Canlılar, yaratıldıkları ilk andan itibaren kendilerini koruyabilecekleri birtakım özellik ve davranış biçimlerine sahip olarak doğarlar. Onlara bu özellikleri veren Allah'tır.

50- Darwinizm 20. Yüzyıla Felaket Getiren

İdeolojilerin Temelidir
Darwinizm'in temelini "yaşam mücadelesi" kavramı oluşturur. Darwinizm'in diğer önemli iki özelliği ise, insanları bir hayvan türü olarak görmesi ve Allah'ı ve dini inkar eden felsefe ve ideolojilere sözde bilimsel bir zemin hazırlamasıdır. Darwinizm'in bu özellikleri, 20. yüzyılda vahşi kapitalizm, ırkçılık, öjeni, komünizm, faşizm gibi birçok tehlikeli ideoloji ve felsefeye destek sağlamış ve onları güçlendirmiştir.
Darwinizm'in bazı çevrelerden büyük destek görmesinin bir nedeni de budur: Bu sayede barbarca katliamlar yapanlar, insanlara hayvan gibi davrananlar, milletleri birbirlerine düşürenler, ırklarından dolayı insanları hakir görenler, haksız rekabetle küçük işletmeleri kapattıranlar, fakirlere yardım elini uzatmayanlar artık kınanmayacak veya engellenemeyecektir. Çünkü onlar bunu sözde "bilimsel" bir doğa kanununa uyarak yapmaktadırlar.
Darwinizm bu nedenle son derece tehlikelidir ve günümüzde de toplumlara ve insanlığa zarar getiren ideoloji ve felsefelerin birçoğuna sözde bilimsel bir destek sağlamaktadır. Darwinizm'in bilimsel olarak çürütülmesi bu nedenle büyük bir önem taşımaktadır.

24 Ocak 2014 Cuma

50 Maddede Evrim Teorisinin Çöküşü

31- İnsan Gözü En Gelişmiş Kameradan Çok Daha Kompleks ve Kusursuzdur

İnsan gözü, 40 temel parçadan oluşur ve en gelişmiş kameradan çok daha kusursuz bir görüntü ve netlik sağlar. Gözün görebilmesi için bu 40 temel parçanın hepsinin aynı anda birden var olması ve uyum içinde çalışması gerekir. Bu parçalardan biri olmasa göz göremez. Bir kamera nasıl, kendisini oluşturan parçaların tesadüfler sonucunda biraraya gelmesiyle aşama aşama oluşamazsa, göz de aşama aşama ve tesadüflerin sonucunda oluşamaz.

32- İnsan Beyni Karmaşık ve Üstün Bir Organizasyona Sahiptir

Beyin yaklaşık 100 milyar sinir hücresinden oluşur. Beyindeki sinir hücreleri, aralarında "sinaps" denilen bağlantı noktaları sayesinde iletişim kurarlar. Her bir nöronda 10 bin sinaps bulunmaktadır. Bu, bir nöron aynı anda 10 bin farklı nöronla iletişim kurabilir demektir. İnsan beyninin içindeki sinapsların sayısının 1 katrilyon olduğu tahmin edilmektedir. (Bu 1.000.000.000. 000.000 haberleşme demektir.) Bilgisayarlardaki sinir hücrelerine denk gelen transistörlerde ise sadece 6 bağlantı noktası bulunmaktadır.
Dünyanın en hızlı işlem yapan bilgisayarları ortalama, olarak saniyede 109 işlem yapabilmektedir. Beynin hızı ise aynı işlem için 1015'tir. (saniyede 10.000.000.000. 000.000 hızında) Dahası bilgisayar hafızasının kapasitesi 1011 bit'ken (bit= bilgisayarda kaydedilebilen en küçük bilgi birimi) beyninki 1014'tür. Aradaki bu fark beynin kapasitesinin, 1000 adet bilgisayarın toplam kapasitesi kadar olduğunu göstermektedir.
Tesadüflerin, hayranlık uyandıracak bir iletişim ağı kuracak şekilde sinir hücrelerini organize etmeleri kesinlikle imkansızdır. Bu, 20. yüzyılın en büyük gelişmelerinden biri olan internet teknolojisinden çok daha kompleks ve harika bir sistemdir. Peki nasıl olur da, internet teknolojisinin veya en basit bir telefon santralinin dahi tesadüfen oluşamayacağını, bunun mühendislik, tasarım, bilgi, bilinç, akıl ve teknoloji gerektirdiğini bilen insanlar, beyindeki çok daha olağanüstü sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia edebilmektedirler?
Kuşkusuz bu, evrim teorisine körü körüne bağlılığın bir sonucudur. Önyargısız yaklaşan her insan insanın yaratılışındaki ihtişamı görebilir.
bilgisayar

