29 Mayıs 2014 Perşembe

Deniz Altı Dünyasından... Buz Saçakları, Deniz Gülleri ve Gizemli Daireler

  •  Deniz altında bulunan gizemli dairelerin sırrı nedir?
  •  Görsel şölen sunan deniz altındaki buz saçakları nasıl oluşur?
  •  Deniz altındaki renkli çiçeklerin özellikleri nelerdir?

Su altındaki yaşam, karadakine oranla çok farklıdır. Suda yaşam, canlıların en rahat yaşayabilecekleri şekilde düzenlenmiştir. Allah su altındaki her canlıyı bulunduğu ortamla en uyumlu özelliklere sahip olacak şekilde yaratmıştır. Deniz altındaki canlılar, Allah’ın yaratma sanatının örneklerinden sadece küçük bir bölümünü oluştururlar. Deniz altındaki dünya, burada yaşayan canlılar dışında sahip olduğu şekiller, manzaralar ve renklerle Yüce Allah’ın yaratmada hiçbir ortağı olmayan, her şeyi kontrolü altında tutan özelliğini bir kez daha kanıtlar.
Okyanus2
Deniz Altındaki Gizemli Daireler:
Dalgıçlar 20 yıl önce Japonya’nın Amami-Oshima adasında deniz altında 2 metre genişliğinde dairesel yapılar bulmuşlardır. Uzun bir süre bu gizemli dairelerin sırrı çözülememiştir. Ancak daha sonra bu dairelerin erkek kirpi balıklarının dişileri kendilerine çekmek için oluşturdukları yuvalar olduğu anlaşılmıştır. Kendilerine eş arayan kirpi balıkları on gün boyunca dikkatli bir şekilde bu gizemli dairevi şekilleri yaparlar.  
13 cm’den daha kısa olan erkek balık, öncelikle vücudunu kullanarak merkezi bir daire yapar ve sonra bunun etrafında tepeler ve vadiler oluşturur. Bunun için önce dairenin merkezine düz bir çizgi şeklinde, daha sonra merkez içinde dairesel hareketlerle yüzer. Dişi balık gelmeden önce de merkezi dairenin ince kumlarını kullanarak düzensiz şekiller yapar. Dairenin dış kısmını ise kabuklar ve mercan parçalarıyla süslerler. Bir dişi kirpi balığı geldiğinde ise erkek kirpi balığı iç dairedeki kumu havalandırır. Eğer dişi yuvayı beğenirse, dairenin merkezine yumurtalarını bırakır ve gider. Dişi ayrıldıktan sonra ebeveynlik görevi erkek kirpi balığına kalır. Yumurtalar altı gün sonra çatlayana kadar yuvayı bekler, daha sonra yakınlarda yeni bir yuva yeri aramaya başlar. Elbette bu canlının gösterdiği davranış biçimi çok ilginçtir ve Rabbimiz’in dilemesiyle pek çok hikmet içerir. Bu yuvanın daire şekli, içindeki düzensiz şekiller hepsi bir hikmet üzerine Allah’ın ilhamı ile gerçekleşir. Balık bu dairevi şekil ile okyanus dalgalarının gölgesi hissini vererek yumurtaları avcılardan koruma amacı taşıyabilir veya bu davranışın başka hikmetleri olabilir. Aklı ve şuuru olmayan küçücük bir balığın düzenli bir şekilde hiçbir matematik hesabı bilmeden düzgün bir daire çizmesi ve içine son derece estetik çizgiler yerleştirmesi de oldukça ilginç olan bir diğer özelliktir. Bilimsel gözlemler neticesinde çözülecek bu gizemli dairelerden bir insanın çıkartması gereken en önemli sonuç ise Yüce Rabbimiz’in yaratmada hiçbir ortağı olmadığı ve her şeyi kontrolü altında tuttuğu gerçeğidir. Ayette şöyle buyrulur:
“Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Gece ile gündüzün art arda gelişinde (veya aykırılığında), Allah’ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?” (Casiye Suresi, 3-6)
Okyanuslar Rabbimiz’in “Ol” emri gereğince var olmuş, yoktan yaratılmışlardır. İşte bu gerçek nedeniyle, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:
“O’nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler.” (Furkan Suresi, 3)
Denizde Oluşan Buz SaçaklarıOkyanus3
Buzullarla kaplı denizlerde tuzlu su buza dönüştüğünde, su tuzu dışarı atmak ister ve sonuç olarak buzda süngerimsi ve gözenekli bir yapı oluşur. Bu, saf sudan üretilen bilinen buzdan bambaşka bir yapıdadır. Okyanus derinliklerindeki bu sarkıtlar muhteşem bir görsel şölene sebep olur. Peki, bu şekiller nasıl oluşur?
Tuz buzdan ayrılmaya başladığında, çevresindeki suyu daha tuzlu hale getirir. Ve oluşan tuzun fazlası suyun donma noktasını düşürür ve yoğunluğu arttırır. Böylece oluşan bu aşırı tuzlu su kolayca donmaz ve yüksek yoğunluğun etkisiyle dibe çökmeye başlar. Bu aşırı soğuk, yoğun ve tuzlu su okyanusun derinliklerine çökerken etrafında bulunan daha az tuzlu olan suyu dondurur. Sonuç olarak oluşan aşırı tuzlu suyun etrafında buzdan boru şeklinde bir tuzlu su kanalı oluşur.
İlk başta bu buz saçağı çok kırılgan ve ince duvarlı bir yapıya sahiptir. Ama zaman geçtikçe daha dayanıklı ve uzun hale gelir. Bu buz saçağı okyanus yüzeyine ulaşana kadar uzamaya devam eder ve okyanus zemini uygunsa tuzlu su havuzu oluşmaya başlar. Buz saçağı okyanus dibine ulaştıkça etrafındaki suyu dondurmaya devam eder ve denizyıldızı ve denizkestanesi gibi okyanus dibinde yaşayan canlıları dondurarak öldürür. Bu yüzden bu yapı, ölüm buz saçağı veya ölümün eli olarak adlandırılır. Çünkü buz saçağı değdiği her şeyi öldürür ve saçağın oluşması yaklaşık olarak 5-6 saat sürer. Ancak Yüce Allah’ın büyük bir mucizesi olarak bu dondurucu sularda sadece bu buz saçağının etrafındaki canlılar ölür. Allah ayette şöyle bildirmektedir:
“Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsunuz. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.” (Nahl Suresi, 14)
Sualtı Bahçelerinin Gülleri: Actiniaria (Deniz Gülleri)Okyanuslar1
Denizin altında rengarenk görüntü oluşturan ve türlü şekilleri, uçuşan dallarıyla denizaltında çiçek tarlalarını andıran bu canlılar, “Deniz Gülleri” veya “Deniz Şakayıkları” adıyla tanınırlar. Sarı, yeşil ve mavi renklere sahip olan bu canlılar, gövdelerinin alt ucundaki ayak diskleriyle kaya, iskele kazığı, deniz kabuğu ya da bir yengecin sırtı gibi sert yüzeylere bağlanarak yaşarlar. Görünüşleri çiçeği andıran bu canlıların üst kısımlarında ağızları ve çevrelerini hissetmeye, dokunmaya, av yakalamaya yarayan çok sayıda dokunaçları vardır. Yanından geçen canlıları bu uzantılı organlarıyla felce uğratarak avlayan denizgüllerinin vücutları silindire benzer.
Taban kısmında tutunmaya yarayan ince yassı yapılar yer değiştirmede de kullanılır. Çoğunun vücut uzunlukları 5-6 cm kadardır. Dokunaç sayıları 200’ü aşanları vardır. Enine ya da boyuna bölünmeyle ya da tomurcuklanmayla, eşeysiz çoğalırlar. Ama eşeyli üreme biçimine de rastlanır.
Deniz dibinde yaprağı andıran dokunaçları, parlak renkleri, şekilleri ve çok az hareket etmeleri ile birarada bulunduklarından adeta çiçek bahçesini andırırlar ve Allah’ın deniz altında yarattığı güzelliklere bir örnek oluştururlar. Allah yaratmasındaki bu kusursuzluğu ayetlerinde şöyle bildirmiştir:
“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4)
Dünya insanın hoşuna gidecek nimetler ve zenginliklerle kaplıdır. Yüce Allah denizleri de kullarının hoşnut olacağı çeşitli fayda ve güzelliklerle süslemiştir. Bu güzellikler ve zenginlikler Rabbimiz’in sonsuz aklının tecellileridir ve diğer tüm nimetler gibi O’nun sebep sanatının tecellisi olarak çok sayıda detaya bağlı olarak meydana gelmişlerdir.
Bütün bu ihtişamlı yapılar karşısında her insanın kim tarafından yaratıldığını, kendi başına elde etmeye asla güç yetiremeyeceği nimetleri kimin verdiğini düşünmesi gerekir. Bunları düşünen insanın karşısına çıkan gerçek tektir: İnsanı var eden ve asla güç yetiremeyeceği üstün nimetleri ona bağışlayan, sonsuz kerem ve ikram sahibi olan Yüce Rabbimmiz Allah’tır.

