29 Ocak 2013 Salı

Derin Düşünmek


Derin Düşünmek

Derin Düşünmek

manzara
Birçok insan "derin düşünmek" için, başını iki elinin arasına koyması, bir odaya, hatta bir nevi tefekkür hücresine çekilip, tüm insanlardan ve olaylardan elini ayağını çekmesi gerektiğini zanneder. Hatta "derin düşünmeyi" o kadar gözünde büyütür ki, kendisi için fazla bulur; bunun ancak "düşünürlere" ait bir özellik olduğunu sanır. Oysa Allah insanları düşünmeye çağırır ve "(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır" (Sad Suresi, 29) ayetiyle Kuran'ı insanların düşünmeleri için indirdiğini bildirir. Önemli olan insanın düşünme yeteneğini samimiyetle geliştirmesi, düşünme konusunda derinleşmesidir.
Bu konuda çaba harcamayan insanlar ise yaşamlarını derin bir "gaflet" içinde geçirirler. Gaflet kelimesi, "unutmaksızın ihmal etmek, terk etmek, yanılmak, umursamamak, dikkatsizlik yapmak" gibi anlamlar içerir. Düşünmeyen insanların içinde bulundukları gaflet hali de, yaratılış amaçlarını ve dinin bildirdiği gerçekleri unutmanın veya bunları bilerek gözardı etmenin bir sonucudur. Ancak bu, bir insan için son derece tehlikeli ve sonu cehenneme varan bir yoldur. Nitekim Allah insanları gaflete kapılmama konusunda şöyle uyarmıştır:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)
İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 39)
Kuran'da düşünüp vicdanıyla gerçekleri gören ve bundan dolayı Allah'tan korkup sakınan insanlardan bahsedilir. Hiç düşünmeden, atalarından gördükleri batıl inanış ve düşünceleri körü körüne uygulayanların ise hatalı oldukları haber verilir. Bu kişiler kendilerine sorulduğunda Allah'a inandıklarını söylerler. Ancak gereği gibi düşünmedikleri için Allah'tan korkup sakınarak davranışlarını düzeltmezler. Aşağıdaki ayetlerde düşünmeyen bu kişilerin zihniyetleri şöyle haber verilmektedir:
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)

Düşünmek İnsanların Üzerlerindeki  Büyüyü Kaldırır

Ayetlerde Allah insanlara, "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" diye sormaktadır. Ayette geçen büyü kelimesi, insanları toplu olarak etkisi altına alan zihinsel bir uyuşukluğa işaret etmektedir. Düşünmeyen insanın aklı uyuşur, görüşü puslanır, yani gözünün önündeki gerçekleri görmemiş gibi davranır, muhakemesi zayıflar. Çok açık birşeyi bile kavramaktan yoksun hale gelir. Yanı başında gerçekleşen olağanüstü olayların bilincine varamaz. Olayların girift noktalarını fark edemez. İnsanların binlerce yıldır gaflet içinde bulunmalarının, birbirlerine aktardıkları bir miras gibi toplu olarak derin düşünmekten uzak durmalarının kaynağı da bu uyuşukluktur.
Bu toplu büyünün etkilerinden birini şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:
Yeryüzünün altı, tamamen magma dediğimiz bir "ateş tabakası"yla kaplıdır. Yeryüzü kabuğu son derece incedir; yani bu ateş bize çok yakın, neredeyse hemen ayağımızın altındadır. Yeryüzü kabuğunun ne kadar ince olduğunu anlamak için şöyle bir kıyas yapabiliriz: Yeryüzü kabuğunun tüm dünyaya kıyasla kalınlığı, bir elma kabuğunun tüm elmaya kıyasla kalınlığı ile karşılaştırılabilir.
Yeryüzünün hemen altında çok yüksek ısılarda kaynayan bir tabaka olduğu herkesçe bilinir, ancak insanlar bu konu üzerinde pek düşünmezler. Çünkü bu insanların anne babaları, kardeşleri, akrabaları, arkadaşları, komşuları, okudukları gazetenin yazarları, televizyon programcıları, üniversitedeki hocaları da bunu düşünmezler.
yerkabuğunun altı, magma, lav
Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi, yerkabuğunun altı mağma tabakası ile kaplıdır. Ve yeraltı katmanlarının hareketi sonucunda mağma yerkabuğunu delerek volkanik patlamalara sebep olur. 1992 yılında İtalya'da bulunan Etna Yanardağından çıkan lavlar adeta "ateşten bir nehri" andırmaktadır.
Biz sizi bu konuda biraz düşündürelim. Bir insanın hafızasını kaybettiğini ve etrafındakilere sora sora çevreyi tanımaya çalıştığını varsayalım. Bu insan öncelikle nerede olduğunu soracaktır. Ona bastığı toprağın hemen altında ateşten kaynayan bir küre olduğu, kuvvetli bir yer sarsıntısında veya bir yanardağın patlamasında bu alevlerin yeryüzüne çıkabileceği söylense ne düşünür? Biraz daha ileri gidelim ve bu insana dünyanın sadece küçük bir gezegen olduğu ve uzay denilen sınırı bilinmeyen bir karanlık boşlukta uçmakta olduğunun da söylendiğini varsayalım. Uzay dünyanın alt tabakasından çok daha büyük tehlikeler içermektedir. Örneğin tonlarca ağırlıktaki göktaşları orada başıboş dolaşmaktadır. Bunların dünyaya yönelmemeleri ve çarpmamaları için hiçbir sebep yoktur.
Elbette ki bu insan içinde bulunduğu tehlikeli durumu bir an bile aklından çıkaramaz. Böylesine pamuk ipliğine bağlı bir ortamda insanların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini araştırır. Ve kusursuzca işleyen bir sistemin var edildiğini fark eder. Üzerinde bulunduğu gezegenin içi büyük bir tehlikeyle kaplıdır, ama bu tehlikenin her an insanları zarara uğratması da çok hassas dengelerle engellenmiştir. İşte bunu fark eden insan, dünyanın ve dünya üzerindeki tüm canlıların Allah'ın dilemesiyle, O'nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde yaşadıklarını ve güvenlik içinde varlıklarını sürdürdüklerini anlar.
Bu örnek, insanların üzerinde düşünmeleri gereken milyonlarca hatta belki milyarlarca konudan yalnızca biridir. Gafletin insanın düşünüp kavrama yeteneği üzerinde nasıl bir etki meydana getirdiğini, insanın zihinsel kapasitesini nasıl sınırladığını anlayabilmek için bir örnek daha vermek faydalı olacaktır:
İnsanlar dünya hayatının büyük bir hızla geçip tükendiğini bilmektedirler ama buna rağmen, sanki bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır gösterirler. Sanki dünyada ölüm yokmuş gibi davranırlar. İşte bu da nesilden nesile aktarılan bir nevi "büyüdür". Hatta bunun öyle şiddetli bir etkisi vardır ki, bir kişi ölümden bahsetse, insanlar üzerlerindeki büyünün bozulmasından ve gerçeklerle yüzyüze gelmekten son derece korkarak bu konuyu hemen kapattırırlar. Bütün hayatlarını iyi bir ev, yazlık ve araba almak, çocuklarını kolejde okutmak için harcamış olan insanlar, bir gün gelip de öleceklerini ve yanlarında ne arabalarını, ne evlerini, ne de çocuklarını götüremeyeceklerini düşünmek istemezler. Çözüm olarak ise, ölümden sonraki asıl hayat için birşeyler yapmaya başlamak yerine, düşünmemeyi seçerler. Oysa her insan er ya da geç, mutlaka ölecektir. Ve öldükten sonra, her insan için, -iman eden veya etmeyen- sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayatın cennette mi yoksa cehennemde mi sürdürüleceği ise bu kısa dünya hayatında yaptıklarına bağlıdır. Bu kadar açık bir gerçek varken, insanların sanki ölüm yokmuş gibi davranmalarının tek nedeni düşünmemelerinden dolayı üzerlerini bürüyen bu büyüdür. Ancak dünya hayatında düşünerek kendini bu büyüden, diğer bir deyişle gaflet halinden kurtaramayan kişiler, öldükten sonra gerçekleri gözleri ile görerek anlayacaklardır. Yüce Rabbimiz Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber verir:
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)
Ayette de belirtildiği gibi, düşünmemekten dolayı bulanıklaşan görüş, öldükten sonra ahirette hesap verirken "keskinleşecektir".
Şunu da belirtmek gerekir ki, insanlar kendi kendilerini "bilerek" böyle bir büyüye sokmaktadırlar. Bu şekilde rahat bir hayat yaşayacakları zannıyla hareket etmektedirler. Oysa asıl rahatlık, huzur, neşe ve konfor ancak aklı kapayan bu büyünün kalkmasıyla kazanılır. Üstelik insanın bir anda karar alıp üzerindeki bu zihinsel uyuşukluktan kurtulması, açık bir şuurla yaşamaya başlaması çok kolaydır. Allah bunun çözümünü insanlara sunmuştur; düşünen insanlar bu büyüyü, dünyada iken üzerlerinden kaldırabilirler. Böylece olayların bir amacı ve iç yüzü olduğunu anlar ve Allah'ın her an yarattığı hikmetleri görebilirler. 

İnsan Her An, Her Yerde Düşünebilir

Düşünmenin vakti, yeri ve koşulları olmaz. İnsan yolda yürürken, işe giderken, araba kullanırken, bilgisayarda çalışırken, bir arkadaş toplantısındayken, televizyon seyrederken, yemek yerken düşünebilir.
ırklar, insan yüzleri
 