Beynimizin çalışma sistemi bilgisayarlarınkinden kat kat üstündür. Beynin kapasitesi ortalama 1000 tane bilgisayarın toplam kapasitesi kadardır. Tek bir bilgisayarın tesadüfen, aşama aşama oluşması imkansızken, insan beyni gibi muhteşem bir yapının tesadüfen oluştuğunu iddia etmek büyük bir safsatadır.

33- Evrimcileri Çaresiz Bırakan Bakteri Kamçısı

bakteri kamçısıBakteri kamçısı
Bakteri kamçısı, bazı bakteriler tarafından sıvı bir ortamda hareket edebilmek için kullanılır. Bu organik motor, hücre içinde ATP molekülleri halinde saklı tutulan hazır enerjiyi kullanmaz. Bunun yerine kendine özel bir enerji kaynağı vardır: Bakteri, zarından gelen bir asit akışından aldığı enerjiyi kullanır. Kamçıyı oluşturan yaklaşık 240 ayrı protein vardır. Bilim adamları kamçıyı oluşturan bu proteinlerin, motoru kapatıp açacak sinyalleri gönderdiklerini, atom boyutunda harekete imkan sağlayan mafsallar oluşturduklarını belirlemişlerdir.
Sadece bakteri kamçısının bu kompleks yapısı dahi evrim teorisini çökertmek için yeterlidir. Çünkü kamçı hiçbir şekilde basite indirgenemeyecek bir yapıdadır. Kamçıyı oluşturan moleküler parçaların tek bir tanesi bile olmasa, ya da kusurlu olsa, kamçı çalışmaz ve dolayısıyla bakteriye hiçbir faydası olmaz. Bakteri kamçısının ilk var olduğu andan itibaren eksiksiz olarak işlemesi gerekmektedir. Bu gerçek karşısında evrim teorisinin "kademe kademe gelişim" iddiasının anlamsızlığı, bir kez daha açıkça ortaya çıkmaktadır.

34- Hafıza ve Laboratuvar Sahibi Savunma Sistemi

Antijen adı verilen bazı mikroplar ve yabancı maddeler dolaşım sistemine girerek insan için tehlike oluştururlar. Bunun üzerine savunma sistemi hücreleri antijenlere karşı "antikor" adı verilen maddeler üreterek onları yok etmeye ya da çoğalmalarını önlemeye çalışırlar.
Antikorların sahip oldukları en önemli özellik doğada var olan yüzbinlerce birbirinden farklı mikrobu tanıyıp, kendilerini onları yok etmeye yönelik olarak hazırlayabilmeleridir. Fakat asıl ilginç olan laboratuvarda oluşturularak insan vücuduna yerleştirilen yapay antijenleri bile tanıyan antikorların bulunmasıdır.
Bir hücre nasıl olur da yüzbinlerce farklı yabancı hücreyi tanıyabilir? Üstelik bunun yanısıra, yapay olarak üretilen bir maddenin de bilgisine sahip olabilir? Dahası, antikorlar yabancıya karşı kullanılacak etkili silahları da anında tespit edip üretebilirler. Bu durum, evrimcileri büyük bir çıkmaza sokmaktadır.