16 Mayıs 2014 Cuma

Örümcek Ağında Allah’ın Detay Sanatı

Böcekler niçin örümcek ağını fark edemeyerek bu ağa yakalanırlar?
Örümcek ağındaki elektrostatik özellik nedir?
Örümcek ağının çarpmaya karşı esnek olan yapısı nasıldır?
Örümcek, avının cinsine göre farklı iplik nasıl hazırlar?
Örümceklerin en çok bilinen özellikleri ağ örmeleridir. Ancak gerek bu ağda, gerekse bu ağı örerken kullandıkları ipte çok mucizevi ayrıntılar gizlidir. Örümceğin ağı; ağırlığı taşıyan iskelet iplikleriyle, bu ipliklerin üzerine yerleştirilmiş spiral şekilli yapışkan özellikteki yakalama ipliklerinden ve ağın iplerini birbirine birleştiren bağlantı iplerinden oluşur. Spiral şekilli yapışkan iplikler, iskelet ipliklerine tam olarak bağlanmazlar. Böylece ağa yakalanan böcek kurtulmaya çalıştıkça yapışkan ağa daha fazla yapışmış olur. Böceğin üzerine tamamen yapışan yakalama ipi, zamanla esnekliğini kaybederek, sertleşir ve sağlamlaşır. Bu şekilde böcek kapana kısılır, hareketsiz kalıp kaskatı kesilir. Bundan sonra ise av adeta canlı paketlenmiş hazır bir besin gibi, sağlam iskelet ipliklerinin üzerinde, örümceğin gelip son darbeyi vurmasını beklemek zorundadır.
Böcekler Örümcek Ağına Nasıl Yakalanır?
Mikroskop altında örümcek ağının telleri pürüzsüz bir görünüm sergiler. Ancak liflerin dış katmanları soyulup bir çözücüyle yumuşatıldığında her bir telin yapay liflerden çok daha kompleks bir yapıya sahip olduğu görülür. Lifin çekirdeği “nanofibril” adı verilen ortak merkezli minik ipliklerle çevrilidir. Bu nanofibriller kimi katmanlarda lifin ekseni yönünde yer almalarına karşın, kimilerinde sarmal bir merdiven gibi lifin çevresini sararlar. Böylesi bir düzen büyük miktarlarda enerjinin emilmesine yardımcı olur. İşte ağın bu özelliği böceklerin yakalanmasında mükemmel bir şekilde işler. Nitekim uzun yıllar süren bilimsel çalışmalar sonucunda, elektrostatik özelliği sayesinde örümcek ağında dünyanın elektromanyetik alanının değiştiği ve bu nedenle ağı fark edemeyen uçan böceklerin yakalandıkları tespit edilmiştir. Allah’ın örümcek ağlarında yarattığı bu özellikten esinlenerek, çevre ve hava kirliliği ile uçak kazalarına çözüm bulunmaya çalışılmaktadır.

Ağın Fizik Kurallarını Altüst Eden Yakalama Mekanizması

 Allah örümcek ağının sistemini şu ana kadar bilinenden çok daha kompleks ve mükemmel olarak yaratmıştır. Yapılan araştırmalara göre, uçan böceklerin üzeri polenler, kirleticiler ve hava yoluyla taşınabilecek maddelerle kaplıdır. Bilindiği gibi havada uçuşan her şey elektrikle yüklüdür. Fizik kurallarına göre, bir maddenin diğer maddeye yapışabilmesi için zıt kutuplar olması gerekir, dolayısıyla da böceğin ağa yapışabilmesi için, birinin artı, diğerinin eksi yüklü olması şartttır. Çünkü aynı kutuplar birbirlerini iter. Böyle bir durumda örümcek ağı böceği yakalayamaz ve böcek ağa yapışmadığı için de kolaylıkla kaçabilir. İşte tam bu aşamada hiç beklenmedik bir olay gerçekleşir. Örümcek ağı, böceğe yapışır. Çünkü örümcek ağında fizik kurallarını alt üst eden bu durum söz konusu olur.
Allah örümcek ağının tüm yüzeyini elektrostatik özelliğe sahip madde ile kaplamıştır. Bu madde ağın hem uçan böcekleri hem de böceklerce taşınan kir ve polenler ile benzer tüm parçacıkları yakalamasını sağlar. Ancak bu kadarla kalmaz. Bu madde, örümcek ağı üzerinde sadece birkaç milimetrelik çok ufak bir alanda, dünyanın elektromanyetik alanını bozar ve böylece artı ya da eksi yüklü olup olmadığı fark etmeksizin her cismin üzerine yapışabilir.