Böyle bir kalabalık, insana Allah'ın sonsuz ve benzersiz yaratma gücünü düşündürür. Çünkü, Allah dünya var olduğu andan beri birbirinden farklı milyarlarca insan yüzü yaratmıştır.
Örneğin arabayla giderken dışarıda yüzlerce insan görmek mümkündür. Bu insanlara bakan kişi birçok farklı şey düşünebilir. Gördüğü yüzlerce insanın fiziksel görünümlerinin birbirinden tamamen farklı olduğu aklına gelebilir. Bu insanların biri diğerine kesinlikle benzememektedir. İnsanların, temelde göz, kaş, kirpik, el, kol, bacak, ağız, burun gibi aynı organlara sahip olmalarına rağmen, birbirlerinden bu kadar farklı olmaları şaşırtıcı bir durumdur. Dahası insan biraz daha düşünmeye devam ederse şunu hatırlar: Allah binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı olarak yaratmıştır. Şüphesiz bu, Allah'ın apaçık varlığının ve üstün yaratmasının delillerinden biridir.
Bu kadar çok insanı bir yerlere ulaşmaya çalışırken seyreden kişi, daha farklı düşüncelere de kapılabilir. İlk bakışta bu insanların her biri "apayrı" birer kişilik olarak görünmektedir. Hepsinin kendilerine ait bir dünyaları, istekleri, planları, yaşam şekilleri, sevindikleri ve üzüldükleri konular, zevkleri vardır. Ama bu farklılıklar yanıltıcıdır. Çünkü genel olarak her insan doğar, büyür, okula gider, iş arar, çalışır, evlenir, çocuk sahibi olur, çocuğunu okula gönderir, çocuğunu evlendirir, yaşlanır, dede veya anneanne olur ve ölür. Yani bu açıdan bakınca insanların yaşamları arasında büyük farklılıklar mevcut değildir. Bir insanın İstanbul'un herhangi bir semtinde veya Meksika'nın bir şehrinde yaşamasının değiştirdiği hiçbir şey yoktur. Bu insanların her biri mutlaka bir gün ölecektir; hatta 100 sene sonra bu insanlardan belki bir tanesi bile hayatta kalmayacaktır. İşte bunları fark eden kişi düşünmeye devam eder ve kendine şu soruları sorar: "Bir gün hepimiz öleceğimize göre neden herkes bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır içerisinde? Öleceği kesin olan bir insanın ölümden sonraki yaşantısı için çabalaması gerekirken, insanların tamamına yakını nasıl olup da sanki hiç dünya hayatları sona ermeyecekmiş gibi davranabiliyorlar?"
İşte bu insan, düşünen ve düşündüklerinden hayati bir sonuca varabilen kişidir. Ama insanların büyük bir çoğunluğu bu konuları pek düşünmez. Aniden "şu anda ne düşünüyorsun?" diye sorulsa, son derece gereksiz ve kendilerine pek fayda getirmeyecek şeyler düşündükleri ortaya çıkar. Oysa insan, uyandığı andan uyuyana kadar geçen zaman içerisinde her an "anlamlı", "hikmetli", "önemli" konuları "düşünebilir", düşündüklerinden sonuçlar çıkarabilir.
Allah Kuran'da müminlerin her koşulda düşündüklerini ve bu düşüncelerinden fayda verecek sonuçlar çıkardıklarını şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Ayette de bildirildiği gibi müminler düşünen insanlar oldukları için, yaratılıştaki mucizevi yönleri görebilmekte ve Allah'ın gücünü, ilmini ve aklını takdir edebilmektedirler.

Samimi ve Allah'a Yönelerek Düşünmek

bulut
 
Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti.
(İnfitar Suresi, 6-8)
Düşünmenin bir kişiye fayda getirmesi, onu doğru sonuca ulaştırabilmesi için insanın daima olumlu yönde düşünmesi gerekir. Örneğin, bir insan karşısında kendisinden çok daha güzel birini gördüğünde, bu kişinin güzelliğini düşünüp kendi eksikliklerinden dolayı bir eziklik duyarsa veya o kişiyi kıskanırsa bu Allah'ın razı olmayacağı bir düşünce olur. Ancak Allah'ı razı etmek amacında olan bir insan, bu kişinin güzelliğinin Allah'ın kusursuz yaratışının bir tecellisi olduğunu düşünür. Bu kişiye Allah'ın yarattığı bir güzellik olarak baktığından, büyük bir zevk alır. Ahirette Allah'ın bu kişinin güzelliğini artırması için dua eder. Ayrıca kendisi için de Allah'tan ahirette gerçek ve sonsuza kadar sürecek olan bir güzellik ister. Dünyada insanın hiçbir zaman kusursuz olamayacağını, çünkü dünyanın imtihanın gereği olarak eksik yaratıldığını düşünür. Cennete olan özlemi artar. Kuşkusuz bu, samimi düşüncenin sadece bir örneğidir. İnsan yaşamı boyunca bu tarz pek çok olayla karşılaşır. Bu olaylar sırasında Allah'ın hoşnut olacağı bir ahlak sergileyip sergilemediğiyle denenir.
Elbette denemede başarılı olabilmesi ve düşünmenin kendisine ahireti için bir hayır getirmesi, insanın düşündüğü şeylerden öğüt ve ibret almasına bağlıdır. Bunun içinse insanın daima samimi olarak düşünmesi şarttır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmiştir:
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)

deniz
 
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun? İnsan demektedir ki: "Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?" İnsan önceden, hiç bir şey değilken, gerçekten Bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu?
(Meryem Suresi, 65-67)



Sayın Adnan Oktar'ın 8 Nisan 2009 Tarihinde
Canlı Olarak Yayınlanan Tempo Tv Röportajı'ndan…
ADNAN OKTAR: İnsan, Allah'a kulluk yapması için yaratılmıştır. Kulluk görevi vardır. Fakat Allah bizleri imtihan eder; ama imtihanda bizim ne yaptığımızı kontrol ettikten sonra, tespit ettikten sonra bizim ne olduğumuzu anlamaya ihtiyacı yoktur Allah'ın. Allah zaten bunları sonsuz öncede bilendir. Çünkü tüm bunları Allah yaratmıştır. Allah bilir, ne yaptığımızı bilir. Allah'ın batındaki asıl amacı, bize kendi kendimizi tanıtmaktır; yani, biz nasıl bir insanız, ahlakımız nasıl, kişiliğimiz nasıl? ... Eğer Allah nasip eder de cennete gidersek, biz kendimiz için; "Çok iyi insandım, hizmet ederdim, konuşurduk, sohbet ederdik, tebliğ yapardım, fakirlere yardım ederdim, insanları zorluk anında desteklerdim" diyerek, kendimize sevgimiz oluşmuş olacak. Yani, cennette biz bir renk kazanmış olacağız.

İnsanlar Genelde
Neler Düşünürler?

şelale
Dünyaya gelmeden önce yok olduğunuzu ve yokken bir anda var olduğunuzu hiç düşündünüz mü?
Önceki bölümlerde insanların gereği gibi düşünmediklerinden, düşünme yeteneklerini geliştirmediklerinden söz ettik. Ancak burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta vardır. Elbette her insan hayatı boyunca her an aklından bir şeyler geçirir. İnsan zihninin bomboş olduğu anlar -uyku hali dışında- pek yok gibidir. Ancak bu düşüncelerin büyük bir kısmı ahireti için fayda vermeyecek,"boş ve gereksiz", insanı hiçbir sonuca vardırmayan, insana hiçbir şey kazandırmayan, yararsız düşüncelerdir.
İnsan gün içinde neler düşündüğünü hatırlamaya çalışsa ve bunları bir yere not etse, günün sonunda da bunları incelese, birçoğunun ne kadar faydasız olduğunu anlayacaktır. Veya bunların bir kısmını faydalı bile görse, hatalı düşünüyor olabilir. Çünkü genelde insanlara doğru gelen şeyler gerçekte onlara ahirette bir fayda vermeyecek düşünceler olabilir.
İnsanlar günlük yaşamları içinde nasıl boş işlerle uğraşıp boşa vakit harcayabiliyorlarsa, aynı şekilde boş düşüncelere kapılarak da boşa vakit geçirebilirler. Allah Kuran'da, "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir" (Müminun Suresi, 3) ayetiyle müminleri övmekte ve bu güzel tavrı örnek göstermektedir. Allah'ın bu emri kuşkusuz insanın düşünceleri için de geçerlidir. Çünkü düşünceler, eğer insan onlara bilinçli bir şekilde hakim olmazsa, insanın zihninden sürekli akıp gider. İnsan bir düşünceden diğerine bilinçsizce geçip durur. Akşam eve giderken yapacağı alışverişi düşünürken, bir anda iki sene önce bir arkadaşının kendisine söylediği sözü düşündüğünü fark eder. Bu başıboş ve yararsız düşünme gün boyunca aralıksız devam edebilir.
Halbuki düşüncelerine hakim olmak insanın kendi elindedir. Her insan bilinçli bir yönlendirme ile, kendini, imanını, aklını, tavrını, çevresini geliştirebilecek şeyler düşünme yeteneğine sahiptir. 
Bu bölümde gaflet içinde olan insanların genellikle ne tür şeyler düşünmeye yöneldiklerinden söz edeceğiz. Bu konuların detaylı olarak anlatılmasının nedeni, bu kitabı okuyan insanların, örneğin ertesi gün işe veya okula gittiklerinde veya herhangi bir iş yaparken, zihinlerinden burada sayılanlara benzer bir şey geçtiğinde, hemen boş bir şey düşündüklerini fark etmeleri ve düşüncelerine hakim olarak kendilerine gerçek anlamda fayda verecek şeyler düşünmelerini sağlamaktır.

Boş Kuruntular

İnsan düşüncelerini hayır getirecek yönde kontrol etmediği zaman sık sık kuruntular içine düşebilir veya olmamış olayları zihninde sanki olmuş gibi kurgulayıp bunlar için üzüntüye, sıkıntıya, endişeye veya korkuya kapılabilir.
Örneğin çocuğu üniversite sınavlarına hazırlanan bir kişi, henüz sınav gerçekleşmeden, çocuğunun sınavı kazanamadığı takdirde neler olabileceğini kurgular: "Oğlu ileride iyi bir iş bulamazsa, yeteri kadar para kazanamazsa, o zaman evlenemez. Evlense bile düğün masraflarını nasıl karşılar? İmtihanı kazanamazsa babasının verdiği kurs paraları boşa gidecek, üstelik çevreye de rezil olacaklardır. Ya en iyi arkadaşının çocuğu kazanır da kendi çocuğu kazanamazsa..."
Bu kuruntular bu şekilde uzayıp gider. Oysa çocuğu daha imtihana bile girmemiştir. Din ahlakından uzak olan her insan yaşamı boyunca bu tür boş kuruntulara kapılmaktan uzak duramaz. Elbette bunun bir sebebi vardır. Kuran'da insanların boş kuruntulardan kurtulamamalarının sebebinin şeytanın telkinlerine kulak vermek olduğu şöyle haber verilmiştir:
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim…. (Nisa Suresi, 119)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi boş kuruntulara kapılan, Allah'ı unutan ve düşünmeyen bir insan aslında daima şeytanın telkinlerine açıktır. Diğer bir deyişle bir insan dünya hayatına kanarak iradesini kullanmaz, vicdanlı davranmaz ve kendini olayların akışına bırakırsa tamamen şeytanın kontrolü altına girer. Şeytanın en belirgin özelliklerinden biri de insanlara vesvese ve kuruntular vermesidir. İşte zihinlerde kurgulanan bu kuruntular, karamsarlık ve "ya şöyle olursa ben ne yaparım?" endişeleri şeytanın telkinleri ile oluşur.
Ama Allah bu durumdan kendilerini kurtarabilmeleri için insanlara yol göstermiştir. Kuran'da şeytandan bir vesvese geldiğinde insanlara Allah'a sığınmaları ve düşünmeleri bildirilmektedir:
(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Şeytanın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar. (Araf Suresi, 201-202)
Ayetlerde de haber verildiği gibi düşünen insan doğru olanı görür, düşünmeyen insan ise şeytan onu nereye sürüklerse oraya gider. 
Önemli olan bu tarz düşüncelerin insana hiçbir fayda sağlamadığını, aksine gerçekleri, önemli olayları düşünmelerini engellediğini bilmek ve zihni bunlardan arındırmaktır. İnsan ancak boş düşüncelerden arınmış bir zihinle  gereği gibi düşünebilir. Bu şekilde Allah'ın Kuran'da emrettiği gibi, "boş şeylerden yüz çevirmiş" olur.
çiçekler
 

De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma."(denildi.) De ki: "Şüphesiz ben, Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından 

Düşünmeyi Engelleyen
Nedenler Nelerdir?