35- Bir Heykeltıraş Gibi Çalışan Kemik Hücreleri, Tesadüflerin Eseri Değildir

Kemikte yer alan osteoklast adlı hücrelerin görevlerinden biri kemiğin bazı bölgelerindeki  boşluklarda yıkıma yol açarak, kemiğin biçiminin ve boyunun değişmesini ve giderek erişkin boyutlara varmasını sağlamaktır. Bir yandan da kemik yüzeyindeki çıkıntıların küçülmesini sağlar. Osteoklastların kemikte yaptığı yıkım sırasında osteoblast adlı kemik hücreleri de iskeleti oluşturmak üzere yeni kemik yapmaya başlar.
Her insanda kemiklerde bulunan bu hücreler aynı görevi görürler. Hepsi kemik yüzeyini nasıl küçülteceklerini bilirler. Kafatasındaki kemiklerle uyluk kemiği arasındaki farklılıkları bilerek kemiklere nasıl şekil vereceklerini, ne zaman uzamasının duracağını, incelik ve kalınlığının nasıl olacağını bilirler. Kemik hücreleri, vücudun iskelesini, adeta bir heykeltıraş gibi, büyük bir titizlikle hazırlarlar. Her parçanın sertliğini, uzunluğunu, şeklini, girinti çıkıntılarını, birbirleriyle kesişeceği yerleri kusursuzca tasarlayan ve inşa eden bu hücrelere her adımlarını ilham eden Yüce Allah'tır.

36- Kanın Pıhtılaşmasındaki Mucize

Kanın pıhtılaşması, otoyolda meydana gelen bir kazaya acil çağrılarla yetişen devriye ve ambulansların ilk yardımlarını anımsatan bir işlemdir.
Vücudun herhangi bir bölgesinde bir kanama olduğunda ilk yardım trombosit adı verilen kan plakçıklarından gelir. Trombositler kanın içinde dağınık olarak dolaşırlar, bu nedenle kanama vücudun neresinde olursa olsun mutlaka o bölgeye yakın, devriye gezen bir trombosit vardır.
"Von Willebrand" isminde bir protein ise, kaza yerini işaret ederek yardım isteyen bir trafik polisi gibi, trombositleri gördüğünde önlerini keser ve olay yerinde kalmalarını sağlar. Olay yerine gelen ilk trombosit, aynı telsizle yardım ister gibi, bir madde salgılayarak, diğerlerini de olay yerine çağırır.
Bu arada, vücutta yer alan 20 enzim biraraya gelerek yaranın üzerinde trombin adında bir protein üretmeye başlar. Trombin sadece açık yaranın olduğu yerde üretilir. Bu, olay yerinde bulunan ilk yardım ekibinin, hasta için gereken ilacı olay yerinde imal etmesi gibi bir olaydır. Üstelik bu üretim tam ihtiyaç kadar olmalıdır. Ayrıca bu proteinin üretimi tam zamanında başlamalı ve tam zamanında durdurulmalıdır. Başlama ve durdurma emrini bu proteini üreten enzimler kendi aralarında verirler.
Yeterli miktarda trombin proteini üretildikten sonra fibrinojen adı verilen iplikçikler oluşturulur. Bu iplikçikler kanın üzerinde bir ağ meydana getirirler ve gelen trombositler bu ağa takılarak birikir. Bu birikim yoğunlaştığında ise kanın dışarı akışı durur. Burada bahsedilen enzimler, proteinler, cansız, şuursuz, kör atomların farklı şekillerde dizilmelerinden oluşmuş yapılardır. Bunların her biri, yaralanma olayının en başından itibaren bir görev üstlenerek, en acil şekilde akan kanı durdurmak için "organize olurlar". Bu atom yığınlarının böylesine bir şuur göstermesi ise kuşkusuz çok büyük bir mucizedir ve tümüyle rastlantılara dayalı olan "evrim" sürecinin ürünü elbette olamaz.