Böceklerin Ağı Fark Etmesini Engelleyen Elektriksel Değişiklik

 Bilim adamlarının aklını yıllardır kurcalayan bir diğer konu, böceklerin son derece hassas sensörleri olmasına rağmen örümcek ağını fark etmemeleridir. Allah böcekleri, bulundukları bölgede en ufak bir elektriksel değişiklik olsa bunu hissedebilecek kadar hassas sensörlere sahip olarak yaratmıştır. Antenleri adeta bir elektronik sensörü gibi çalışır. Antenin ucu, böceğin vücudunun geri kalanından farklı bir elektrik yükü ile yüklüdür. Böylece böcek, elektrik yüklü bir nesneye yaklaştığında, antenin ucu bu küçücük değişikliği dahi hisseder. Böceğin, bu kadar hassas sensörlere rağmen, ağı tespit edemeyip, yakalanmasının sebebi ise ağın milimetrelik bir bölgesinde dünyanın elektriksel alanını bozmasıdır. Böcek bu elektriksel değişikliği algılayamadığı için ağı fark edemez ve ağa yapışır.

Ağın Darbeleri Emme Özelliği

Örümcek ağlarının etkili bir tuzak olabilmesi için sadece yapışkan özelliğe sahip olması ya da farklı özellikteki ipliklerden üretiliyor olması yeterli değildir. Örneğin ağın uçan böcekleri durdurabilecek şekilde dizayn edilmiş olması da gerekmektedir. Ağa takılan böceği güdümlü bir füzeye benzetecek olursak böceğin hareketinin durdurulması tek başına yeterli olmayacaktır. Çünkü ağa yakalanan avı, örümceğin gelip inceleyebilmesi ve ısırabilmesi için, hareketsiz tutabilmesi gerekmektedir. Bir füzeyi yakalayıp, hareketsiz tutabilmek ise oldukça zor bir iştir.
Ağı oluşturan iplikçikler çok sağlam oldukları gibi aynı zamanda da esnektirler. Fakat ağın esneklik payı, farklı bölgelerde, farklı oranlardadır. Bu esneklik oranının önemi şu sebeplere bağlıdır;
¨      Eğer iplikçiklerin esneme payları gerektiğinden az olsaydı, ağa çarpan böcek sert bir yaya çarpmışcasına geldiği yöne doğru geri fırlardı.
¨      Eğer iplikçiklerin esneklik payı gerektiğinden fazla olsaydı, böcek ağı çok fazla esnetir, yapışkan iplikler birbirine yapışır ve ağ deforme olurdu.
¨      İplikçiğin esneklik payı hesaplanırken rüzgar etkisi de göz önüne alınır. Böylece esen rüzgarın gerdiği ağ tekrar eski haline dönebilir.
¨      Esneklik payı, ağın tutturulduğu yer için de önemlidir. Örneğin ağ bir ota tutturulmuşsa, ağın esnekliği bu otun hareketinden kaynaklanan gerilimleri ortadan kaldıracak nitelikte olmalıdır.
¨      Spiral şeklinde örülen yakalama iplikçikleri birbirine çok yakındır. Herhangi küçük bir sallanma bu ipleri birbirine yapıştırarak, yakalama alanında büyük gedikler oluşturabilir. Bu yüzden esneme payları yüksek, yapışkanlı yakalama iplikçikleri, esneme payları düşük kuru iplerin üzerine yerleştirilmiştir. Böylece ağda oluşabilecek potansiyel kaçış delikleri engellenmiş olur.
Görüldüğü gibi ağın her özelliğinde mucizevi bir yapı vardır. Her türlü olasılık düşünülmüştür. Bunlar düşünüldüğünde evrim teorisinin iddiasının akıl dışılığı bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Tesadüfen ortaya çıkan değişimlerle bir ağda darbe emici özelliklerin nasıl oluşturulacağının bir örümceğe öğretilmesi elbette ki mümkün değildir. Örümceklere bu yeteneği veren, bilinçli davranışlarda bulunmalarını sağlayan Allah’tır:
O Allah ki, yaratandır. (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz,Hakim’dir. (Haşr Suresi, 24)

Örümcek Ağına Dair Mucizevi Bilgiler

¨      Doğal ya da insan yapımı diğer tüm liflerden farklı olarak örümceğin ürettiği ipek yumuşayıp katılaşabilme özelliğine sahiptir ve bu nedenle farklı yük türlerini taşıyabilir.
¨      Ağ yapımında kullanılan diğer maddelerle karşılaştırılan örümcek ipeği düşen dallar ya da şiddetli rüzgarlar karşısında 6 kat daha dayanıklıdır.
¨      Ağa herhangi bir ağırlık uygulandığında sadece bir teli kopar ve örümcek yeni baştan ağ örmek yerine tek bir teli onararak ağını yeniler.
Ağın çeşitli bölgelerinden %10 oranında teli kaldıran bilim adamları, ağın sadece % 10 oranında daha da güçlendiğini gözlemlediler.
¨      Çapı bin milimetrenin binde birinden daha az büyüklükteki bu iplik aynı kalınlıktaki çelik telden 5 kat daha sağlamdır. Çelikten 5 kat daha sağlam olan bu ip kauçuktan % 30 daha esnektir ve kendi uzunluğunun tam 4 katı esneyebilir.
¨      Bu ipin bir diğer özelliği son derece hafif olmasıdır. Dünyanın çevresi boyunca uzatılacak bu ipin ağırlığı sadece 320 gramdır.