İnsanların düşünmelerini engelleyen birçok neden vardır. Bunlar insanı düşünmekten, gerçekleri görmekten alıkoyabilir. Bu yüzden, her insanın kendisine olumsuz yönde etki eden sebepleri teşhis etmesi ve bunların etkisinden kurtulması şarttır. Aksi takdirde, dünya hayatının gerçek yüzünü göremez. Bu ise ahirette ona çok büyük bir kayıp getirir.
Allah Kuran'da, yüzeysel düşünme alışkanlığına sahip insanların durumunu şöyle bildirir:
Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.  Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 7-8)
Bu bölümde düşünmeyi engelleyen nedenlerden bazıları üzerinde duracağız.

Çoğunluğa Uymanın Getirdiği Zihinsel Uyuşukluk 

İnsanları en çok yanıltan konulardan biri "çoğunluğun" yaptıklarının doğru olduğuna inanmalarıdır. Bir insan doğruları düşünerek bulmak yerine hep çevresindeki insanların öğrettiklerini kabullenmeye yönelir. Çoğu zaman kendisine ilk başta garip gelen şeyleri diğer insanların doğal karşıladıklarını görür ve bir süre sonra kendisi de bunları benimsemeye başlar.
Örneğin çevresindeki insanların çok büyük bir kısmı bir gün öleceklerini düşünmezler. Hatta ölümü hatırlamamak için bu konuda kimseyi konuşturmazlar bile. Bunu gören insan da çevresine bakar, "Herkes böyle olduğuna göre benim de böyle davranmamda bir sakınca olmaz" der ve ölümü hiç aklına getirmeden yaşamaya başlar. Oysa çevresindeki her insan Allah korkusuyla davransa ve ahiret için ciddi bir çaba içine girse, çok büyük bir ihtimalle bu kişi de tavrını değiştirecektir.
Veya televizyonlarda, dergilerde her gün yüzlerce felaket, haksızlık, adaletsizlik, zulüm, intihar, cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık haberi okunur, binlerce yardıma muhtaç insandan söz edilir. Ancak birçok insan bu haberleri okuyup gazetenin sayfalarını gönül rahatlığı ile çevirir. Genellikle insanlar bu tarz haberlerin neden bu kadar çok olduğu, bunların engellenmesi için neler yapılması, nasıl önlemler alınması gerektiği, hatta kendilerinin bu konuda neler yapabileceklerini düşünmezler. Çünkü çevrelerindeki diğer insanların büyük bir çoğunluğu da bunları düşünmez. Çoğu kişi "dünyayı kurtarmak bana mı kaldı?" mantığı içerisinde sorumluluğu başkalarına atar.

Düşünce Tembelliği

Tembellik, insanların büyük çoğunluğunun düşünmesini engelleyen bir nedendir.
Düşünce tembelliğinden dolayı insanlar herşeyi hep gördükleri ve alıştıkları şekilde yaparlar. Günlük hayattan bir örnek vermek gerekirse, ev kadınlarının yaptıkları temizlik hep annelerinden gördükleri şekildedir. Genellikle, "ne yaparsam daha pratik veya daha temiz olur" diye düşünmez ve yeni yollar aramazlar. Aynı şekilde erkekler de bir tamirat vs. yapılması gerektiğinde, çocukluklarından itibaren kendilerine öğretilen metodları kullanırlar. Yeni bir yönteme, daha pratik ve akılcı olabilecek bir şeyi uygulamaya pek yanaşmazlar. Bu insanların konuşma üslupları da hep aynıdır. Örneğin bir muhasebecinin konuşma üslubu, hayatı boyunca gördüğü muhasebecilerin aynısıdır. Doktorların, bankacıların, satıcıların.… Kısacası her kesimden insanın kendine özgü bir konuşma stili vardır. Çünkü bu insanlar düşünerek en uygun, en güzel, en hayırlı olanı arayıp bulmazlar. Hep gördüklerini taklit ederler. 
Sorunlara getirilen çözümler de düşünce tembelliğini yansıtacak şekildedir. Örneğin bir apartman yöneticisi apartmanın çöp sorununa bir önceki yöneticilerin getirdikleri çözümün aynısını getirir. Veya bir belediye başkanı yol sorununu daha önceki belediye başkanlarının ne yaptıklarına bakarak çözmeye çalışır. Birçok olayda düşünmemekten dolayı yeni çözümler getiremez.
Elbette burada verilen örnekler insanların günlük yaşamları içinde zararını gördükleri konulardır. Ancak bunlardan çok daha önemli konular vardır ki, insanların bu konularda tembellik yaparak düşünmemeleri onları büyük ve ebedi bir hüsrana uğratır. İnsanın dünyada varoluş amacını düşünmemesi, ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu, ölümün ardından ise mutlaka hesap günüyle karşılaşacağını gözardı etmesi bu hüsranın kaynağıdır. Allah Kuran'da insanları bu önemli gerçekler üzerinde düşünmeye davet etmiştir. Bu ayetlerden bazılarında şöyle buyrulmaktadır:
İşte bunlar, kendilerini hüsrana uğratanlardır ve yalan olarak uydurdukları (düzme tanrılar da) onlardan uzaklaşıp-kaybolmuşlardır. Hiç şüphesiz bunlar, ahirette en çok hüsrana uğrayanlardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 21-24)
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)

"Fazla Düşünmek İyi Değildir" Şeklindeki Yanlış Telkin

Toplumda derin düşünmenin pek makbul olmadığına dair yaygın bir yanlış inanç vardır. Hatta insanlardan bazıları birbirlerini "fazla düşünme delirirsin" diyerek uyarırlar. Elbette bu, dinden uzak insanların uydurdukları batıl bir düşünceden başka bir şey değildir. İnsanın kaçınması gereken şey düşünmek değil, olumsuz düşünmek, kuruntulara ve vesveselere kapılmaktır.
Allah ve ahiret inancı güçlü olmayan, Kuran'ı iyi bilmeyen insanlar iyilik ve güzellik yönünde değil de, olumsuz yönde düşündükleri için, düşünmelerinin sonucunda gerçekten de pek faydalı sonuçlar çıkmaz. Örneğin dünya hayatının geçici olduğunu, bir gün gelip de öleceklerini düşünürler, ancak bundan dolayı büyük bir karamsarlığa kapılırlar. Çünkü vicdanen dünyada Allah'ın emirlerini uygulamadan geçirdikleri bir hayatın, ahirette onlara kötü bir son hazırladığının farkındadırlar. Bir kısmı da ölünce yok olacakları gibi batıl bir düşünceye inandıkları için karamsarlığa kapılırlar.
Oysa Allah'a ve ahiret gününe inanan, akıl sahibi bir insan dünya hayatının geçici olduğunu düşündüğünde bambaşka çok güzel sonuçlara varır. Herşeyden önce dünyanın geçici olduğunu anlaması, ahiretteki gerçek ve sonsuz hayatı için çok şevkli bir çaba içerisine girmesine neden olur. Buradaki yaşamın er ya da geç biteceğini bildiği için dünyevi çıkarların ve hesapların hırsına kendini kaptırmaz. Son derece tevekküllü olur. Bu geçici hayatta meydana gelen hiçbir olay onu üzmez. Daima sonsuz ve güzel bir hayata kavuşmanın umudunu taşır. Dünyadaki nimetlerden ve güzelliklerden de çok fazla zevk alır. Çünkü Allah dünyayı insanları denemek için eksik ve kusurlu yaratmıştır. Bu eksik ve kusurlu dünyada bile insanın hoşuna giden çok sayıda güzellik varsa, cennetteki güzellikler hayal edilemeyecek kadar muhteşemdir diye düşünür. Her gördüğü güzelliğin ahirette aslını görebilmeyi umar. Ve bunların tümünü de derin derin düşünerek kavrar.
Dolayısıyla bir insanın "sonunda gerçekleri görerek ya karamsarlığa düşersem" diye endişelenmesi ve bundan dolayı düşünmekten kaçması onun için büyük bir kayıp olur. Çünkü Allah'a olan imanı sayesinde daima umut içerisinde olan ve olumlu düşünen bir insan için karamsarlığa neden olabilecek hiçbir olay yoktur.

Düşünmenin Getireceği Sorumluluklardan Kaçmak

Çoğu kişi düşünmekten, konular üzerinde zihnini çalıştırmaktan uzak durarak pek çok sorumluluktan kaçabileceğini düşünür. Hatta dünyada bunu uygulayarak birçok konudan da kendini muaf tutmayı başarabilir. Ancak insanların en büyük yanılgılarından biri, düşünmeyerek Rabbimiz'e karşı olan sorumluluklarından kaçabileceklerini sanmalarıdır. İnsanların ölümü ve ölümden sonraki yaşamı düşünmemelerinin asıl nedeni de budur. Çünkü bir insan bir gün öleceğini düşünse ve ölümden sonra sonsuza dek bir yaşam olduğunu hatırlasa, var gücüyle ölümden sonraki yaşantısı için çalışmak durumunda kalır. Ancak ahiretin varlığını düşünmeyince böyle bir sorumluluktan kurtulduğunu zannederek kendini kandırır. Ama bu büyük bir aldanıştır ve insan bu dünyada düşünerek doğruya ulaşamazsa, ölümle birlikte kendisi için hiçbir kaçış olmadığını anlayacaktır. Bu gerçek ayetlerde şöyle haber verilir:
O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da). Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Kaf Suresi, 19-20)

