"İnsan Biyolojik Bir Makinedir" Yanılgısı![]()
Darwinistler, insanın bir atom yığını olduğu iddiasındadırlar. "İnsan biyolojik bir makinedir" iddialarına göre şuursuz atomlar bir araya gelmiş ve düşünen, yorum yapan, laboratuvarda kendisini inceleyen insana dönüşmüştür. Kuşkusuz ki bu, büyük bir mantık çöküntüsüdür.
Materyalistler, her şeyin maddeden ibaret olduğu hezeyanları dolayısıyla insanın sadece biyolojik bir makineden ibaret olduğu yanılgısına kapılmışlardır. İnsanın özelliklerini araştıran evrimci bilim adamlarının konuya yaklaşımını da bu yanlış bakış açısı belirler. Çeşitli insan davranışlarıyla ilgili görünen kimyasalları, beyin bölgelerini veya genleri; incelenen insan davranışının "tek" etkin kaynağı olarak yorumlarlar. Ve topluma insanın fiziksel ve kimyasal etkileşimlerle yaşamını sürdüren, "biyolojik bir makine" olduğu propagandasını yaparlar. Ancak 'insan biyolojik bir makinedir' görüşünde derin bir yanılgı söz konusudur. Bu görüşün mantıksal ve bilimsel olarak hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.
Bu düşünce kendi kendini çürütmektedir
Materyalistler, insan aklının da nöronların elektrokimyasal faaliyetlerinin bir ürünü olduğunu varsaymaktadırlar. Ancak nöronlar da nihayetinde, oksijen, karbon, azot ve hidrojen gibi atomların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Dolayısıyla 'insan biyolojik bir makinedir' iddiası, atomların bir araya gelip kendileri hakkında yorumlarda bulunduklarına inanmakla aynı şeydir. Bunun ise ne denli saçma bir düşünce olduğu açıktır. Atomlar, bir çekirdek ve bunun etrafında dönen elektronlardan meydana gelirler ve düşünme yeteneği ile hissetme özelliğine sahip değildirler.
![]()
Atomlar neşeyi, sevgiyi, hoşgörüyü, tevazuyu, merhameti hissedemez, kendileri hakkında düşünüp muhakeme yapamazlar. İnsan bilinci, materyalizm için, içinden çıkılması mümkün olmayan bir açmaz oluşturmaktadır. Evrimci biyolog Julian Huxley, nöron faaliyetleri ile bilinç arasındaki ilişkiyi, 'Aleaddin'in Lambası' hikayesindeki madde üstü bir olaya benzetmiştir:
"Bilinçli hal kadar olağanüstü birşeyin nasıl olup da bir sinir hücresinin başlatıcı hareketi sonucu ortaya çıktığı, aynı Aleaddin'in lambası hikayesinde lambanın ovuşturulmasıyla cinin görünmesi kadar anlaşılmazdır..."115 Evrimcilerin "İnsan biyolojik bir makinedir" iddiası, aklın kaynağını beyindeki kimyasal etkileşimlere dayandırmaktadır. Kimyasal etkileşimlerin ürünü olduğu varsayılan bir teorinin ise doğruluğunu bilmek mümkün değildir ve bu sebeple de "insan bir makinedir" iddiası geçersizdir. Bu düşüncenin propagandasında konu edilen çalışmalar bilimsel olarak güvenilir değildir
İnsanın biyolojik bir makineden ibaret olduğu propagandasının ana unsuru, belli bir davranışı kontrol ettiği iddia edilen genlerle ilgili medya haberleridir. (Örneğin kıskançlık geni, alkolizm geni veya saldırganlık geni vs.) Bu iddialar medyada yüksek sesle ilan edilir ancak istisnasız olarak her biri sessizce çürütülmüştür. Evrimci bilim dergisi Science'da bu konuyla ilgili olarak yayınlanan Genler ve Davranış başlıklı makalede şunlar ifade edilmektedir:
Laboratuvar gerçekleri, insan davranışlarının genlerle yönetildiği yönünde hiçbir bilgi ortaya koymamaktadır. Ancak medyada genler ve davranışlar arasındaki bağlantı iddialarının abartılı reklamlarla duyurulması toplumda bazı insan davranışlarını yöneten genlerin bulunduğu şeklinde yanlış anlamaya yol açmıştır. "Gen efsanesi" olarak isimlendirilen bu propaganda hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir.