37- Tek Bir Molekülün Özellikleri Dahi Evrim Teorisini Çürütmek İçin Yeterlidir

Trombin, kanı pıhtılaştıran bir proteindir. Ancak, bu protein sürekli kanın içinde dolaşmasına rağmen, her zaman kanı pıhtılaştırarak akışını durdurmaz. Sadece damarlardan birinde kanama olduğunda pıhtılaşma gerektiğini anlar ve kanı pıhtılaştırır. Eğer trombin hiç durmadan görevini yerine getiriyor olsaydı, kandaki trombin proteinleri nedeniyle damarlardaki tüm kan pıhtılaşır ve canlı yaşayamazdı. Peki, cansız ve şuursuz atomlar, hem kanamayı durdurmak için bu proteini tasarlamış, hem de bu proteinin canlıya zarar vermesini önlemek için gerekli özellikleri düşünüp oluşturmuş olabilirler mi? Bilinçsiz atomlar, bu kadar aşamalı, detaylı ve muazzam bir bilgi ve yetenek gerektiren mekanizmaları meydana getirebilirler mi? Elbette ki hayır. Tüm bunları tasarlayan ve yaratan Yüce Allah'tır.

38- Yararlı ve Zararlı Maddeleri Birbirinden Ayırt Edebilen Kan Hücreleri

Kan, hücrelerin atıklarını toplayan bir çöp ünitesi gibidir. Atık maddeleri böbreklere taşır ve bu maddeler böbreklerde temizlenir. Hücrelerde üretilen zehirli karbondioksit gazı ise yine kan tarafından akciğerlere taşınır ve burada vücuttan atılır.
Damarlarda hareket eden kan hücreleri, son derece bilinçli bir şekilde, atık maddeleri ve yararlı maddeleri birbirlerinden ayırt edebilmekte ve hangisinin nereye bırakılacağını çok iyi bilmektedirler. Örneğin hiçbir zaman zehirli gazları böbreklere veya atık maddeleri akciğere taşımazlar. Ya da, besin ihtiyacı olan bir organa atık maddeleri götürmezler. Kan hücrelerinin, hiçbir şaşırma, karıştırma, aksatma ve hata olmadan, son derece bilinçli bir şekilde görevlerini yerine getirmeleri, onları kontrol eden, düzenleyen, organize eden bir akıl ve bilincin de varlığını göstermektedir. Kana tüm bu özellikleri verenin ve kusursuz bir sistem yaratanın üstün kudret sahibi Allah olduğu apaçık bir gerçektir.

39- Böbreklerin Seçiciliği Tesadüflerin Eseri Değildir 

Böbrekler, vücutta dolaşan kanı sürekli olarak temizlerler. Süzdükleri maddenin bir kısmını vücuda kullanılmak üzere geri gönderen böbrekler, işe yaramayan ve zararlı olanları ise vücuttan atarlar. Peki böbrekler bu ayrımı nasıl yapar? Proteini, üreyi, sodyumu, glikozu ve diğerlerini birbirinden nasıl ayırt ederler?
diyaliz makinesi

Böbrekler diyaliz makinelerinden çok üstün özelliklere sahiptir.
Neyin atılıp neyin tutulacağına karar veren böbreklerdeki "glomerül" adı verilen ve kılcal damarlardan oluşan yapıdır. Bir et parçası, hangi maddenin ne kadarının atılıp ne kadarının tutulacağına nasıl karar verebilir? Böbrekleri seçici özelliği ile tasarlayan, ne kimya, ne fizik ne de biyoloji eğitimi almamış, şuursuz atomlar veya kör tesadüfler olabilir mi? Elbette ki hayır. Tüm bunlar, kusursuz ve bilinçli bir tasarımın,  Allah'ın üstün yaratışının delillerindendir.