Günlük Hayatın Akışına Kapılarak Düşünmemeleri

günlük hayat
 
İnsanları derin düşünmekten alıkoyan en önemli etkenlerden biri günlük yaşantılarında yapmaları gereken işlerinin yoğunluğudur.
İnsanların büyük bir çoğunluğu tüm yaşamlarını bir "koşuşturma" içinde geçirirler. Belirli bir yaşa geldikleri andan itibaren çalışmaları, kendilerini ve ailelerini geçindirmeleri gerekir. Buna "yaşam mücadelesi" adını verirler ve bu mücadelede oradan oraya koşturmaktan başka işlere vakit kalmadığından yakınırlar. Bu sözde "vakitsizlik" içinde düşünmek, bir türlü vakit ayıramadıkları konulardandır. Böylece günlük yaşantılarının onları çektiği yere doğru sürüklenip dururlar. İnsanların büyük çoğunluğu bu hayat şekli içerisinde çevrelerinde olup biten olaylara karşı da duyarsızlaşırlar. 
Oysa insanın amacı bu dünyada oradan oraya koşturup, buradaki zamanı tüketmek olmamalıdır. Asıl olan dünyanın gerçek yüzünü görebilmek ve ona göre bir hayat şekli benimsemektir. Hiçbir insanın yegane amacı, para kazanmak, işe gitmek, üniversitede okumak, ev sahibi olmak değildir. Elbette insanın yaşamı içerisinde bunları yapması gerekir, ancak tüm bunları yaparken aklından çıkarmaması gereken bir konu vardır: Her insanın dünyada bulunuş amacı Allah'a kul olmak, Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çalışmaktır. Bu amaç dışındaki tüm eylemler veya işler sadece ve sadece insanın gerçek amacına ulaşmasına yardımcı birer "araç" olabilirler. Aracı amaç edinmek ise şeytanın insanları içine düşürdüğü çok büyük bir yanılgıdır.
Ancak düşünmeden yaşayan bir insan bu araçları kolaylıkla kendine amaç edinebilir. Bu konuda günlük hayattan şöyle bir örnek verebiliriz: İnsanın çalışıp topluma faydalı şeyler üretmesi kuşkusuz güzel bir davranıştır. Allah'a iman eden bir insan böyle bir çalışmayı şevkle yapar ve karşılığını da hem dünyada, hem de ahirette Allah'tan bekler. Ama başka bir insan aynı fiili Allah'ı unutarak, yalnızca bu dünyaya yönelik bazı çıkarlar için, insanlardan takdir görecek bir makam elde etmek için yapıyorsa, işte bu noktada yanılgıya düşmüştür. Ve ahirette gerçeklerle karşılaştığında bundan dolayı tarif edilemez bir pişmanlık duyacaktır. Allah dünya hayatına dalanlar için bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Sizden önceki (münafıklar ve kafirler) gibi. Onlar sizden kuvvet bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar kendi paylarıyla yararlanmaya baktılar; siz de, sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlanmaya kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız ve siz de (dünyaya ve zevke) dalanlar gibi daldınız. İşte onların dünyada ahirette bütün yapıp-ettikleri (amelleri) boşa çıkmıştır ve işte onlar kayba uğrayanlardır. (Tevbe Suresi, 69)

Herşeye "Alışkanlık Gözü"yle Bakmak ve
Bu Nedenle Üzerinde Düşünmeye Gerek Görmemek

İnsanlar bazı şeylerle ilk kez karşılaştıklarında, ondaki olağanüstülüğü anlayabilirler ve bu, onların düşünmelerine, gördükleri şeyi inceleyip araştırmalarına neden olabilir. Ancak bir süre sonra bu şeye karşı bir alışkanlık oluşur ve artık etkilenmemeye başlarlar. Özellikle de hemen her gün karşılaştıkları bir varlık veya olay, artık onlar için "sıradan" bir şey haline gelir.
Örneğin bazı doktor adayları ilk kez ölü bir insanın bedenini gördüklerinde bundan son derece etkilenirler. Veya ilk kez bir hastaları öldüğünde bu, onları uzun uzun düşündürür. Belki birkaç dakika önce hayat dolu, gülen, planları olan, konuşan, zevk alan bir insanın, gözleri ışıl ışıl, canlı iken birden bire cansız, adeta bir eşyaya benzeyen bedeni karşılarına çıkar. İlk kez otopsi yapmaları için önlerine bir kadavra geldiğinde bu cesette gördükleri herşeyi düşünürler. Örneğin bu bedenin büyük bir hızla çürümesi, içinden dayanılmaz bir kokunun çıkması, yaşarken göze hoş gelen saçların dokunmaya bile tahammül edilemeyecek bir hale gelmesi hep üzerinde düşündükleri konulardır. Bunların ardından da şunu düşünürler: Her insanın yapı malzemesi tamamen aynıdır ve herkesin bedeni mutlaka aynı sona uğrayacaktır, yani kendileri de bir gün bu hale geleceklerdir.
Ancak birkaç kadavra gördükten veya birkaç hastasını kaybettikten sonra bu kişiler üzerinde ülfet (alışkanlık) oluşmaya başlayabilir. Artık gördükleri kadavralara, hatta hastalara bir eşyaymış gibi davranmaya başlarlar.
Bu durum elbette ki sadece doktorlar için geçerli değildir. İnsanların büyük bir çoğunluğu için yaşamlarının pek çok alanında aynı durum söz konusudur. Örneğin zor koşullarda yaşayan bir insana, birdenbire rahat bir yaşam tarzı sunulduğunda, gördüğü ve sahip olduğu herşeyin kendisi için bir nimet olduğunu anlar. Yattığı yatağın daha rahat olması, evinin güzel bir manzaraya bakması, canının istediği şeyi alıp yiyebilmesi, kışın evini dilediği gibi ısıtabiliyor olması, bir yerden bir yere giderken arabası ile kolaylıkla gidebilmesi ve daha birçok şey bu kişi için birer nimettir. Eski durumu aklına geldikçe, bunların her birinin sevincini yaşar. Ancak doğduğu andan itibaren bu imkanlara sahip bir insan bunların kıymetini o kadar düşünmeyebilir. Bu güzellikleri takdir etmesi de -düşünmediği müddetçe- pek mümkün olmaz.
Düşünen bir insanın ise ne doğduğu andan itibaren bu nimetlere sahip olması, ne de sonradan elde etmesi fark etmez. Çünkü hiçbir zaman sahip olduğu şeylere alışkanlık gözüyle bakmaz. Her birini kendisi için Allah'ın yarattığını, dilerse bunları kendinden geri alabileceğini bilir. Örneğin müminler kendilerini taşıyacak bineklere yani araçlara bindiklerinde şöyle dua ederler:
... Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne Yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık…  (Zuhruf Suresi, 13)
Ve biz elbette, Rabbimiz'e çevrilip-döneceğiz." (Zuhruf Suresi, 14)
Başka bir ayette de müminlerin, bahçelerine girdiklerinde Allah'ı tesbih  ederek "... MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur..." (Kehf Suresi, 39) dedikleri  bildirilir. Bu, onların her bahçelerine girdiklerinde bu bahçeyi yaratanın ve onu ayakta tutanın Allah olduğunu düşündüklerinin bir göstergesidir. Düşünmeyen bir insan ise güzel bir bahçeyi ilk gördüğünde etkilenebilir, ancak daha sonra burası onun için giderek sıradan bir yer haline gelmeye başlar. İçindeki güzelliklere olan hayranlığı kaybolur. Bazı insanlar ise hiç düşünmedikleri için, daha en baştan bu nimetlerin farkına varamazlar. Kendilerine verilen nimetleri "alışılmış", "olması gereken" şeyler olarak değerlendirme yanılgısına kapılırlar. Bu yüzden de bunlardaki güzelliklerden zevk alamazlar.

Sonuç: İnsanın Düşünmesini Engelleyen Tüm Nedenleri Ortadan Kaldırması Şarttır

Daha önce belirttiğimiz gibi, insanların büyük bir çoğunluğunun düşünmemesi ve gerçeklerden gafil olarak yaşaması kişinin düşünmemesi için geçerli bir mazeret olamaz. Çünkü her insan kendi başına müstakil bir varlıktır ve Allah'a karşı tek başına sorumludur. Unutmamak gerekir ki, Allah insanları dünya hayatında denemektedir. Diğer kişilerin duyarsızlığı, düşünmeyen, akletmeyen, gerçekleri göremeyen insanlar olmaları da çoğu zaman bu imtihanın bir parçasıdır. Ve samimi olarak düşünen bir insan, "insanların büyük bir bölümü düşünmüyor ve bunların farkında değil, neden bir tek ben düşüneyim" demez. Hatta insanların büyük bir bölümünün içinde bulunduğu gafleti düşünerek ibret alır ve onlardan biri olmaktan Allah'a sığınır. Diğer insanların içinde bulundukları durumun kendisi için bir mazeret olamayacağı açıktır. Çünkü Allah Kuran'da insanların çoğunun gaflet içinde olduklarını ve iman etmediklerini pek çok ayetiyle bildirmektedir. Bu ayetlerden bazılarında şöyle buyrulmaktadır:
Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. (Yusuf Suresi, 103)
Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitabın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak insanların çoğu iman etmezler. (Rad Suresi, 1)
Olanca yeminleriyle: "Öleni Allah diriltmez" diye yemin ettiler. Hayır; bu, O'nun üzerinde hak olan bir vaidtir, ancak insanların çoğu bilmezler. (Nahl Suresi, 38)
Andolsun bunu, onların arasında öğüt alıp-düşünsünler diye çeşitli biçimlerde açıkladık. Ama insanların çoğu nankörlük edip ayak direttiler. (Furkan Suresi, 50)
Allah başka ayetlerinde insanların çoğunluğuna uyarak yoldan sapan, yaratılış amacını düşünmeyerek Allah'ın emirlerini yerine getirmeyen insanların uğrayacakları sonu da haber vermiştir:
İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)
Bu nedenle her insanın düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir şekilde Allah'ın yarattığı her olay ve her varlık üzerinde düşünmesi, düşündüklerinden kendisi için bir öğüt ve ders çıkarması gerekir.
Bundan sonraki bölümde bir insanın günlük hayatı içinde karşılaşabileceği bazı olaylar ve varlıklar hakkında neleri düşünebileceğinden bahsedilecektir. Amacımız, burada bahsedilen konuların bu kitabı okuyanlara rehber olması ve bundan sonraki hayatlarını "düşünen ve düşündüklerinden öğüt ve ders alan" kişiler olarak geçirmeleridir.

Üzerinde Düşünülmesi Gerekenler 1

ölüm ve yaşam
Kitabın başından bu yana düşünmenin öneminden, insana kazandırdıklarından, insanı diğer canlılardan ayırt eden çok önemli bir özellik olduğundan söz ettik. Ayrıca düşünmeyi engelleyen nedenlere de değindik. Kuşkusuz tüm bunlardaki amaç, insanları düşünmeye teşvik ederek, yaratılış amaçlarını görebilmelerine, Allah'ın sonsuz ilmini ve kudretini takdir edebilmelerine yardımcı olmaktı.
İlerleyen sayfalarda ise Allah'a iman eden bir insanın bir gün boyunca yaşadığı olaylar karşısında neler düşünmesi gerektiğini, gördüğü olaylardan nasıl ibretler çıkarması, karşılaştığı herşeyde Rabbimiz'in sanatını ve ilmini görerek nasıl Allah'a şükretmesi ve yakınlaşması gerektiğini anlatacağız.
Elbette burada bahsedilecek olanlar bir insanın düşünme kapasitesinin çok küçük bir bölümünü kapsamaktadır. İnsan yaşadığı her an düşünme yeteneğine sahiptir. Ve insanın düşünce ufku öylesine geniştir ki, bunlara bir kısıtlama, sıralama getirmek mümkün değildir. Burada anlatılacak olanların amacı, yalnızca düşünme yeteneğini gereği gibi kullanmayan kişilere bir yol açmaktır.
Unutmamak gerekir ki, ancak düşünen insanlar akledebilir ve diğer canlılardan farklı bir konuma ulaşabilirler. Çevresindeki mucizevi olayları göremeyen, görüp de akledemeyen insanların durumunu Allah ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)
… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 44)
Allah'ın ayetlerini, yarattığı canlılardaki ve olaylardaki mucizevi yönleri görebilen, dolayısıyla akledebilen insanlar ise ancak düşünen insanlardır. Ve bu insanlar gördükleri küçük büyük herşeyden bir sonuç çıkarabilirler.