İnsan, şuursuz atomların rastlantısal bir oluşumu veya biyolojik bir makineden ibaret değil, Yüce Allah'ın üstün bir akıl ve sonsuz bir kudret ile var ettiği bir canlıdır. Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Dilin Evrimi Açmazı![]()
Bizler konuşurken düşüncelerimizi dil sayesinde düzenli kalıplar ve karşı tarafın anlayacağı şekilde anlamlı ifadelerle aktarırız. Tüm bunlar son derece özelleşmiş kas hareketleri ve söz dizimi gerektirdiği halde çoğu insan bundan haberdar bile değildir, böyle bir şeyi dikkate bile almayız. Biz sadece konuşmayı 'dileriz'. Konuşmak istediğimizde 100'e yakın kasın uyumlu şekilde kasılıp gevşeyerek sesler, heceler ve kelimeler çıkarması ve özne, yüklem, zamir gibi ögelerin uygun sırada dizilmesiyle karşı tarafın anlayacağı cümleler ortaya çıkar. Bu kadar kompleks aşamalara dayalı bir yeteneği kullanmak için bizim 'dilemek' dışında neredeyse hiçbir şey yapmıyor oluşumuz, konuşmanın biyolojik yapılarla sınırlı bir yetenek olmadığını açıkça göstermektedir.
İnsanın konuşma becerisi, evrim sürecinin hayali gereklilikleriyle veya hayali mekanizmalarıyla açıklanamayan son derece kompleks bir yetenektir. Evrimciler, uzun çalışmalarına rağmen, son derece kompleks bir yetenek olan konuşmanın, basit hayvansı iletişim şekillerinden evrimleştiği yönündeki iddialarına kanıt göstermede kuşkusuz ki başarısız olmuşlardır. Pennsylvania Üniversitesi'nden David Premack'in, 'İnsan dili, evrim teorisi için bir utançtır' 117 şeklindeki sözleri bu başarısızlığı net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ünlü dil bilimci Derek Bickerton, 'utancın' sebeplerini şöyle özetlemiştir:
Yeryüzünde mevcut tüm diller komplekstir ve bu kompleksliğin kademeli olarak nasıl kazanılmış olabileceği evrimcilerce hayal dahi edilememektedir. İngiltere'nin en fanatik evrimci biyoloğu Richard Dawkins'e göre, en ilkel olarak bilinen kabile dilleri de dahil olmak üzere, Dünya üzerindeki her dil yüksek derecede komplekstir:
![]()
Konuşmak istediğimizde 100'e yakın kas uyumlu şekilde kasılıp gevşer ve dil sayesinde çeşitli kalıplar ve karşı tarafın anlayabileceği anlamlı ifadeler oluşur. Yeryüzünde konuşulan tüm diller söz konusu yapı itibariyle komplekstir ve böyle bir mekanizmanın evrimleşmesi imkansızdır.
W. K. Wilkins ve J. Wakefield adlı iki evrimci beyin araştırmacısı ise bu konuda şunları söylemektedirler:
Çok karmaşık bir hesaplama gerektirdiği göz önüne alındığında konuşma kuralları insanı hayrete düşürmektedir. İşte bu nedenledir ki, bazı insanlar için konuşma yeteneğinin nasıl kazanıldığı büyük bir sır olarak kalmaktadır. Noam Chomsky bunu şu şekilde ifade eder:
Evrimci ön yargılara saplanıp kalmayan birisi için ise konuşma becerisinin kaynağı çok açıktır. Bu yeteneği insana veren Yüce Allah'tır. Allah insanlara konuşmayı ilham eder ve onları konuşturur. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir:
Evrimciler, dilin dayandığı biyolojik yapıların kompleksliğini açıklayamadıkları gibi, dili mümkün kılan bilincin kökenini de açıklayamamaktadırlar. Maddeye hiçbir şekilde indirgenemeyen insan bilinci ve dildeki komplekslik, dilin üstün bir akıl tarafından tasarlandığını, bir diğer deyişle yaratıldığını göstermektedir.