40- Böbreklerin Tesadüfen Oluştuklarını İddia Etmek

Büyük Bir Hatadır
Böbrek, yalnızca 5-7 cm yer tutar, sessizce, hissettirmeden, durmaksızın ve hiçbir bakıma ihtiyaç duymadan çalışır; kanın kalitesini kontrol eder, kan hücrelerinin üretilmesini emreder, kandaki su miktarını ayarlar, tansiyonu kontrol eder, kanı temizler, vücudun ihtiyaçlarına en uygun 2.400.000 filtre ünitesi aralıksız çalışır, çalışması için özel bir vakit ayırmaya gerek yoktur günlük yaşam içinde insan nerede olursa olsun çalışmasını sürdürür.
Diyaliz makinesi, orta boy bir buzdolabı büyüklüğündedir, elektrikle çalışır, gürültülüdür, 3-4 yılda yıpranır, sürekli bakım gerektirir, böbrek çalışmadığı için vücutta kan üretilemez, hasta kansız kaldığı için sık sık kan nakli gerektirir. Steril hastane koşullarında uzman doktor ve teknisyenler tarafından çalıştırılır, tüm hastalar yüksek tansiyon hastasıdır, makineye bağlanınca tansiyon aşırı düşer, hastanın nefesi daralır, titreme krizleri gelir, kanamalar kolay ve sık olur, sık sık kas krampları oluşur, basit bir filtredir. Kanı kabaca süzdüğü için hastanın tahlilleri yapılır, eksilen maddeler serumla tekrar verilir, insanı 3 günde bir 5 saat boyunca yatağa bağlı tutar, hareket etme imkanı vermez.
Bir diyaliz makinesinin tesadüfen oluşamayacağını bilen insanların, ondan daha üstün özelliklere sahip olan böbreklerin tesadüfen oluştuklarını iddia etmeleri büyük bir mantıksızlıktır.

20 Ocak 2014 Pazartesi

50 Maddede Evrim Teorisinin Çöküşü

21- Canlılık Uzaydan Geldi İddiası Hayal Ürünüdür

Evrimci çevreler ilkel dünya şartlarında tesadüfen amino asit oluşamayacağı gerçeği karşısında yeni açıklama arayışlarına yönelmişlerdir. Ortaya atılan yeni iddialardan birine göre, uzaydan yeryüzüne düşen meteorlarda bulunan amino asitler ile organik maddeler reaksiyona girmiş ve böylece canlılık oluşmuştur. Oysa ilkel dünya atmosferinin amino asitleri parçalayıcı özellikte olduğu bilinmektedir. Ayrıca, ilkel dünya koşullarında, uzaydan çok bol miktarda amino asit gelseydi ve hatta yeryüzü tamamen amino asitlerle kaplı olsaydı dahi bu, canlıların kökenini açıklayan bir durum olmazdı. Çünkü amino asitlerin tesadüfen ve rastgele biraraya gelerek son derece kompleks, üç boyutlu bir proteini ve proteinlerin, hücrenin organellerini, ardından bu organellerin de tüm mucizevi yapısıyla bir canlı hücreyi meydana getirmesi mümkün olmazdı.
Bir diğer görüşe göre ise, ilk canlılık dünya dışında, başka gezegenlerde oluşmuştur. Daha sonra bu canlıların spor ya da tohumları göktaşları ile Dünya'ya taşınmış ve canlılık başlamıştır. Ancak bugünkü bilgilere göre spor ve tohumların uzayda, Dünya'ya gelişleri sırasında sıcaklık, basınç, zararlı ışınlar vb. koşullara dayanması mümkün görülmemektedir. Kaldı ki, ilk hücrenin başka bir gezegende oluştuğu iddiası aslında evrimcilerin sorununu çözmemekte, sadece başka bir adrese taşımaktadır. Canlılığın tesadüfen oluşumu önündeki engeller Dünya'da ne ise, bir başka gezegende de odur.