Sabah Uyandığında…

İnsanın düşünmeye başlaması için özel bir ortam oluşmasına gerek yoktur. Sabah kalktığı andan itibaren düşünmek için önüne birçok imkan serilir.
Sabah uyanan insanın önünde koca bir gün vardır. Genellikle yorgun veya uykusuz değildir, herşeye yeniden başlamaya hazırdır. Bunu düşünen insanın aklına Allah'ın bir ayeti gelir:
O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır. (Furkan Suresi, 47)
Kafasını toparlaması, tam olarak ayılması için yüzünü yıkaması, duş alması yetecektir. Artık insan kendisi için faydalı pek çok şeyi düşünebilecek bir konumdadır. Kahvaltıda ne yiyeceğinden veya evden kaçta çıkması gerektiğinden daha önemli konular vardır ve öncelikle bunları düşünmesi gereklidir.
uyuyan bebek
 
Sabah kalktığı andan itibaren insanın önüne düşünmesi için birçok imkan çıkar. Örneğin insanın sabah uyanabilmesi çok büyük bir mucizedir.
Öncelikle sabah uyanabilmesi büyük bir mucizedir. Bilincini tamamen kaybetmesine rağmen sabah yine eski bilinci ve kişiliği ile geri dönmüştür. Kalbi atmakta, nefes alabilmekte, konuşabilmekte ve görebilmektedir. Oysa gece uykuya dalarken, bu nimetlerin sabah tekrar verileceğinin hiçbir garantisi yoktur. Üstelik gece boyunca başına herhangi bir felaket de gelmemiştir. Örneğin oturduğu apartmanda bir komşusunun dalgınlığı gaz kaçağına sebep olabilir ve gece büyük bir patlamayla uyanabilirdi. Bulunduğu bölge doğal bir felakete maruz kalabilir, belki hayatını kaybedebilirdi.
Vücudunda başka sorunlar olabilir, örneğin şiddetli bir böbrek sancısı, baş ağrısı ile uyanabilirdi. Ama bunların hiçbiri olmamıştır ve sapasağlam olarak uyanmıştır. Tüm bunları düşününce Allah'ın kendi üzerindeki bu geniş rahmeti ve koruması için O'na şükreder.
Yeni bir güne sağlıklı olarak başlamak, insanın ahireti için daha fazla kazanç sağlayabilmesi için Allah'ın ona bir fırsat daha vermesi demektir.
O halde yapılacak en güzel davranış, günü Allah'ı razı edecek biçimde geçirmektir. İnsan herşeyden önce bunun planlarını kurmalı, kafasını işgal eden düşünceler bunlar olmalıdır. Allah'ı razı etmenin en önemli yönlerinden biri ise bu konuda O'ndan yardım istemektir. Hz. Süleyman'ın ihlaslı duası bu konuda müminlere örnektir:
... Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat. (Neml Suresi, 19)

İnsanın Acizliğinin Düşündürdükleri

temizlik
 
İstisnasız her insan sabah kalktığı andan itibaren birçok acizliğiyle ilgilenmek durumundadır. Allah dünya hayatında yarattığı bu eksiklikleri düşünmemizi ister.
İnsan, sabah yataktan kalkar kalmaz aciz bir varlık olduğunu fark ederek düşünmeye başlar. Her sabah mutlaka yüzünü yıkaması, dişlerini fırçalaması gerekir. Bunları gören insan diğer acizliklerini de düşünmeye başlar. Örneğin her gün banyo yapmak zorunda olması, incecik derisinin altının bakmakta zorlanılacak kadar kötü görünmesi, vücudunun enfeksiyona son derece açık olması, uykusuzluğa, açlığa ve susuzluğa dayanamaması hep acizliğinin göstergeleridir.
Sabah aynaya bakan bir insanın eğer yaşı ilerlemişse aklına daha başka düşünceler de gelir. Hayatının ortalama ilk 20 senesinden sonrasında ilk yaşlanma belirtileri başlamıştır. 30'lu yaşlara geldiğinde gözaltları, ağız kenarları kırışmaya başlamış, cildinin eski diriliği kalmamış, vücudunun büyük bir bölümünde deformasyon görülmeye başlamıştır. Yaşı daha da ilerledikçe saçları beyazlamış, hatta elleri bile yaşlanmıştır.
Bunları düşünen bir insan için yaşlılık dünya hayatının geçiciliğini gösteren, insanın dünyaya hırsla bağlanmasını engelleyen en etkili olaylardan biridir. Yaşlanmaya başlayan kişi artık dünya hayatında geriye bir sayım başladığını anlar. Aslında yaşlanan ve geriye sayımı başlayan, insanın bedenidir. Beden gün geçtikçe çürür, ancak insanın ruhunda bir yaşlanma olmaz. İnsanların çoğunluğu gençliklerinde güzel veya çirkin olmalarının şiddetli olarak etkisi altında kalırlar. Genellikle güzel olan kibirlidir, çirkin olan ise ezik ve mutsuz olur. Yaşlılık ise bedenin güzelliğinin veya çirkinliğinin ne kadar geçici olduğunu, Allah Katında tek geçerli olanın ve insanın tek kazancının Allah'a olan bağlılığı ile gösterdiği güzel ahlak olduğunu gösteren önemli bir ibrettir.
yaşlılık
 

Allah, sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir.
(Rum Suresi, 54)

gül
 
Çamurlu, kara topraktan çıkan bir gül tertemiz kokar.
İnsan bu acizlikleri ile her karşılaştığında, her türlü eksiklikten münezzeh olan, tek kusursuz varlığın Allah olduğunu düşünür ve Allah'ın yüceliğini tesbih eder. Allah insanın sahip olduğu her acizliği bir hikmetle yaratmıştır. İnsanların dünya hayatına bağlanmamaları, dünya hayatında sahip oldukları ile azıp şımarmamaları bu hikmetlerden bazılarıdır. Bunları düşünerek kavrayabilen kişi, ahirette Allah'ın kendisini tüm bu eksikliklerden arındırılmış olarak yaratmasını ister.
Sahip olduğu acizlikler çok önemli bir düşünceyi daha aklına getirir: Kara topraktan çıkan bir gül tertemiz kokarken, insanın bakım yapmadığı takdirde vücudunda oluşan kokunun dayanılmaz olması, özellikle kibirli ve kendini beğenmiş insanların üzerinde düşünerek ibret almaları gereken bir durumdur. 

İnsanın Vücudundaki Bazı Özelliklerin Düşündürdükleri

İnsan sabah aynaya bakmaya devam ederken aklına hiç düşünmediği şeyler de gelebilir. Örneğin insanın kirpikleri, kaşları, kemikleri, dişleri belli bir boya ulaştığında uzamaları durur. Ancak saçlarının uzaması durmaz. Yani uzaması zararlı olabilecek, kötü bir görüntüye neden olacak olan bölümlerin uzaması dururken, uzaması estetik açıdan güzel olabilecek olan saçlar uzamaya devam eder. Bunun yanı sıra kemiklerin uzamasında da tam bir uyum ve oran vardır. Örneğin insanın kol kemikleri daha fazla uzayıp, gövdesi kısa kalmaz. Her biri ne kadar uzaması gerektiğini bilirmiş gibi tam zamanında durur.
Elbette burada sayılanlar vücutta meydana gelen birtakım fiziksel etkenlerin sonucunda oluşur. Ancak düşünen insanın aklına şu da gelir: Bu kimyasal reaksiyonların gerçekleşmesi nasıl sağlanmaktadır? Gereken herşeyin gerektiği kadar büyümesini sağlayan hormonlar, enzimler vücudun içine kim tarafından yerleştirilmiştir? Ve kim bunların miktarını, salgılanma zamanlarını kontrol etmektedir?
Kuşkusuz tüm bunların tesadüfler sonucunda oluştuklarını iddia etmek imkansızdır. İnsanı meydana getiren hücrelerin, hücreleri oluşturan şuursuz atomların böyle kararlar alabilmeleri mümkün değildir. Bunların her birinin insanı en güzel surette yaratan Allah'ın sanatı olduğu apaçık ortadadır.

Yolda Giderken…

yol
 
Yolda giderken gördüklerimizde de düşünülecek çok şey vardır.
İnsanların birçoğu sabah kalkıp hazırlandıktan sonra işyerine, okula gitmek veya dışarıdaki bir işlerini halletmek üzere yola çıkarlar. Bir mümin için bu yolculuk Allah'ın razı olacağı hayırlı işler yapmanın bir başlangıcıdır. İnsan evinden ayrılıp dışarı çıkar çıkmaz önüne düşünmesi gereken sayısız konu çıkar. Etrafta büyük küçük binlerce insan, arabalar, ağaçlar sayılamayacak kadar çok ayrıntı vardır. Burada bir müminin bakış açısı çok nettir. O gördüğü şeylerden mümkün olduğunca faydalanmaya bakar. Olayların arkasındaki sebepleri düşünür. Çünkü karşısında gördüğü manzara Allah'ın bilgisi dahilinde ve O'nun dilemesiyle oluşmuştur. Öyleyse mutlaka bir sebebi vardır. Allah, onu dışarı çıkarıp karşısına bu görüntüleri çıkardığına göre bunlar üzerinde görülmesi ve düşünülmesi gereken şeyler vardır. Sabah kalktığı andan itibaren kendisine dünyada ecir (sevap) kazanabileceği bir gün daha verdiği için Allah'a şükretmiştir. Ve şimdi de bu ecirleri kazanabileceği bir yolculuğa başlamıştır. Bunun bilincinde olan kişi, herşeyi yaratan Allah'ın "Gündüzü bir geçim-vakti kıldık" (Nebe Suresi, 11) ayetini düşünür. Bu ayet doğrultusunda gününü diğer insanlara faydalı olacak, Allah'ın hoşnut olacağı işler yapacak şekilde geçirmenin planlarını yapar.
Aklında bu planlarla arabasına veya başka bir vasıtaya ulaştığında, yine Rabbimize şükreder. Çünkü gideceği yer ne kadar uzak olursa olsun, oraya ulaşma imkanı vardır. Allah bir kolaylık olarak insanlara ulaşımda kullanabilecekleri pek çok araç yaratmıştır. Özellikle de günümüzde gelişen teknoloji ile bu imkanlar çok daha fazla artmıştır; arabalar, trenler, uçaklar, gemiler, helikopterler, otobüsler.… Bunları düşünen kişinin aklına çok önemli bir konu daha gelir: Teknolojiyi de insanların hizmetine sunan Allah'tır.
taşıtlar
 