İnsana konuşmayı öğreten Yüce Allah'tır. Allah bir Kuran ayetinde bu durumu şöyle bildirmektedir:
Biyocoğrafya Hikayeleri
Biyocoğrafya, canlıların yaşam alanlarının haritaları, bu alanların özellikleri, organizmaların yayılmasındaki sorunlar ile yaşam alanlarına göre gruplanmış türler gibi konuları içerir. Bu konuların evrim teorisinin iddialarıyla bir ilgisi yoktur. Nitekim biyocoğrafya konusunda yayınlanan kitaplar da sayfalarının çoğunluğunda evrim teorisi lehinde herhangi bir delil vermeyen verilerle doludur.122
Örneğin canlıların yeryüzündeki dağılımına bakıldığında türlerin genellikle global bir dağılım ortaya koymadıkları görülür. Türler daha çok belli iklim ve çevre şartlarına sahip alanlarda kümeler halinde yayılmışlardır. Evrimciler, Darwin'den bu yana bu yayılımı evrim kanıtı olarak göstermeye çalışmış ancak bu çabalar, coğrafi yayılımın "ana" canlı kategorileri açısından, herhangi bir evrim senaryosuna oturtulamaması yüzünden sonuçsuz kalmıştır.
New York Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden G. Nelson ve N. Platnick, Sistematik ve Biyocoğrafya isimli uzmanlık kitaplarında, bu alanda yapılan çalışmaları değerlendirmiş ve vardıkları sonucu şöyle açıklamışlardır:
Bu sebeple biyocoğrafyanın bulguları evrim teorisi için bilimsel kanıt oluşturmamaktadır. Evrimcilerin "Bu canlı burada yaşıyor demek ki burada evrimleşmiş, şu canlı da orada yaşıyor demek ki orada evrimleşmiş" gibi iddiaları hayal gücüne dayalı masallardan ibarettir.
İnsan Aklının EvrimiPropagandası Niye Çürüktür?![]()
Türler daha çok belli iklim ve çevre şartlarına sahip alanlarda kümeler halinde yayılım gösterirler. Evrimciler Darwin'den bu yana bu coğrafik dağılımı evrimin bir delili olarak göstermeye çalışmışlardır. Ancak bu yayılım, "ana" canlı kategorileri açısından hiçbir evrim senaryosuna uydurulamamıştır. Çünkü her bir tür, yeryüzünde bir anda, Allah'ın "Ol" emri ile var edilmiştir.
İnsan, diğer canlılarla biyolojik açıdan bazı benzerlikler taşısa da, medeniyet kurmuş bir canlı olarak eşsizdir. Üniversiteler, hastaneler, fabrikalar inşa etmiş, devletler kurmuş, besteler yapmış, olimpiyatlar düzenlemiş, uzaya gitmiş olan insan, tüm bunları aklı sayesinde başarmıştır. Evrimciler insan aklının, sözde yaşayan en yakın akrabası olarak kabul ettikleri şempanzelerle ayrıldıktan sonra yaşanan süreçte evrimleşerek bugünkü halini aldığını iddia ederler. Aklın sözde evriminde var olduğunu iddia ettikleri sıçramaları ise beyinde meydana gelen rastlantısal değişimlere ve alet yapımı yeteneğinin geliştirici etkisine dayandırırlar. Bu iddialarını TV belgesellerinde sık sık karşımıza çıkarır ve önce taştan bıçak, sonra da mızrak yapmayı öğrenen hayali maymun adamların hikayesini anlatırlar. Ancak bu propaganda geçersizdir. Bizlere aktarılan senaryolar bilimsel gösterilmeye çalışılmalarına karşın tamamen bilim dışıdır ve tek kaynakları Darwinist önyargılardır. Ve kuşkusuz en önemlisi insan aklının maddeye indirgenemez oluşudur. Bu gerçek materyalizmin geçersizliğini belgeleyerek aklın evrimi iddialarını temelinden yıkmaktadır.
Gerçekte aklın evrimle ortaya çıktığını iddia eden evrimciler, ilkel bir akıl seviyesine sahip olmanın neye benzediğini kişisel olarak tecrübe etme ve sözde evrimsel süreçteki şartları tekrarlama imkanına sahip değildirler. Nature dergisinin editörü Henry Gee, bir evrimci olmasına karşın sağduyulu bir yaklaşım göstermekte ve bu tür iddiaların bilim dışı olduğunu açıkça kabul etmektedir:
Bu tür senaryolar bilim dışı olmalarının yanı sıra mantıksal açıdan da tutarsızdırlar. Evrimciler sözde evrimle oluşan akıl sayesinde alet kullanımının başlayıp geliştiğini; alet kullanımı sayesinde de aklın geliştiğini savunmaktadırlar. Oysa böyle bir gelişim ancak insan aklı zaten mevcutken mümkündür. Bu anlatıma göre ilk olarak teknolojinin mi yoksa aklın mı evrimle ortaya çıktığı sorusu cevapsızdır.