Sağlam Örümcek İpeğinin Sırrı

Örümceğin ürettiği ipi parçalamak en gelişmiş naylondan çok daha fazlasıyla güç sarf etmeyi gerektirir. Örümceğin böylesine sağlam bir iplik üretebilmesinin başlıca sebeplerinden biri, temel protein bileşenlerinin kristalleşmesini ve katlanmasını kontrol ederek, düzenli bir yapıda yardımcı bileşikler eklemeyi başarmasıdır. Örgü maddesi sıvı kristal olduğundan, örümcekler bu esnada minimum kuvvet kullanırlar. Unutulmamalıdır ki bilim adamlarının uzun yıllar araştırdıkları örümcek ipliğinin üretimi, en azından 380 milyon yıldır örümcek tarafından kusursuzca örülmektedir. Bilim adamlarının ileri teknolojinin imkanlarını kullanmalarına rağmen, henüz mekanizmasını çözmeyi başaramadıkları bu ipek üretimini örümceklerin milyonlarca yıldır, küçücük bedenlerinde başarmaları kuşkusuz Allah’ın kusursuz yaratışının delillerindendir.
“... O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur...” (Hud Suresi, 56)

14 Nisan 2014 Pazartesi

Hürriyet Bilim Dergisinden Bir Bilimsel Gaf Daha: Balık Yiyen Şempanzeler İnsan Oldu!

http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3776/Darwin-Bu-Gercekleri-Bilmiyordu

Hürriyet Bilim Dergisinden Bir Bilimsel Gaf Daha: Balık Yiyen Şempanzeler İnsan Oldu!

Hürriyet Bilim dergisinin 15 Haziran 2002 tarihli sayısında "Zekada balık teorisi" başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda geçen bazı bilimsellikten uzak ve akıl dışı iddiaların cevapları aşağıda verilmektedir.

İnsan Beyninin Balık Yiyerek Geliştiği İddiası Bilim Dışıdır

Söz konusu yazıda, "insanın şempanze beyinli atalarının balık, istakoz, midye gibi deniz ürünlerini tercih ettikleri için beyinlerinin geliştiği ve şimdi dünyayı yöneten akıllı varlıklara dönüştüğü" iddiası yer alıyordu.
Bu, hem bilimsel hem de mantıksal açıdan kabul edilemez bir iddiadır. Bu iddianın dayandırıldığı nokta ise şudur:

Deniz ürünlerinin birçoğunda DHA denen yağlı bir asit bulunmaktadır. DHA aynı zamanda, beyin ve göz için önemli bir yapısal maddedir. Bu bağlantı sonucunda bir besin uzmanı olan Prof. Stephen Cunnane, şempanze beyninin deniz veya göl kenarında, deniz ürünleri yiyerek insan beynine evrimleştiği iddiasında bulunmuştur.
Ancak, bu iddiada önemli bir aldatmaca bulunmaktadır. Çünkü, örneğin bir insan, hayatı boyunca çok fazla deniz ürünü yiyebilir, DHA isimli maddeden vücuduna çok fazla alabilir. Bunun sonucunda beyni daha sağlıklı olabilir, beynini daha kapasiteli kullanabilir, bunaklık, şizofreni gibi rahatsızlıklardan bu şekilde korunabilir. Ancak, bu kişi bu özelliklerini kendi çocuklarına aktaramayacaktır, çünkü balık yiyerek elde ettiği bu avantajlar, onun genetik yapısında bir değişiklik meydana getirmemiştir. Dolayısıyla, daha önce de belirttiğimiz gibi kalıtım kanunlarına göre, yaşamı sırasında elde ettiği bu özelliklerini çocuklarına, yani bir sonraki nesile aktaramaz. Bunun daha iyi anlaşılması için şöyle bir örnek verebiliriz: Vücut geliştirme sporu yapan bir babanın çocuğunun kaslı olarak doğmasını beklemeyiz. Bu çocuğun kaslı bir vücuda sahip olması için babası gibi spor yapması gerekir.
Balık yiyerek beynin geliştiği iddiası, 20. yüzyılın başlarında kalıtım kanunlarının keşfedilmesi ile terkedilmiş Lamarckçı görüşün bir örneğidir. Evrimciler, Lamarckçılığın bilimsel olmadığını bildikleri halde, göz boyamak, konu hakkında detaylı bilgisi olmayanları telkin yoluyla etkilemek için bu tür evrim hikayelerini sık sık kullanırlar. İnsan beyninin sözde evrimi ile ilgili hikayeler de, hep bu Lamarckçı görüşün bir uzantısıdırlar. Örneğin, iki ayak üzerinde yürümeye başlarken eli boş kalan ve elini kullanmaya başlayarak beynini geliştiren insanımsının hikayesi, patates yiyerek beyni gelişen şempanzenin hikayesi hep bu tür hurafelerdir.
Sonuç olarak, bir canlı hayatı boyunca sürekli balık yese bile bundan elde ettiği zeka gelişimini bir sonraki nesle aktaramayacağı için, "balık yiyerek sürekli artan bir beyin gelişimi" görülmeyecektir.
Balık yiyen hayvanlar
Ayrıca, Hürriyet Bilim dergisinin gözden kaçırdığı çok açık bir gerçek daha vardır: Hayatı boyunca sadece balıkla beslenen birçok canlı vardır. Ve bu canlılar milyonlarca yıldır balık ve deniz ürünleri yemektedirler; örneğin ayılar, pelikanlar, penguenler... Ancak, bu canlıların hiçbirinin beyni, milyonlarca yıldır bir evrim geçirmemiştir. Hiç kimse, ayıların veya pelikanların balık yedikleri için müthiş gelişmiş bir beyne sahip olduklarını, akılları ile dünyaya hakim olup, sanat eserleri meydana getirdiklerini, medeniyetler kurduklarını, gökdelenler inşa ettiklerini iddia edemez. Bu durum, balık yiyerek beynin evrimleştiği iddiası ile çelişkili değil midir?