Düşünen insan, teknolojiyi de insanların hizmetine verenin Allah olduğunu görür.
Bilim adamları her geçen gün yeni buluşlar yapmakta, hayatımızı kolaylaştıracak yenilikler bulmaktadırlar. Ve bunların tümünü Allah'ın dünyada yarattığı imkanlarla gerçekleştirirler. İşte düşünen insan bunları kendi hizmetine verdiği için de Rabbimiz'e şükrederek yolculuğunu sürdürür.
Bu düşüncelerle gideceği yere doğru ilerlerken, sokak arasında gördüğü bir çöp yığını, pis koku, karanlık, dar, izbe yerler de insanın aklına çeşitli konular getirir.
Allah dünyada hem cenneti hem de cehennemi hayalimizde canlandırabileceğimiz veya kıyas yoluyla nasıl olabileceklerini tahmin edebileceğimiz mekanlar ve görüntüler yaratmıştır. Çöp yığınları, pis kokular, dar, izbe ve karanlık yerler insanın ruhuna büyük sıkıntı verir. İnsan böyle ortamlarda asla bulunmak istemez. Bunların hepsi cehennemi hatırlatan özelliklerdir ve bu görüntülerle karşılaşan kişinin aklına cehennem ayetleri gelir. Allah Kuran'da cehennemdeki çirkin görüntüleri, karanlığı, pisliği pek çok ayetiyle haber vermiştir:
"Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal." Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su, Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler.
Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 41-44)
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)
Kuran'ın bu ayetlerini hatırlayan kişi, hemen Allah'a kendisini cehennem azabından koruması için dua eder, yaptığı hatalardan dolayı bağışlanma diler. 
Bu tür bir düşünmeye yönelmeyen kimse ise gününü söylenerek, her olayda bir suçlu bulmaya çalışarak geçirecektir. Çöpü atanlar ve onu toplamada geciken belediye kafasına takılacak, patronun haksız yere kendisine çıkışması ve daha pek çok konu ile bütün gün aklını meşgul edecektir. Bu boş düşüncelerin ise kendine ahirette hiçbir faydası yoktur. Belki insan "Bir sürü işi bir tarafa mı bırakayım?" diye düşünebilir. Gerçekten de çoğu insan kendisini düşünmekten alıkoyan asıl konunun dünya üzerinde vermek zorunda olduğu mücadele olduğunu iddia eder. Yiyecek, barınma ve sağlık gibi problemler yüzünden düşünmelerinin mümkün olmadığını söyler. Oysa bu, kaçıştan ve kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. İnsanın sorumlulukları ve içinde bulunduğu konum ile düşünmesinin hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Allah'ın razı olması için düşünmeye çabalayan insan, yanında Allah'ın yardımını bulacaktır. Görecektir ki, kendisi için problem gibi görünen pek çok konu ardı ardına çözülmekte, düşünmeye her geçen gün daha fazla vakit ayırabilmektedir. Bu ancak müminlerin yaşayıp anlayabilecekleri bir konudur. 
yol
 

Yolda giderken görülen güzel bir manzara veya dar ve izbe bir yer insana birçok şeyi düşündürebilir.

Rengarenk Bir Dünyanın Düşündürdükleri

renkli dünya
Yolculuğuna devam eden insan, çevresinde her an Allah'ın ayetlerini, yaratılış mucizelerini görmeye, bunlar üzerinde düşünerek Rabbimiz'in yüceliğini takdir etmeye çalışır. Arabanın camından dışarıya baktığında rengarenk bir dünya ile karşılaşır. Bunun üzerine şöyle düşünür: "Peki ya dünya rengarenk olmasaydı, herşey nasıl olurdu?"
Örneğin yandaki ve aşağıdaki resimlere bakın ve siz de düşünün. Hiçbir rengi olmayan bir deniz veya bir dağ manzarasından veya bir çiçekten şimdi aldığımız gibi zevk alabilir miydik? Gökyüzünün, meyvelerin, kelebeklerin, giyeceklerin, insanların yüzlerinin görüntüleri şimdi olduğu gibi zevk verir miydi? Rengarenk, cıvıl cıvıl bir dünyada yaşıyor olmamız bize Rabbimiz'in verdiği bir nimettir. Doğada gördüğümüz her renk, canlılardaki renklerin birbirleriyle olan kusursuz uyumu Allah'ın eşsiz sanatının ve benzersiz yaratışının delilleridir.
 
Örneğin bir çiçeğin ya da bir kuşun sahip olduğu renkler ve bu renklerin birbirleriyle uyumu veya renkler arasında yumuşak geçişler olması, doğada hiçbir rengin gözümüzü rahatsız etmemesi, örneğin denizlerin, gökyüzünün, ağaçların renklerinin bizlere rahatlık verecek, gözümüzü yormayacak tonlarda olmaları Allah'ın yaratışının kusursuzluğunu gösterir. Tüm bunları düşünen bir insan, çevresinde gördüğü herşeyin Allah'ın sonsuz ilminin ve kudretinin bir eseri olduğunu anlar. Allah'ın bizlere verdiği tüm bu nimetler karşısında ise "içi titreyerek" Allah'tan korkup sakınır ve nankörlük eden bir insan olmaktan Allah'a sığınır. Allah, Kuran'da renklerin varlığını hatırlatarak, ancak alim olanların yani düşünüp araştıran ve bunlardan sonuç çıkaran insanların Allah korkusuna sahip olduklarını şöyle bildirir:
Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 27-28)

Yolda Görülen Bir Cenaze Arabasının Düşündürdükleri

Bir yerlere ulaşmaya çabalayan insanın karşısına aniden bir cenaze arabası çıkabilir. Bu ise aslında insanı kendisine getirebilecek çok önemli bir fırsattır. Karşısına çıkan bu görüntü ona ölümü hatırlatmıştır. Bir gün kendisi de o arabanın içinde olacaktır. Buna hiç şüphe yoktur, ne kadar kaçınsa da er geç ölüm onu bulacaktır. Belki yatağında, belki yolda, belki de tatilde bir yerde bu dünyadan mutlaka ayrılacaktır. Çünkü ölüm kaçınılmaz bir gerçektir.
İşte böyle bir anda müminin aklına Allah'ın şu ayetleri gelecektir:
Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz. İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. (Ankebut Suresi, 57-59)
mezar
 
Bir insanın karşılaştığı bir cenaze herşeyden önce ona "kendi ölümünü" ve bu dünyanın kısa ve geçici olduğunu düşündürmelidir.
İnsanın kendi bedeninin de sonunda tahta bir tabuta konulacağını, üzerinin yakınları tarafından toprakla örtüleceğini, bir mezar taşında adının ve soyadının yazılacağını düşünmesi, onun dünyaya olan bağlılığını ortadan kaldırır. Bunu çok samimi ve gerçekçi bir şekilde düşünen insan bir gün toprağın altında çürüyecek bir bedene sahip çıkmanın ne kadar anlamsız olduğunu görür.
Allah, Ankebut Suresi'ndeki ayetlerde sabredenleri ve tevekküllü olanları ölümlerinden sonra cennetle müjdelemiştir. Bu yüzden bir gün öleceğini düşünen mümin, cennete kavuşabilmek için de Allah'ın emrettiği güzel ahlakı yaşamaya çalışır. Ölümün yakınlığını her düşündüğünde bu konudaki kararlılığı pekişir ve yaşamı boyunca giderek gelişen üstün bir ahlaka sahip olmaya çalışır.
Hep başka düşüncelere öncelik verip, boş kuruntularla hayatlarını geçirenler ise değil bir cenaze arabasıyla karşılaşmak, her gün mezarlık önünden geçseler, hatta yanında çok değer verdikleri biri ölse bile, bunun bir gün mutlaka kendi başlarına da geleceğini düşünmezler.

Gün İçinde…

Mümin gün boyunca karşılaştığı olaylar karşısında hep Allah'ın ayetlerini düşünür, olaylardaki incelikleri, Allah'ın yaratışındaki hikmetleri ve hayırları kavramaya çalışır.
Karşısına çıkan bir güzelliğe veya terslik gibi görünen her olaya hep Allah'ın hoşnut olacağı güzel ahlak çerçevesinde tepki verir. İman eden bir insan için bulunduğu ortamın bir önemi yoktur; okulda, işte veya alışverişte de olsa hep Allah'ın herşeyi yarattığını düşünerek, O'nun yarattığı güzellikleri, olaylardaki hikmetleri görmeye çalışır, Rabbimiz'in ayetlerine uygun bir yaşam sürer. İnananların bu tavrı ayetlerde şöyle haber verilir:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alışveriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 37-38)

Yapılan İşte Karşılaşılan Zorlukların Düşündürdükleri

 
Terslik gibi görünen olaylarda hemen mutlaka bir hayır olduğunu ve Allah'ın yardımıyla herşeyin en güzel şekilde sonuçlanacağını düşünmek gerekir.
İnsan gün boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşabilir. Ama karşılaştığı zorluk ne olursa olsun Allah'a tevekküllü davranması ve şunları düşünmesi gerekir: "Allah bizi bu dünya hayatında her yaptığımızla ve her düşündüğümüzle denemektedir. Bu, bir an bile aklımızdan çıkarmamamız gereken çok önemli bir gerçektir. Öyle ise yaptığımız herhangi bir işte bir zorlukla karşılaştığımızda veya kendi düşüncemize göre işlerin yolunda gitmediğini sandığımızda, bu olayların hepsinin bizim tavrımızı denemek için karşımıza çıkartıldığını kesinlikle unutmamalıyız."
İnsanın aklından geçen bu düşünceler, günlük yaşantı içerisinde karşılaşılan büyük veya küçük her olay için geçerlidir. Örneğin bir işyerinde bir yanlış anlamadan dolayı veya birinin ihmali yüzünden yanlış yere ödeme yapılabilir, saatlerce bilgisayarda üzerinde çalışılan bir dosya elektriklerin kesilmesi yüzünden bir anda yok olabilir, bir öğrenci çok fazla çalışmasına rağmen üniversite sınavını kazanamayabilir, takip edilen bir işte birçok bürokratik işlemden dolayı bir insanın günleri kuyruklarda beklemekle geçebilir, sürekli eksik bir belgesi çıkabilir ve bu nedenle işleri aksayabilir, bir insan çok acil yetişmesi gereken bir yere giderken uçağını, otobüsünü kaçırabilir… Herkesin kendi yaşantısı içinde karşılaşabileceği, kendince zorluk ve terslik olduğunu zannettiği bu tür sayısız olay vardır.
Ancak bu olayların her birinde imanlı bir insan hemen Allah'ın kendisinin tavrını ve sabrını denediğini, ölecek ve ahirette hesap verecek olan bir insanın bu olaylara dalıp, bunlara üzülüp vakit kaybetmesinin yersiz olduğunu düşünür. Bütün bu olayların arkasında bir hayır olduğunu bilir. Hiçbir olay karşısında "Eyvah!" demez. Allah'a işlerini kolaylaştırması için dua eder.
Ve bir zorluğun ardından kolaylık geldiğinde, bunun Allah'a ettiği duanın bir karşılığı olduğunu, Allah'ın duaları işiten ve onlara icabet eden olduğunu düşünür ve Allah'a şükreder.
Bunları düşünerek gününe devam eden kişi, neyle karşılaşırsa karşılaşsın, asla ümitsizliğe kapılmaz, endişelenmez, korkup üzülmez, çaresiz durumda kalmaz. Allah'ın herşeyi bir hayır ve güzellik üzerine yarattığını bilir. Üstelik bunu sadece başına gelebilecek büyük olaylarda değil, biraz önce söz ettiğimiz gibi, günlük hayatı içinde, küçük büyük karşılaştığı her detayda düşünür.
Örneğin planladığı önemli bir iş istediği gibi gitmeyen, tam başarı elde etmek üzereyken son anda ciddi bir aksilikle karşılaşan bir insan düşünün. Eğer bu insan imanın getirdiği derin kavrayışa sahip değilse, aniden kızar, sıkıntıya düşer, üzülür, kısacası her türlü olumsuzluğu yaşar. Oysa herşeyde bir hayır olduğunu düşünen bir insan Allah'ın bu olayla kendisine gösterdiği hikmetleri düşünüp bulmaya çalışır. Bu şekilde Allah'ın bu konuda daha kesin önlemler alması gerektiğine dikkat çekmiş olabileceğini düşünür. Teknik açıdan gerekli tüm önlemleri alır ve "belki de bu şekilde daha önemli zararların oluşması önlenmiştir" diyerek Allah'a şükreder.
Bir yere yetişmeye çalışırken bineceği otobüsü kaçırırsa, "belki gecikmem veya bu otobüse binmemem beni bir kazadan veya başka bir kötülükten korumuştur" diye düşünebilir. Bunlar sadece birkaç örnektir, "bunun gibi daha birçok hikmeti olabilir" diye de düşünür. Bu örnekler insanın yaşamı içerisinde çok fazla çoğaltılabilir. Ancak önemli olan şudur: İnsanın yaptığı planlar her zaman istediği gibi sonuç vermeyebilir. Kişi kendini bir anda planladığından çok farklı bir ortamda bulabilir. İşte böyle bir durumda tevekküllü davranan, karşılaştığı olayda hayır arayan kişi kazançlıdır. Çünkü Allah ayetinde insanlara şöyle bildirir:
… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)
Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, biz bilemeyiz ancak Allah bilir. Dolayısıyla bizim için neyin hayırlı olduğunu, neyin kötü olduğunu bilen de Allah'tır. İnsana tek düşen ise sonsuz merhamet sahibi ve esirgeyen olan Allah'ı dost edinmek ve Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmaktır.