22- "Hayatın İlkel Dünyada Tesadüfen Oluşabildiği İspatlanmıştır" Yalanı

miller deneyi
Bu iddiayı öne süren evrimci kaynaklarda tek kanıt olarak 1953 yılındaki Miller Deneyi gösterilir. Oysa bu deneyde canlı bir hücre oluşturulmamış, sadece birkaç basit aminoasit sentezlenmiştir. Aminoasitlerin tesadüfen doğru sıralamayla dizilerek proteinleri oluşturmaları, bunların da bir hücre meydana getirmeleri matematiksel olarak imkansızdır. Kaldı ki, Miller'ın sentezlediği aminoasitler dahi anlam taşımamaktadır. Çünkü Miller deneyinde ilkel dünya atmosferinde bulunmayan gazlar kullanmıştır.

23- Evrim Teorisi, Proteinlerin Yeteneklerinin

Nasıl Oluştuğunu Asla Açıklayamaz
Vücuttaki proteinlerden biri olan albumin, kolesterol gibi yağları, hormonları, zehirli safra kesesi maddesini  ve penisilin gibi ilaçları kendine bağlar. Daha sonra kanla birlikte vücutta gezerek, topladığı maddeleri karaciğerde kullanılır hale getirilmek üzere  bırakır, besin maddelerini ve hormonları ise gerekli oldukları yerlere götürür.
Albumin gibi, hiçbir bilgisi, şuuru olmayan atomlardan oluşmuş bir molekül nasıl olur da, yağları, zehirleri, ilaçları, besin maddelerini birbirinden ayırt edebilir?
Dahası, nasıl olur da karaciğeri, safra kesesini tanıyıp, taşıdığı maddeleri şaşırmadan, yanılmadan, hiç hata yapmadan her seferinde doğru yere ve ihtiyaç oranında bırakabilir? Kanda taşınan zehirli maddeleri, ilaç ve besin maddelerini insanlar dahi birbirinden ayırt edemezken, atomlardan oluşmuş bir molekül bunu nasıl başarabilmektedir?

24- Vücudumuzda Bir Enerji Santrali Kurmayı

Şuursuz Atomlar mı Düşünüp Tasarlamışlardır?
Milimetrenin 100'de biri büyüklüğünde olan hücrelerimizin içindeki "mitokondri" isimli enerji santrali, bir petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik santralinden daha komplekstir. Binlerce mühendisin, teknik uzmanın, işçinin, tasarımcının biraraya gelerek, en yüksek teknolojiyi kullanarak sağladıkları enerjiyi, belirli sayıda atomun birleşmesinden oluşan, şuur ve bilgi sahibi olmayan hücrelerimiz çok daha ekonomik ve pratik bir yöntemle elde ederler.
Hücrelerimizdeki enerji santralinde, enerji tasarrufundan artık maddelerin değerlendirilmesine kadar her türlü detay planlanmış ve kusursuzca yaratılmıştır. Evrim teorisi, hücrenin içindeki bu gibi detaylardan bir tanesinin bile oluşumunu açıklamaktan acizdir.

25- DNA'daki 25 Ciltlik Ansiklopedi Dolusu Bilgi Tesadüfen Ortaya Çıkamaz

İnsanın tek bir DNA molekülünde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak bilgi bulunmaktadır. Bu bilgilerin tamamı çok önemli bir sıralamaya sahiptir. Şimdi düşünün, milyonlarca harfi rastgele caddeye serpsek, serpilen bu harflerin hepsi bir makale haline dönüşse, sonra bu milyonlarca harf gazete sayfasındakiler gibi yazılar oluştursa, bunun kör bir tesadüf eseri olduğunu söylemek mümkün müdür? Elbette ki hayır. Ancak Darwinist anlayışa göre bu olağanüstü olayın tesadüfen gerçekleşmesi mümkündür.
DNA-kütüphane