4 Mart 2014 Salı

Darwin Bu Gerçekleri Bilmiyordu

Hürriyet Bilim Dergisinin İnsan Zekasının Sözde Evrimi Hakkındaki Spekülasyonları

Hürriyet gazetesinin 11 Mayıs 2002 tarihli Bilim ekinde, "Zekayı Geliştiren Ne Oldu?" başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda, bazı evrimci bilim adamlarının, insan zekasının nasıl geliştiği hakkındaki evrimci spekülasyonlarına yer verilmişti. Yazıda adı geçen bilim adamlarının her birinin, bir başka iddiayı savunduğu ve bir diğerininkini kabul etmediği belirtilmekteydi.
insan zekasıİnsan zekası, evrimcilerin açıklayamadıkları konuların başında gelir. İnsan, zekası ve düşünme, konuşma, estetik anlayışı gibi yetenekleri ile, tüm diğer canlılardan ayrılan bir varlıktır. Evrimciler ise, düşünmeyen, konuşmayan hayvanların nasıl olup da, insan gibi; kavramları sembollerle isimlendirebilen, anlama yeteneğine sahip, mantıklı değerlendirmeler yapabilen, fikir sahibi olan, en karmaşık konuları bile öğrenip hafızasına kaydedebilen, fizik problemleri çözen, yeni buluşlar yapabilen, sanat eserleri, mimari şaheserler meydana getiren, estetik duygusu sayesinde güzellikten, düzenden, simetriden, temizlikten zevk alan, ülkeler yöneten zeki varlıklara dönüştüklerine açıklama getiremez.
Evrimcilerin, insan zekasının sözde evrimi hakkında öne sürdükleri senaryolar ise son derece bilimdışıdır. Bu iddialara göre, yarı maymun yarı insan canlıların, ya birarada yaşamaya başladıkları için ya da dik durmaya başladıklarında iki elleri boş kaldığı ve bu ellerini kullanarak aletler yaptıkları için zekaları gelişmiştir. Ancak bunların her biri birçok yönden son derece saçma iddialardır.

Evrimciler Lamarckçı Hurafelerden Kurtulamıyorlar

isaac asimov
Bir buçuk kilogram ağırlığındaki insan beyni, bildiğimiz kadarıyla evrendeki en kompleks ve en düzenli şekilde yapılanmış maddedir.  Isaac Asimov
"Toplu yaşama veya alet yapmak için ellerin kullanılması yoluyla beynin evrimleşmesi" iddiası, Lamarkist bir hurafe niteliğindedir. 18. yüzyılda yaşayan Fransız biyolog Lamarck, bundan 100 yıl kadar önce kesin olarak çürütülmüş olan "kullanılan organların gelişerek evrimleşmesi" iddiasını ortaya atmıştı. Lamarck, canlıların yaşamları sırasında kazandıkları değişimleri sonraki nesillere aktardıklarını öne sürmüştü. Ünlü zürafalar örneğinde, bu canlıların eskiden çok daha kısa boyunlu olduklarını, ancak yüksek ağaçlara ulaşmak için çabalarken nesilden nesile boyunlarının uzadığını iddia etmişti.
Lamarck'ın "kazanılmış özelliklerin aktarılması" olarak bilinen bu evrim modeli, kalıtım kanunlarının keşfedilmesi ile birlikte geçerliliğini yitirdi.
Bundan dolayıdır ki, sosyal yaşantı veya alet yapımı gibi herhangi bir nedenle beynin daha çok kullanılmaya başlanması, beynin evrimleşmesi için bir neden olamaz. Bir insan bu şekilde beynini geliştirmiş olsa bile, bu "sonradan kazanılmış bir özellik" olur ve kalıtım kanunlarına göre, bu özellik bir sonraki nesle aktarılamaz.

İnsan Beyni, Tesadüfen Gelişemeyecek Kadar Komplekstir

İnsan beyni son derece kompleks bir yapıdır. Böyle bir yapının, evrim teorisinin öne sürdüğü mutasyon ve doğal seleksiyon gibi mekanizmalarla, yani tesadüfler sonucunda gelişmesi kesinlikle imkansızdır.
Ünlü bilim yazarı Dr. Isaac Asimov, beynin sahip olduğu üstün yaratılış için şöyle der:
Bir buçuk kilogram ağırlığındaki insan beyni, bildiğimiz kadarıyla evrendeki en kompleks ve en düzenli şekilde yapılanmış maddedir. 1
Beynin sahip olduğu kompleks yaratılışı anlatmak için, bu organın yapısından tek bir örnek verelim: Beyinde üç tür hücre vardır; bunlar birbirleriyle bağlantılı sinir hücreleri olan nöronlar, onları destekleyen ancak işlevleri tam olarak anlaşılamamış olan glial hücreler ve beyin içindeki damarları ve kılcal damarları oluşturan kardiovasküler hücrelerdir. Yetişkin bir insanın beyninde ortalama 10 milyar nöron vardır. Nöronların "akson" ve "dendrit" adı verilen çıkıntıları bulunur ve nöronlar bu çıkıntıları sayesinde birbirlerine bağlanırlar. Sinaps olarak adlandırılan bu bağlantılar sayesinde bir beyin hücresi diğerine mesajlar gönderir. Ünlü biyokimyacı Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı eserinde nöronların arasındaki bağlantı sayısının yaklaşık 1 katrilyon (1015= 1.000.000.000.000.000) olduğunu belirtip sözlerine şöyle devam eder:
1015 sayısı elbette algılarımızın üzerinde bir sayıdır. ABD'nin yarı büyüklüğündeki bir arazi düşünün (1 milyon mil kare). Bu bölgede 1 mil kareye 10.000 ağaç düşmektedir. Eğer her ağacın 100.000 tane yaprağı olduğunu kabul edersek, bu bölgedeki yaprak sayısı beynimizdeki bağlantıların sayısına eşit, yani 1015 olacaktır.2
Kafatasınızın içine sığacak kadar küçük olan beyninizin içindeki bu olağanüstü sayıdaki ve komplekslikteki bağlantıların her biri, tam olması gerektiği şekilde ve belirli bir amaç için yaratılmıştır. Allah'ın yaratmasındaki çok üstün bir yaratılışın sonucu olan bu bağlantılar vasıtasıyla birbirinden bağımsız işleri birbirine karıştırmadan aynı anda gerçekleştirebilirsiniz. Örneğin bu satırları okurken aynı zamanda müzik dinleyebilir, bir yandan da kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Ayrıca beyniniz, tüm bunlar esnasında sizin adınıza, siz farkında bile olmadan, kalp atışlarınızı düzenler, kandaki oksijen miktarını çok hassas bir seviyede sabit tutarak nefes alıp vermenizi sağlar, vücut ısınızı ya da böbreklerinizden atılacak atık madde oranlarını belirler, kaslarınızın hangilerinin hangi sıra ya da şiddette kasılarak elinizdeki bardağı devirmeden ağzınıza götürebileceğinizi hesaplar, dik durmanız için gerekli olan çok detaylı denge hesaplarını yapar. Bunlar gibi birbirinden farklı yüzlerce işlem, hayatınız boyunca, beyniniz tarafından en mükemmel biçimde gerçekleştirilir. Siz ise bu işlemler için beyinde yapılan hesaplamalardan haberdar bile olmazsınız.
Böyle kusursuz bir organın tesadüfen meydana geldiğini ve geliştiğini iddia etmek ise akıl dışıdır.