Bir İş Yaparken Düşünülenler

Bir insanın herhangi bir işi yaparken aklının boş kalmaması ve daima hayır yönünde düşünmesi çok önemlidir. Çünkü insan aynı anda birkaç şeyi yapabilme kapasitesine sahiptir. Örneğin araba kullanan, evini temizleyen, spor yapan, yolda yürüyen her insan aynı zamanda hayırlı bir şeyler de düşünebilir.
Temizlik yapan bir insan, Allah'ın kendisine su, deterjan gibi imkanları vermesinden dolayı şükreder. Allah'ın temizliği ve temiz insanları sevdiğini bildiği için yaptığı işi bir ibadet olarak görür ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı umar. Ayrıca bulunduğu mekanı temizleyerek diğer insanlar için de rahatlatıcı bir ortam sağlamaktan zevk duyar.
Veya herhangi bir iş üzerindeki bir insan, içinden sürekli Allah'a dua eder, yaptığı işi kolaylaştırmasını Rabbimiz'den ister, Allah dilemedikçe hiçbir işte başarılı olamayacağını düşünür. Kuran'da bizlere örnek gösterilen peygamberlerin kendi içlerinde daima Allah'a yöneldiklerini, bir iş üzerindeyken hep Allah'ı düşündüklerini görürüz. Bu kutlu insanlardan biri Hz. Musa'dır. Hz. Musa yolunun üzerinde karşılaştığı kadınların sürülerine su içirmelerine yardımcı olduktan sonra Allah'a yönelmiştir. Bu olay ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler. Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 23-24)
Bu konuda Kuran'da gördüğümüz bir başka örnek de Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'dir. Allah bu peygamberlerin beraber bir iş yaparken diğer iman edenler için hayırlı şeyler düşündüklerini ve Kendisi'ne yönelerek bu konuda dua ettiklerini haber vermiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin; Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." (Bakara Suresi, 127-129)

Bir Örümcek Ağının Düşündürdükleri

örümcek ağı
 
Minik bir böceğin oluşturduğu ağın kusursuz bir tasarıma sahip olmasında düşünülecek çok şey vardır.
Gününü evinde geçiren bir insanın da düşünebileceği pek çok şey vardır. Örneğin temizlik yaparken evin bir köşesine ağını örmüş bir örümcek görebilir. Eğer normalde kimsenin önemsemediği bu hayvan hakkında düşünmesi gerektiğini fark ederse, kendisine yeni kapılar açıldığını görecektir. Çünkü karşısında gördüğü küçük böcek Allah'ın üstün yaratışının bir örneğidir. Bu örümceğin ördüğü ağda mükemmel bir simetri vardır. Üstelik örümcek bu ağı son derece hızlı ve seri şekilde örmekte, bu işlemi yaparken geri çekilip simetrik olmuş mu olmamış mı diye bir kez dahi kontrol etmemektedir. Ama ortaya muazzam düzene sahip bir yapı çıkarmaktadır. İnsan bu şaşırtıcı kusursuzluktaki simetriyi küçücük bir örümceğin nasıl başardığını merak edip biraz araştırdığında başka gerçeklerle karşılaşır: Örümceğin kullandığı ip, aynı kalınlıktaki kauçuktan % 30 daha esnektir. Örümceğin ürettiği bu iplik öylesine üstün bir özelliğe sahiptir ki, insanlar tarafından kurşun geçirmez yelek yapımında örnek alınmaktadır. Yani çoğu insanın basit bir örümcek ağı olarak gördüğü şey, aslında dünyadaki en ideal endüstri malzemeleriyle eşdeğer bir maddedir.
sinek
 
Temizlenen bir sinekte birçok ibret vardır.
Çevresindeki canlılarda kusursuz bir düzene şahit olan insan bu konuda düşünmeye devam ettikçe daha da şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşır. Sürekli karşılaştığı halde hiç umursamadığı, hatta belki de sinirlenip öldürmeye çalıştığı bir sineği incelediğinde onun çok titiz ve ayrıntılı bir temizlik anlayışına sahip olduğunu görür. Sinek sık sık bir yere konarak ellerini ve ayaklarını ayrı ayrı temizler. Daha sonra da kanatlarını, yüzüne bulaşan tozları elleri ve ayakları ile ince ince temizler. Temizliğinden emin oluncaya kadar da bu işlemleri sürdürür. Diğer tüm sinek ve böcek çeşitleri de aynı şekilde ve aynı önem ve titizlik içerisinde temizlenirler. Bu da temizlenmeyi onlara Yüce Allah'ın öğrettiğini göstermektedir.
Aynı sinek uçarken kanatlarını saniyede yaklaşık olarak 500 kere çırpar. Böyle bir sürate insan yapısı hiçbir makine dayanamaz, sürtünmeden paramparça olur ve yanar. Fakat sineğin ne kanatlarına ne kaslarına ne de eklemlerine hiçbir zarar gelmez. Rüzgarın şiddetini ve yönünü de hesaplayarak istediği yöne doğru sapmadan uçabilir. İnsan şu an sahip olduğu teknolojiyle bile bu üstün özelliklere ve uçuş tekniklerine sahip bir makine üretmekten çok uzaktır. Ama sinek deyip de geçtiği ve çoğu zaman umursamadığı bir canlı, insanın başaramadığı büyük bir işi başarmaktadır. Elbette bunu sineğin kendi kabiliyetleri ve zekasıyla yaptığını iddia etmek mümkün değildir. Sinekteki bu üstün özellikler Allah'ın ona verdiği yeteneklerdir.
arı, bal
 
Arıların minik bedenlerinde insanlar için şifa olan balı üretmeleri, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
İnsan şöyle bir etrafına baktığında gördüğü her noktada gözle görülen ve görülmeyen bir canlılık vardır. Dünya üzerinde canlılığın var olmadığı tek bir santimetrekare dahi mevcut değildir. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar görebildiği canlılardır ama bir de bunların yanında göremediği, ama varlıklarından haberdar olduğu canlılar vardır. Örneğin oturduğu evin içinde her yer "akar" ismi verilen mikroskobik canlılarla doludur. Aynı şekilde soluduğu havada sayısız virüs gezmekte ya da bahçesindeki toprakta umulmadık kadar yüksek sayıda bakteri yaşamaktadır.
akar
 
Görünmeyen akarlar
Dünya üzerindeki inanılmaz yoğunluktaki canlılığı düşünen insanın aklına bir de bu canlılardaki kusursuz sistemler gelir. Gördüğü canlıların tümü Allah'ın sanatının apaçık birer delilidir, ama aynı şekilde mikroskobik canlılarda da büyük mucizeler gizlidir. Gözle göremediğimiz bir virüsün, bakterinin veya akarın kendilerine ait vücut mekanizmaları vardır. Her birinin yaşadığı ortamı, beslenme şeklini, üreme ve savunma sistemlerini Allah yaratmıştır. Bunları düşünen kişinin aklına Allah'ın ayetleri gelir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut Suresi, 60)

Hastalıkların Düşündürdükleri

İnsan birçok eksikliği olan ve bu eksikliklerini gidermek için sürekli çaba harcaması gereken bir varlıktır. Hastalıklar insanların acizliklerini çok açık bir şekilde ortaya koyarlar. İnsan bu nedenle kendisi veya bir tanıdığı hastalandığında mutlaka bunun hikmetleri üzerinde düşünmelidir. Düşündüğünde, en basit görülen bir grip hastalığının bile insanların öğüt alabileceği ibretler taşıdığını görür. Böyle bir hastalığa yakalandığında şunları düşünür: Öncelikle gribe neden olan şey gözle bile görülemeyecek kadar küçük bir virüstür. Ancak bu kadar minik bir canlı 60-70 kilo ağırlığında bir insanı güçten düşürmeye, yürüyemeyecek, hatta konuşamayacak kadar bitkinleştirmeye yeter. Çoğu zaman aldığı ilaçlar, yediği yemekler de bir işe yaramaz. Tek yapabileceği yatıp beklemektir. Vücudunda kendisinin kesinlikle müdahale edemediği bir savaş gerçekleşir. Küçücük bir canlının karşısında insanın eli kolu bağlı kalır. Böyle bir anda ilk aklına gelmesi gereken Yüce Rabbimiz Allah'ın şu ayetleridir:
Bana yediren ve içiren O'dur;
Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;
Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur,
Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;
Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat. (Şuara Suresi, 79-83)
hastalık, virüs, bakteri
 
Gözle görülemeyen bir virüs koskoca insan bedenini yatağa düşürebilmektedir.
Herhangi bir hastalığa yakalanan kişi aynı zamanda sağlıklı dönemlerindeki tavrı ile, hastalandıktan sonraki tavrını karşılaştırıp, ikisinin arasındaki farkı düşünmelidir. Hastalıklı zamanındaki tevazulu halini, Allah'a muhtaç olduğunu nasıl hissettiğini, örneğin bir ameliyata girerken herşeyin hakimi olan Allah'a nasıl içten ve kuvvetle dua ettiğini hiç unutmaması gerektiğinin farkına varmalıdır.
Bir başkasının hastalığına şahit olduğunda da hemen kendi sağlığını düşünerek Allah'a şükretmelidir. Örneğin bir mümin, bacağı sakat kalmış birini gördüğünde, bacağının kendisi için ne kadar büyük ve önemli bir nimet olduğunu düşünür. Her sabah kalkar kalkmaz rahatlıkla istediği yere yürümenin, gerektiğinde koşabilmenin, kimseye muhtaç olmadan her işini kolaylıkla yapabilmenin Allah'ın birer lütfu olduğunu anlar. Bu şekilde kıyas yaparak düşündüğü için, elindeki nimetlerin değerini daha da iyi kavrar.