Darwinizm'in etkili eleştirmenlerinden Phillip Johnson bu konuda şunları yazar:
![]()
Mutasyonlar, etkili oldukları zaman, yanda görüldüğü gibi organizmada önemli bozukluklar meydana getirirler. Buna rağmen mutasyonların insan aklını geliştirebileceğini iddia etmek, son derece saçma ve bilimsel anlamda olanaksızdır.
Evrimciler, aklın rastlantısal olarak geliştiği iddialarına dayanak olarak iki faktör gösterirler. Birincisi mutasyondur. Ancak mutasyonların aklı evrimleştirdiği iddiasının saçmalığı ortadadır. Mutasyonlar etkili oldukları zaman organizmada önemli bozukluklar meydana getirirler. Beyinde meydana gelmiş ve kişiyi zihinsel faaliyetler açısından daha ileri bir seviyeye ulaştırmış tek bir mutasyon dahi bilinmemektedir. Bu gerçeklere rağmen, mutasyonların insan aklını geliştirebileceğini iddia etmek, yüksekten yere doğru atılan bir radyonun düştüğünde bir televizyona dönüşebileceğini iddia etmek kadar saçmadır.
George Marshall Enstitüsü başkanı Robert Jastrow bu saçma iddianın dayandığı mantığı şöyle ifade eder:
![]()
Darwinistlerce, aklın sözde rastlantısal gelişimine dayanak gösterilen ikinci faktör ise "ortaya çıkma olgusu"dur. Darwinistler bunu, "tesadüf eseri gerçekleşen bir rastlantının, hiç beklenmeyen bir başka şeyin ortaya çıkışına yol açabileceği fikri" olarak tarif etmektedirler. Bunun "klasik bilimsel örneği"nin su olduğunu iddia ederler. Buna göre oksijen ve hidrojen kendi başlarına suya benzer bir özellik taşımamakta, ancak belli oranda birleştiklerinde ortaya çıkan su molekülleri de önceden tahmin edilemeyen özellikler ortaya koymaktadır.
Bu mantığa göre, insan bilincinin kökeninde, beyin kimyasında meydana gelen rastlantısal bir değişimin yattığı varsayılmaktadır.
Ancak bu benzetme sadece bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü herkes gayet iyi bilir ki, insan bilinci su örneğindeki gibi kurala bağlı ve basit bir olgu değildir. Örneğin bir insan, yanında olmadığı halde aile yakınlarının görünümlerini ve seslerini hayal edebilir. Elbette görüntü ve seslerini sanki yanındalarmış gibi hissetmesi, beynindeki atomların belli kurallara göre birleşmesinden değil, kendi dilemesinden kaynaklanır. Kısacası beklenmedik özellikler ortaya koysalar da atomlar akıl artışıyla ilgili değildirler.
İnsan aklıyla ilgili Darwinist iddiaları temelinden geçersiz kılan nokta ise, teorinin dayandığı materyalist felsefenin insan aklına açıklama getirme ihtimalinin olmamasıdır.
Modern bilim, insan aklının, materyalistlerin iddia ettiği gibi beyin hücreleri arasındaki alışverişlerden kaynaklanmadığını göstermiştir. Modern teknoloji ürünü gelişmiş tarama cihazları, materyalistlerin, beyinde akıl meydana getiren bir bölge veya süreç beklentilerini boşa çıkarmıştır. İnsan aklına maddeci bir açıklama getirilememektedir.
Colin McGinn materyalizmin bu çıkmazını daha açık bir şekilde şöyle dile getirir:
![]()
Beyinde, materyalistlerin umduklarının aksine, akıl ortaya çıkaran bir nitelik olamayacağı açıktır. Çünkü atomlar düşünemez, bilemez, hatırlayamaz, sevemez, yorum yapamazlar. Beyindeki kusursuz dünyayı gören, aklın kaynağını oluşturan ve "ben benim" diyen varlık, Allah'ın yarattığı ruhtur.