Fosil Kayıtları Beynin Evrimi Hakkında Hiçbir Delil Sunmamaktadır

Evrimciler, tüm canlıların yaratıldığı gerçeğini kabul etmemek konusunda kendilerini şartlandırdıkları için, diğer tüm canlı sistemler ve organlar gibi beynin de rastlantılara dayalı bir evrimleşme sonucu geliştiğini iddia ederler ve daha önce de belirtildiği gibi bu konuda birçok senaryo üretirler.
Evrimcilere bu kadar serbest bir şekilde gerçek dışı senaryo yazma imkanı veren etken ise, özellikle de fosil alanında, bu konudaki delillerin azlığıdır. Beyin yumuşak bir dokudur. Yumuşak dokular bazı özel şartlar dışında daha zor fosilleşirler, bu yüzden insan beyninin yapısına dair hiçbir fosil kaydı yoktur. Ayrıca mevcut kafatası fosilleri de beyin hakkında yeterli bir açıklama yapmak için kullanılamamaktadır. Bu yüzden beynin evrimi senaryoları, söz konusu yazıda da olduğu gibi, çeşitli tahminler ve temennilerle sınırlanmıştır.
Beynin kökeni konusunda kesin yorumlar yapmanın mümkün olmadığı, Britannica Ansiklopedisi'nde şu şekilde belirtilir:
Beyin dokusu fosilleşmediği için sadece modern insan beyni ayrıntılı olarak incelenebilir... Yok olan hominidlerin kafataslarının içleri çoğu zaman beyin şekli ve hacmini incelemeye uygundur ancak, bütün çalışmalara rağmen, bu araştırmalardan elde edilen güvenilir işlevsel bilgi birikimi azdır. İlk insanların konuşma kabiliyeti, işçilik becerileri, görsel ve işitsel özelliklerinin seviyesi gibi konular, modern insana bakılarak yapılan genellemeler dışında kesinlikle kestirilemez.
yaban arısı ve kambur sinek
Yaban Arısı ve Kambur Sinek
Dönem: Senozoik zaman, Oligosen dönemi
Yaş: 25 milyon yıl
Bölge: Dominik Cumhuriyeti
25 milyon yaşındaki yaban arısı ve kambur sinek fosili, tüm canlılar gibi böcek türlerinin de evrim geçirmediklerinin ispatıdır. Bu canlılar milyonlarca yıldır aşağıda görüldüğü gibi günümüzde yaşayan örnekleriyle tamamen aynıdır, herhangi bir değişikliğe uğramamışlar yani evrim geçirmemişlerdir.

Sonuç

İnsan zekası ve insan beyninin sahip olduğu olağanüstü özellikler, evrim teorisinin öne sürdüğü mekanizmalarla açıklanamamaktadır. Evrimciler her konuda olduğu gibi bu konuda da spekülasyonlar yapmaktadırlar. Nitekim, Hürriyet Bilim dergisindeki yazı da bu spekülasyonları ortaya koymakta, birkaç evrimcinin birbiriyle çelişen görüşlerini aktarmaktadır. Bilimsel olma iddiasındaki bu derginin, spekülasyonlara, ön yargılarla üretilmiş hikayelere değil, bilimsel olarak ispatlanmış, somut bilgilere yer vermesinin okuyucular için daha faydalı ve bilgilendirici olacağı kanaatindeyiz.

Dipnotlar

1. Isaac Asimov, In the Game of Energy and Thermodynamics You Can't Even Break Even, Smithsonian, June 1970, s. 10
2. Michael Denton, Evolution: A Theory In Crisis, London: Burnett Books, 1985,   s. 330
3. Encyclopædia Britannica, 2001 Deluxe Edition, Beyin (Brain) maddesi