Kibirli, Şımarık, Saldırgan, Kötü Ahlaklı Biri ile Karşılaşıldığında
Neler Düşünülür?

bulut
 
Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
(Araf Suresi, 51)
Bir insan gün içinde işyerinde veya okulda birçok farklı insanla karşılaşabilir. Elbette bu insanların tümü kendisi gibi güzel ahlaklı, Allah'tan korkan insanlar olmayabilir. Böyle insanlarla karşılaşan kişi yine Allah'ın emrettiği üstün ahlakı yaşar, onlardan asla etkilenmez. Onların sahip oldukları tüm kötü ahlak özelliklerinin nedeninin, Allah korkusuna sahip olmamaları ve ahirete inanmamaları olduğunu bilir. Ve aklına şunlar gelir: Allah insanları cehennem azabı ile korkutmakta ve böylece sonsuz bir azabı düşünerek, dünya hayatındaki davranışlarını düzeltmelerini, gönülden Allah'a yönelmelerini ve dini ihlasla yaşamalarını istemektedir. İnsan böyle büyük ve önemli bir tehditle karşı karşıya olduğunun farkına varırsa, mutlaka bu tehlikeden korunmak için önlemler alacaktır. Ancak bu tehlikeyi düşünmeyen ve dolayısıyla önemini kavrayamayan insanlar, sanki onlar için hazırlanmakta olan ateş ve azap dolu bir mekan yokmuş gibi davranırlar. 
Bu gerçeklerin farkında olan kişinin aklına çok önemli başka konular da gelir. Bu insanların her biri cehennem ateşinin kenarında durduklarında tavırları bambaşka olacaktır. Örneğin bugün şımarık, küstah ve kibirli tavırlar sergilemekten kaçınmayan bir insan, hesap gününde tutuklanarak, yerlerde sürüklenerek ve sürekli aşağılanarak cehennem çukurunun yanına getirilse, yüzündeki ifade, tavrı, konuşma üslubu, kullandığı kelimeler böyle olmayacaktır.
Veya saldırgan, saygılı olmayan suç işlemeye açık, hiçbir insani vasfı kalmamış bir insan yine aynı şekilde cehennem ateşinin kenarına getirilse, cehennem azabını gördüğü için sonsuz bir pişmanlığa kapılacaktır.
Dünya hayatında din ahlakını yaşamamak, ibadetlerini yerine getirmemek için türlü mazeretler sayan biri, cehennemin kapısında beklerken kendisine namaz kılması söylense aynı mazeretleri söyleyemeyecektir.
İşte Allah'tan korkan kişi bu gerçekleri asla aklından çıkarmaz. Cehennem ateşini düşünür ve bu sayede doğru tavrın, doğru sözün, güzel ahlakın ne olduğunu görür. Cehennemin varlığına kesin olarak inandığı ve sürekli olarak düşündüğü için, daima cehennem ateşinin yanı başındaymış gibi ve her yaptığından hesaba çekileceğini düşünerek davranır.
Allah insanlara cehennemi ve hesap gününü düşünmelerini şöyle bildirmiştir:
Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün). Allah, sizi Kendisi'nden sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. (Al-i İmran Suresi, 30)

Yemek Yerken…

Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)
Allah insanlara dünyada çeşit çeşit, güzel, temiz, tadanların lezzet aldığı yiyecek ve içecekler vermiştir. Elbette bunların tümü Allah'ın sonsuz lütfunun ve insanlar üzerindeki rahmetinin birer tecellisidir. İnsanlar tek bir çeşit yiyecek ve içecekle de yaşamlarını belki sürdürebilirler ama Allah insanlara sayısız nimet vermiştir; meyveler, sebzeler, çeşit çeşit etler…
Bu nimetlerin tümünün Allah'tan olduğunu bilen mümin de her sofraya oturuşunda bunlar üzerinde düşünür ve Rabbimiz'e şükreder.
sofra
 
Allah insanları çeşit çeşit yiyeceklerle rızıklandırmıştır. Türlü tat ve kokularda hoşumuza giden binlerce yiyecek çeşidi olması, Allah'ın insanlar üzerindeki rahmetinin sayısız göstergelerindendir.

Yemek Yerken Masaya Gelen Meyveleri Görünce
Neler Düşünülür?

Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'ın insanları türlü yiyecekler vererek nimetlendirdiğinden bahsedilir. Yemek sofrasına oturan bir kişinin önüne bu nimetler dizilmiştir. Topraktan çıkan çeşit çeşit bitkiler, hayvanların ürünleri sofraları süsler. İnsan bunlardan zevk alacak şeklide yaratılmıştır. Her biri birbirinden lezzetli olan bu yiyecekler aynı zamanda insanın yaşaması için de gereklidir. Bir düşünelim yaşamamız için gerekli olan gıdaların hiç lezzetleri olmasa ya da tatları çok kötü olsa ne yapardık? Veya çok lezzetli olmalarına rağmen bunlar bize zararlı olsaydı... Veya sadece birkaç çeşit yiyecek olsaydı ve insan bunlardan sadece ayakta kalmak için faydalanıyor olsaydı? Sofrada gördüğünüz şekilde bir tablo ile karşılaşmanızın tek sebebi Allah'ın size olan lütfu ve rahmetidir. İnsan sadece meyveler hakkında bile düşünse üzerindeki nimeti fark edecektir.
meyveler
 

Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır…
(İbrahim Suresi, 32)
Oturduğu yemek sofrasında çeşit çeşit meyveleri gören şuurlu bir insan şunları düşünür:
- Kapkara bir çamurun içinden, rengarenk, farklı farklı kokularda, içleri mis gibi tertemiz olan meyvelerin çıkması, her birinin tadının çok hoş ve lezzetli olması Allah'ın insanlara sunduğu büyük bir nimettir.
- Muz, mandalina, portakal, kavun, karpuz kısacası tüm meyveler hep ambalajları ile yaratılmışlardır. Hepsinin kabuğu meyveyi çürümekten, bozulmaktan korur. Kokuları da ambalajlarının içinde saklıdır. Ambalajları açıldığında ise bir süre sonra kararmaya ve bozulmaya başlarlar.
- Meyvelerin her biri tek tek incelendiğinde birçok inceliklerinin bulunduğu görülür. Örneğin portakal ve mandalina özel olarak dilimlenmiştir. Bir bütün halinde olsalardı o kadar sulu bir meyveyi yemek insan için zor olabilirdi. Ama Allah bunları küçük dilimler haline getirerek insanlara kolaylık sağlamış ve bir güzellik sunmuştur. Şüphesiz meyvenin içindeki bu kusursuz, ihtiyaca yönelik ve son derece estetik düzen, üstün bir ilim sahibi olan Allah'ın yaratışının delillerindendir.
- Örneğin çilek, görüntüsü ve tadı ile çok özel bir meyvedir. Üzerindeki motifleri sanki milim milim ölçülerek işlenmiş gibidir. Kırmızı ve estetik biçiminin üzerinde yeşil yaprakları ile  Allah'ın eşsiz sanatının eserlerinden biridir. Tadındaki ve kokusundaki güzellik, çekirdeksiz ve kabuksuz olduğu için yenmesinde hiçbir güçlük olmaması insana cennet meyvelerini hatırlatır. Toprağın neredeyse içinde yetişen bir meyvenin bu kadar güzel ve çarpıcı bir renge, bu kadar güzel bir kokuya sahip olması, onu örneksiz yaratan, sanatını, aklını ve ilmini yarattığı varlıklarda gösteren Rabbimiz'i bizlere tanıtır.
- Her mevsimde ayrı meyvelerin bulunması da üzerinde düşünmeye değer bir konudur. Örneğin kışın insanların en fazla vitamine ihtiyaçları oldukları dönemde, mandalina, portakal ve greyfurt gibi C vitamini yönünden zengin meyvelerin olması, yazın da insanların susuzluğunu gidererek ferahlamalarını sağlayan kiraz, kavun, karpuz, şeftali gibi meyvelerin çıkması Allah'ın insanlara lütfu ve nimetidir.
- Meyvelerin dallarındaki veya ekili haldeki görüntüleri de Allah'ın sunduğu birer güzelliktir. Kupkuru bir odunun üstünde içi sulu, bir çoğunun dışı özellikle cilalanmış gibi, dalına sımsıkı bağlanmış yüzlerce meyve görüntüsü, her birini Allah'ın yarattığının delillerindendir. Örneğin salkım salkım üzümler, sanki tek tek asma dallarına yerleştirilmiş gibidir. Allah her birini örneksiz ve eşsiz yaratmıştır. Dallarındaki görüntüleri ise insanların hoşuna gidecek şekle sokulmuştur. Bu nedenle Allah Kuran'da cenneti tasvir ederken, "(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış" (İnsan Suresi, 14) ayetiyle cennet meyvelerinin devşirilmeye, yani dallarından koparılmaya hazır olduklarını bildirmektedir.
Elbette burada sayılanlar yalnızca sınırlı birkaç örnektir. Allah'ın yarattığı nimetler sayılarak bitirilemeyecek kadar çeşitlidir. Yemek sofrasında bunun farkına varan kişinin aklına Allah'ın bir başka ayeti gelir:
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18)

Tatların ve Kokuların Düşündürdükleri

İnsan bu şekilde düşünmeye devam ettikçe, Allah'ın yarattığı güzellikleri ve incelikleri daha çok fark etmeye başlar. Vicdanlı bir insan tüm bunları düşünürken, aynı zamanda Allah'ın sunduğu bu nimetlerden zevk alabilmenin de yine Rabbimiz'in büyük bir lütfu olduğunu aklından geçirir. Özellikle Allah'ın insanlara verdiği tat ve koku alma duyularının dünyadaki birçok güzelliği algılamamıza yaradığını hatırlar. Ve şöyle düşünür: Eğer koku alma duyumuz olmasaydı gülün kokusundan, yediğimiz meyvelerden, ızgaradan şimdi aldığımız zevki alamazdık. Eğer tat alma duyumuz olmasaydı çikolatanın, şekerlerin, etin, çileğin ve diğer nimetlerin eşsiz tatlarının hiçbirini fark edemeyecektik.
Unutmamak gerekir ki, renksiz, tatsız ve kokusuz bir dünyada da yaşıyor olabilirdik. Ve Allah bunları bize nimet olarak vermemiş olsaydı, bu güzellikleri biz hiçbir şekilde elde edemezdik. Ancak Allah hem kokuları ve tatları hem de bunları algılayabilecek duyu sistemlerini yaratarak insana sonsuz rahmetinden bağışlamıştır.