Matematikçi ve teolog William A. Dembski ise bilince, beyin kaynaklı bir açıklama getirilmesi ümitlerinin tükendiğini şöyle dile getirir:
Beyinde, materyalistlerin umduklarının aksine, akıl ortaya çıkaran bir nitelik olamayacağı açıktır. Çünkü beyindeki hücreler oksijen, karbon, nitrojen gibi şuursuz atomlardan meydana gelmektedir. Elbette bu atomlar "düşünemez", "bilemez", hatırlayamaz" ve "sevemezler". Ayrıca bu atomlar yeryüzünde yaşamakta olan milyarlarca insanın beyninde aynıdır. Ancak milyarlarca farklı insan, beyinlerinde aynı atomları taşımalarına karşın milyarlarca farklı kişilik ortaya koyarlar. Aynı durumlarda farklı duygu ve düşünceler ortaya koyabilen tüm bu insanları, bir atom yığını kabul eden materyalist felsefenin ne büyük bir safsata olduğu ortadadır.
Modern bilimin bulguları, insana sadece maddeden meydana gelen sorumsuz bir varlık olduğunu söyleyen materyalizmi yalanlamaktadır. Bilimin gösterdiği gerçek, insan aklının temelinde doğaüstü bir bilincin bulunduğudur.
Şüphesiz bu durum, Kuran'da bize bildirilen önemli bir gerçeği doğrulamaktadır. İnsan aklının kaynağı, Yaratıcımız olan Allah'ın insana üflediği ruhtur. Allah Kuran'da bizlere bu gerçeği şöyle haber vermektedir:
Evrimcilerin Sahte İlahı: Doğa
Evrimciler doğada üstün bir yaratılış olduğu gerçeğini kabul etmekten kaçınmakla birlikte, yaşamın devamını mümkün kılan biyolojik yapılar karşısında hayranlıklarını dile getirmekten kendilerini alamazlar. Ancak bunu yaparken övgüler yağdırdıkları özellikleri, sahte bir ilaha atfederler. Bu sahte ilahın adı 'Doğa'dır. (Allah'ı tenzih ederiz) Evrimcilerin anlatımlarına göre bu sahte ilah canlılara sözde şefkat duymakta, onlara ihtiyaçları olan organları vermekte, yaşamın sürekliliğini sağlamaktadır. Düşünmekte, karar vermekte, durum değerlendirmesi yapmaktadır. Genellikle Tabiat Ana şeklinde başlayan cümlelerle bu sahte ilahtan, doğadan, kişilik ve akıl sahibi bir varlık gibi söz ederler. Buna göre doğa, kimi zaman canlılara ihtiyaçlarını veren bir ana, kimi zaman onlara mükemmel bir işlevselliğe sahip sistemler sağlayan bir mühendis, kimi zaman ise canlı türlerini eleyen ve sözde bunlardan yeni canlılar oluşturan ve bu şekilde türleri evrimleştiren bir seçicidir.
![]()
Doğada çok açık bir mükemmellik vardır. Ancak bunun doğaya atfedilmesi çok saçmadır. Evrimcilerin "Tabiat ana"sı, bildiğimiz taş, toprak, su, ağaç, bitki, vs.den oluşur. Acaba bunlardan hangisinin, organeller, hücreler, organlar ve sistemler yaratmaya ve bunlardan milyonlarca farklı canlı türü meydana getirmeye gücü olabilir? Hangisinin canlılara bilinçli ve akıl yüklü eylemler yaptırması mümkün olabilir? Elbette doğanın böyle bir gücü bulunmamaktadır. Doğa, bir yaratıcı güç değil, sadece bir malzemedir.
Söz gelimi insana zevk veren bir tablo, her zaman için bir ressamın varlığını gösterir. Mükemmel bir sanat eseri olan bir tabloyu inceleyen birisi tablodan aldığı zevkle 'boyalar ne güzel resimler yapmış, ne güzel desenler yaratmış' demeyecektir. Boyaların kendi başlarına resim yapmaya güçlerinin olmadığı, bir ressam tarafından bilinçli olarak kullanıldıkları ortadadır. "Tabiat ana" gibi kavramlar, ya da "doğa insana şu yeteneği vermiş, doğa insanı böyle yaratmış" gibi klişeleşmiş sözler de, son derece aynı şekilde mantıksız ve aldatıcıdır.