3 Mart 2014 Pazartesi

Darwin Bu Gerçekleri Bilmiyordu

Hürriyet Bilim Dergisine Cevap:
İnsan Politik Bir Hayvan Değildir

Hürriyet Bilim dergisinin 1 Haziran 2002 tarihli sayısında "İnsan mı 'Politik Hayvan' Şempanze mi 'Politik İnsan'" başlığıyla bir yazıya yer verildi. Bu yazıda, insanlardaki iktidar oyunları, nüfuz mücadeleleri, blöf, yardım isteme, çıkar hesapları gibi sosyal davranışların daha iyi anlaşılması için, şempanzelerin davranışlarının incelenmesi gerektiği öne sürülüyor, ve bu davranışların insanlara maymunlarla ortak atalarından miras kaldığı iddia ediliyordu.
İnsan Politik Bir Hayvan Değildir
Bu yazı ayrıca bazı şempanze, orangutan ve insan resimleriyle de süslenmişti. Resimlerde, insanlarla bu hayvanlar arasında görülen benzer bazı davranışlar gösterilmekteydi. Örneğin, elini ileriye doğru uzatan bir şempanze resminin üzerinde Tony Blair'e doğru elini uzatan İtalya Başbakanı Sylvio Berlusconi'nin bir resmi bulunmaktaydı. Evrimci yazara göre, bu benzerliğin açıklaması şu idi: Kolun ileri doğru uzatılması, yardım isteyen şempanzenin politik aracı idi. Söz konusu resimde ise, Blair'den yardım isteyen Berlusconi elini ileri doğru uzatmıştı. Yani bu iddiaya göre, hem şempanze hem de bir ülkenin başbakanı aynı jest ile, aynı şeyi ifade ediyorlardı. Bir başka resimde ise, biri gülen diğeri ise yüzünü asan iki insan bulunmaktaydı. Bu resmin yanına ise biri gülen diğeri somurtan maymun resimleri konmuş ve bunlar hem insanların hem de maymunların rekabetine örnek olarak gösterilmişti. Yazı bu şekilde resim benzetmeleri ile, hiçbir bilimsel delil verilmeden, sadece evrim propagandası yapmak amacıyla tasarlanmıştı.
Sadece şempanzelerin değil, birçok hayvanın insanlara benzer davranışları vardır, ancak bu onların insanın evrimsel akrabası olduğunu göstermez
Söz konusu benzetmelerin hiçbiri bilimsel değildir. Aynı şekilde, doğadaki birçok canlının resimleri veya davranış şekilleri örnek alınarak, insanlarla benzetme yapılabilir ve bu hayvanlar insanlarla ortak bir atadan gelmiş gibi gösterilebilir. Söz gelimi, yuvasına kestiği bir yaprağı taşıyan bir karınca resminin yanına, akşam eve dönerken alışveriş yapan bir babanın resmini yerleştirip, "işte bu benzerlik insanın karınca ile ortak bir atadan geldiğini göstermektedir" diyebilirsiniz. Veya kış için yiyecek stoklayan köknar kargalarının resminin yanına, buzdolabının derin dondurucusuna kış için çilek koyan bir kadının resmini koyduğunuzu ele alalım. Bu kez de "bir sonraki mevsim için meyve toplayarak, korunaklı bir yere saklamak insana evrimsel atalarından kalmış bir davranış şeklidir" yorumunu yaparak, köknar kargaları insanın atasıdır sonucuna varabilirsiniz. Baraj inşa eden kunduzlar, ağ ören örümcek, bal peteği inşa eden balarısı aynı mantıkla, insanlara benzetilebilir ve her biri ayrı ayrı, söz konusu yazıda olduğu gibi, "insanın kuzenleri" olarak tanıtılabilir. Ancak bu tür çıkarımlar yapmanın ne bilimsel ne de mantıksal bir yönü olmayacağı açıktır.
Karınca ve insan
Evrimcilerin düşünmeden kabul ettikleri varsayımlar, aslında çok zayıf temellere dayalıdır. Maymunların insanlara benzer bazı davranışlarından müthiş bir heyecan duyan evrimciler, maymunlardan çok daha zeki davranışlar gösteren canlıları görmezden gelirler. Oysa onların mantığına göre evine yiyecek taşıyan bir karınca ile evi için alışveriş yapan bir babayı, baraj inşa eden kunduz ile inşaat mühendislerini birbirine benzetmek ve karıncalar veya kunduzlar bizim atalarımızdır demek mümkündür.
Bu iddia ne kadar saçma ise, atalarımız maymun demek de o kadar saçmadır.
Evrimciler, maymunların bazı davranışlarını insanlara benzeterek büyük bir heyecana kapılırlar ve maymunların insanların evrimsel akrabaları olduğuna kanaat getirirler. Oysa, yukarıda da belirtildiği gibi karıncalardan kargalara kadar birçok canlı, insanlara benzer davranışlar sergilemektedir. Ancak, hayvanların bu davranışları onların insanlarla evrimsel bir akrabalığı olduğunu göstermez. Herşeyden önce bu canlılar insanlara benzeyen davranışlarını bilinçsizce yaparlar. Örneğin bir baraj inşa eden kunduz bunu bir baraj mühendisinin sahip olduğu bilinç, akıl ve bilgi ile yapmaz. Bunu içgüdüleri ile yapar. Bilim adamlarının içgüdü dedikleri, hayvanların doğumla birlikte sahip oldukları program, Allah'ın onlara vahyettiği özelliklerdir. Ve bu onların çok değişik özelliklere sahip olmalarına ve bizi şaşırtan şeyler yapmalarına imkan verir; maymunların, arıların, karıncaların, termitlerin vs. bazı davranışlarında olduğu gibi.
Maymunların davranışlarını, insan davranışları ile özdeşleştirmeye çalışan, onların sosyal açıdan da insanlara yakın olduğunu kanıtlamak isteyen evrimciler, uzun yıllar boyunca maymunlarla yaşamış, maymunlar üzerinde sayısız deney yapmış, zeka testleri uygulamış, hayali ortamlara verdikleri tepkileri gözlemlemişlerdir. Sonuç olarak ise bu hayvanlarda bilinç olmadığı, insanlara benzeyen davranışları bilinçsizce yaptıkları ortaya çıkmıştır.
Profesör Daniel J. Povinelli
Profesör Daniel J. Povinelli
Bunlardan biri Louisiana Üniversitesi'nden Profesör Daniel J. Povinelli'nin, evrimcileri tümüyle hayal kırıklığına uğratan çalışmalarıdır. Povinelli, maymun ve insan davranışlarını karşılaştırmalı olarak inceleyen en önde gelen evrimci bilim adamlarından biridir. 300 şempanzeyle beraber yaşayan Povinelli'nin tarafsız araştırmaları, evrim teorisinin hayali iddiasının son dayanağını da yıkmıştır. Povinelli, uzun çalışmalarını tek bir cümleyle şöyle özetler:
"Şempanzeler, üzerlerinde yaptığım çalışmalara çok sabrettiler ama nihayetinde bana tüylü insan çocuğu olmadıklarını öğrettiler."1
Povinelli 20 yıldan fazla bir süredir yürüttüğü araştırmalarını Scientific American dergisindeki 1998 tarihli makalesinde şu şekilde aktarır:
"Basitçe söylemek gerekirse, şempanzeler görsel algıyı bizden çok daha farklı bir şekilde anlıyorlar. Laboratuvarımızdaki diğer çalışmalar şempanzelerin hiçbir davranışı psikolojik manada anlamadıklarını ortaya koydu. Örneğin dikkatlice yapılan testler maymunların işaret jestlerindeki anlamı anlamadıklarını hatta kasıtlı ve kasıtsız davranışlar arasındaki farkı kavrayamadıklarını ortaya koydu."2
Hürriyet Bilim dergisi ise, şempanzelerin insanlar gibi politik oyunlar yapabildikleri, jestlerle, mimiklerle kendilerini ifade edebildikleri ve bu yönlerinin insan davranışlarının kökeni olduğu iddiasındadır. Oysa, bilim adamları yaptıkları araştırmalarda, şempanzelerin bu davranışları bilinçsizce yaptıklarını, içgüdüsel olarak sahip oldukları bazı davranışlar olduğunu, ama bunun dışında psikolojik anlamda bir iletişime sahip olmadıklarını ortaya koymuşlardır.

Sonuç

Hürriyet Bilim dergisinin sayfalar ayırdığı bu yazı, içi boş bir evrim propagandasından başka bir şey değildir. İnsan davranışlarının kökeni şempanzelerin davranışları değildir. İnsan bilinç ve akıl sahibi, davranışlarının şuurunda olan, plan ve hesap yapabilen, geçmişi takdir edip, geleceğe yönelik tahminlerde bulunabilen, yargı, değerlendirme yeteneğine sahip bir varlıktır. Ne şempanzelerde, ne de başka bir hayvanda bu özelliklerin hiçbiri bulunmaz. Dıştan bakıldığında insana benzer bir tavır gösterseler bile bu hayvanlar Allah'ın onlara ilham ettiği şekilde davranırlar. Ancak yaptıklarının bilincinde değildirler.
Hürriyet Bilim dergisi, insanın politik bir hayvan olmadığını, Allah'ın kendisine üflediği ruhu taşıyan, akla ve bilince sahip bir varlık olduğunu artık kabul etmelidir.