Tablonun ressama işaret ettiği gibi, doğa da üstün akıl sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir. Kaya, toprak, hava ve su gibi cansız maddelerden meydana gelen doğa; yaşamın devamı için gerekli doğa kanunlarını, yaşamın temelinde bulunan 'bilgi'yi, birbirinden üstün harikalıklarla donatılmış milyonlarca canlı türünü, bir tavus kuşunun tüylerindeki mükemmel renk ve desenleri ve kendisini merak edip araştıran bilim adamlarını var edemez.
Evrimciler, doğada hangi canlı neye ihtiyaç duyuyorsa, bu ihtiyaca hemen cevap veren ona göre sözde bir evrim başlatıp canlıya yeni özellikler katan 'sihirli' bir mekanizma olduğunu sanmaktadırlar. Bu hayali irade, aslında evrimcilerin farkında olmadan tapındıkları tesadüf putudur. Oysa gerçekte putların hiçbir şeye gücü yetmez. 'Doğa'nın da, 'tesadüf'ün de canlılar yaratmak ve bunları geliştirmek gibi bir gücü yoktur.
Doğa, içindeki tüm canlılar ve sistemlerle tüm bunları yaratmaya güç yetiren, sonsuz kudret ve akıl sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını işaret eder. Allah sonsuz bilgi ve kudretiyle doğayı var etmiştir ve onu her an ayakta tutmaktadır. O, tüm alemlerin Rabbi'dir, yoktan var edendir. Dilediği an, her birini ve dilediği kadarını daha yeniden yaratmaya güç yetirendir. Yüce Allah Furkan Suresi'nde şöyle buyurmaktadır:
Hiyerarşik Sınıflama Hakkındaki Evrimci Yanılgılar![]()
Evrimciler, canlılar arasındaki hiyerarşik sınıflandırmayı hayali evrimsel sürecin bir kanıtı olarak öne sürmeye çalışırlar. Oysa bu büyük bir aldatmacadır. Örneğin taşıtlar; kara, hava ve deniz taşıtları olarak sınıflandırılabilir. Ancak bu sınıflandırma, elbette ki söz konusu taşıtların tesadüfi bir evrim sürecinde ortaya çıktıklarının bir delili değildir.
Bazı evrimciler canlıların; familya, takım ve alem kategorilerinde hiyerarşik bir sistemle sınıflanabilir olmalarını hayali evrimsel sürecin kanıtı olarak öne sürmektedirler.
Ancak hiyerarşik sınıflamanın bir evrim kanıtı olarak savunulması geçersizdir. Çünkü öncelikle yaşam formlarının hiyerarşik olarak sınıflanabilir olması evrimcilerce ortaya atılıp sonradan doğrulanmış bir öngörü değildir. Modern sınıflama sisteminin babası olan İsveçli bilim adamı Carl Linnaeus, yoktan yaratılışa inanmış bir bilim adamıdır ve bu sınıflamanın yaratılış ürünü olduğunu kabul etmiştir.
Hiyerarşik olarak sınıflanabilir olma özelliği, tasarım ürünlerinin iyi bilinen bir özelliğidir. Örneğin taşıtlar, kara, hava ve deniz taşıtları olarak sınıflandırılabilir, bunlar daha alt kategorilere ve bu alt kategoriler de daha küçük alt kategorilere ayrılabilir. Ancak böyle bir sınıflama, söz konusu taşıtların tesadüfi bir evrim sürecinde ortaya çıktıklarını göstermez.
Nitekim Oxford Üniversitesi zooloğu Mark Ridley, New Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde, bunu şöyle ifade etmektedir:
Sınıflamanın evrim kanıtı olarak kullanılamayacağını gösteren çok önemli bir gerçek daha vardır: Canlılar aleminde birbirinden morfolojik (yapısal) olarak ayırt edilebilir 'türler' bulunması evrim teorisi adına bir çelişkidir.
Nitekim Charles Darwin bu durumun teorisi için oluşturduğu açmazı şu sözlerle ifade etmiştir:
Türlerin birbirinden ayırt edilebilir olduğu ve biyolojik olarak daha üst hiyerarşiler altında sınıflanabilir olduğu bir canlılar alemi, evrim teorisinin varsayımlarını desteklememektedir. Darwinizm'in, canlılardaki benzerliklerin sebebi olarak öne sürdüğü mekanizmaların, türleri evrimleştirici hiçbir gücünün bulunmayışı dikkate alındığında şu gerçek ortaya çıkmaktadır:
Canlılar arası ilişkilerde Carl Linneaus haklı çıkmış, Charles Darwin yanılmıştır.
Canlılar birbirlerinden tesadüfi olarak evrimleşmemiş, onları Yüce Allah yaratmıştır.
Çaresiz Darwinistlerin Sanal Girişimi: Bilgisayar Simülasyonları
Darwinistler, bugüne kadar doğada, fosil kayıtlarında veya laboratuvarda canlılardaki kompleks özelliklerin aşama aşama kazanılmış olduğu iddiasını ispatlayabilecek hiçbir bilimsel kanıt gösterebilmiş değillerdir. Bu sebeple senaryolarını sanal alem üzerine geliştirirler. Geliştirdikleri yazılım platformlarında dijital organizmalar kurgulamakta, programı çalıştırmakta ve sonra da heyecanla bunların doğal seleksiyon ve mutasyonlarla nasıl evrimleştiğine dair masallar anlatmaktadırlar. Ancak bilgisayar ortamında (in silico) yapılan bu tip deneyler, bilgisayarların verilen komutları yerine getirebildiğini kanıtlamaktan başka bir iş başarmamaktadır.
![]()
Protein-ilaç etkileşiminin "in silico" metoduyla, yani bilgisayar ortamında geliştirilmiş modeli. Bu modeller bilinçli olarak şekillendirilen ve yönlendirilen programlardır. Böyle bir mekanizmanın doğal seleksiyon ve mutasyonlarla evrimleşmeye delil olarak gösterilmesi ise büyük bir mantık çöküntüsünün ürünüdür.
Bu deneyler, evrim teorisinin varsaydığı amaçsız, tesadüfi bir süreç değil, bir hedefe doğru bilinçli şekilde yönlendirilen bir süreçtir. Örneğin bu deneylerdeki dijital organizmalar, matematiksel yeteneklerine göre 'ödüllendirilen' küçük bilgisayar programlarıdır. Başarılı işlemler yapan bir dijital organizmanın çoğalarak daha fazla başarı elde edebileceği bilgisayar zamanı kazanmasına izin verilmektedir.
Daha da önemlisi, bir 'dijital' organizma, bir 'biyolojik' organizma için asla bir yedek olamaz. Tek bir ökaryot hücreyi ele alalım ve Darwinistlere soralım: Acaba kurguladıkları atari oyununda, hücrede bulunan şu kompleks yapı, işlev ve/veya süreçlerden hangisinin 'silikon' karşılıkları mevcuttur?
Çekirdek? Hücre zarı? Sitoplazma? Enzim? Protein? Kromozomlar? Ribozom? DNA kopyalaması? RNA tercümesi? DNA ve RNA'daki hataların düzeltilmesi sistemi? Mitoz bölünme? Mayoz bölünme?...
Biz cevap verelim: Hiçbirinin.
Nitekim Nature dergisinin 9 Ocak 2003 tarihli sayısında kimyacı Steven A. Benner tarafından yayınlanan bir makalede 'sentetik biyoloji'yle ilgili bazı yorumlar yapılmış ve simülasyonların gerçeğe uzaklığını açığa çıkaran şu ifadelere yer verilmiştir:
![]()
Darwinistler, kurguladıkları bilgisayar programlarında hücredeki hiçbir kompleks organelin silikon karşılıklarını geliştirememişlerdir. Bunu yapmaları elbette imkansızdır, çünkü bu sistemler olağanüstü kompleksliğe ve özel bir düzene sahiptir. Allah'ın yarattığı üstün sanat eserleridir.
Bir bilgisayar uzmanı olan Kevin Kelly'nin şu sözleri ise daha çarpıcıdır:
Darwinistleri, sanal dünyada sözde ispatlanan hayallerini terk edip, gerçek dünyayı görmeye ve doğanın gerçeklerinin evrim teorisini yalanladığını kabullenmeye davet ediyoruz.
|
13 Ocak 2013 Pazar
Darwinist Propagandanın Çürük Temelleri
Etiketler:
adnan hoca,
adnan hocanın talebeleri,
adnan oktar,
cihad,
darvin,
evrim,
evrim teorisi,
filistin,
fosil,
harun yahya,
israil,
kominizm,
kuranda hoşgörü,
materyalizm,
nefret,
sevgi,
yaratılış,
yobazlık