Dipnotlar

1. Daniel J. Povinelli, Scientific American, 19 Kasım 1998
2. Daniel J. Povinelli, Scientific American, 19 Kasım 1998

1 Mart 2014 Cumartesi

Evrimin Fosillere Yenilişi

Amber İçindeki Milyonlarca Yıllık Canlılar Evrimi Geçersiz Kılıyor - 3

Amber İçindeki On Binlerce Fosil Evrimi Yalanlıyor

50-35 Milyon Yıllık Baltık Amberleri


Milyonlarca Yıldan Beri Değişmeyen, Amber İçinde Canlılar
Amber içindeki bu canlıların tamamı, günümüzdeki örneklerinden farksızdırlar.
Canlılar, milyonlarca yıl boyunca değişmeden kalmışlardır. Fosil kayıtları evrimi çürütmüş, Yaratılış Gerçeğini ispat etmiştir.
Fosil kayıtlarında, evrimcilerin iddia ettikleri, hayali ara geçiş örneklerinden eser yoktur. Fosiller, milyonlarca yıl önce yaşayan canlıların, günümüzdekilerle aynı olduğunu göstermektedir.

Yeryüzünde evrim yaşanmamıştır. Yaşayan fosiller, bu açık gerçeğin birer kanıtıdır.

25 Milyon Yıllık Amber İçinde Kertenkele


40 Milyon Yıllık Amber İçinde Sinekler
40 Milyon Yıllık Sinekler ve Günümüzde Yaşayan Bir Sinek Örneği


50 Milyon Yıllık Baltık Amberleri İçinde Canlılar
Evrim teorisi tarihe karışmıştır, yaşayan fosiller bunun en büyük delillerindendir.


24-5 Milyon Yıllık Dominik Amberleri


Allah'ın, gökte ve yerde olanların hepsini bilmekte olduğunu bilmiyor musun? Gerçekten bunlar bir kitaptadır. Hiç şüphesiz bunlar(ı bilmek), Allah için pek kolaydır. Onlar, Allah'ı bırakıp da (Allah'ın) kendisine bir delil indirmediği ve haklarında (hiç bir) bilgileri olmayan şeylere tapıyorlar. Zulmedenler için hiç bir yardımcı yoktur. (Hac Suresi, 70-71)


50-40 Milyon Yıllık Baltık Amberleri


50 Milyon Yıllık Baltık Amberleri


Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Şüphesiz Allah, Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid (hamd da yalnızca O'na ait)tir. (Lokman Suresi, 26)


50 Milyon Yıllık Baltık Amberleri

Bu Canlılar, Milyonlarca Yıl Boyunca Hiçbir Değişikliğe Uğramamışlardır.

Evrim Süreci Diye Bir Şey Yaşanmamıştır.

Bu Canlılar, Her Zaman Bahçede, Sokakta Görebileceğimiz Canlılardır.

Bir amberin içinde saklanmış her bir fosil, Allah'ın milyonlarca yıl boyunca sergilediği üstün sanatın birer tecellisidir.



Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)


50 Milyon Yıllık Baltık Amberleri
Evrimciler insanları, milyonlarca yıl önce yeryüzünün garip canlılarla dolu tamamen farklı bir yer olduğuna inandırmaya çalışırlar. Oysa günümüzden yüz milyonlarca yıl önce de aynı sinekler uçmakta, aynı balıklar yüzmekte, aynı örümcekler ağ kurmaktadır. Onları şimdi en kusursuz halleriyle yaratan Allah, kuşkusuz dilediği bir zamanda aynı kusursuzlukla yaratmaya kadirdir.


Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)


50 Milyon Yıllık Baltık Amberleri

Fosil Bulguları Arasında Tek Bir Ara Form Örneğine Rastlanmamıştır.


On Milyonlarca Yıllık Fosiller, Günümüzdeki Örneklerinden Farksızdır.


Evrimciler, ele geçirdikleri sayısız fosil örneği içinden sadece tek bir ara geçiş formuna rastlasalardı -ki böyle bir şey imkansızdır-, kuşkusuz bunu sayısız yerde en büyük delil olarak kullanır, sayısız kitaba konu yaparlardı. Evrimcilerin fosil kayıtları konusunda suskun kalmalarının tek nedeni vardır:Tüm fosil örneklerinin 'Yaratılış Gerçeği'ni ilan etmesi.



Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Şu halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını Bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 11)


50 Milyon Yıllık Baltık Amberleri
Yeryüzü, içinde milyarlarca yıllık fosilleri barındıran mükemmel bir koruyucudur. Yeryüzünün her bir yanından toplanmış sayısız fosil, en önemli gerçeği gözler önüne sermiştir: Tüm varlıklar Yüce Allah'ın eseridir.

Fosil Kayıtları Yaratılış Gerçeğini Göstermiştir.
Evrimcilerin Bu Konudaki Sessizliklerinin Tek Sebebi Budur.

Darwinizm'in ara geçiş iddiası bir yalandır. Canlılar evrimleşmemiştir. Yaşayan fosiller bunun en önemli delillerindendir. Yeryüzü, Darwin'in hayali olan ara geçiş örnekleriyle değil, milyonlarca yıl önce yaşamış günümüz canlılarıyla doludur.


Göklerde ve yerde olan (herkesin ve her şeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır.Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 93-95)


50 Milyon Yıllık Baltık Amberleri
Hiçbir canlı, Darwin'in ortaya atıp takipçilerinin de savunduğu gibi, hayali bir evrimsel gelişim geçirmemiştir. Yaşayan fosiller, evrimi kesin olarak reddetmektedir.
Milyonlarca yıl önceki dünyayı görmüş, o dönemin şartlarında yaşamış olan bu canlılar, günümüze kadar, hiç değişmeden yaşamaya devam etmişlerdir. Milyonlarca nesil geçirmiş, ama günümüzdeki türdeşlerinden hiçbir farklı özellik göstermemişlerdir. Darwinistlerin iddia ettiği evrim yaşanmamıştır. Yaşayan fosillerin tümü, canlı tarihindeki bu "değişmezliği" açıkça ilan etmektedir.