2 Nisan 2013 Salı

Darwinizm Dini


Darwinizm Batıl Bir Dindir

“Birtakım değişikliklere uğramış, ancak özde hala aynı özellikleri taşıyan Darwin teorisi, kendisine ilahi bir şevkle inanan taraftarlarının tebliğ ettiği bir din haline gelmiştir ve teoriye şüphe ile bakanların bilimselliğe yeterli inancı olmayan kafası karışık kişiler olduğunu düşünmektedirler.”(Margorie Grene)Margorie Grene, Encounter, (Nov. 1959), s. 48-50.
Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi evrim teorisinin geçersizliği bilim çevreleri tarafından yıllardır ortaya konmaktadır. Ortaya atıldığı günden itibaren bilim alanında yaşanan pek çok gelişme bu teorinin iddialarını birer birer geçersiz kılmıştır. Elektron mikroskobunun bulunması, genetik kanunlarının ve ardından DNA'nın keşfedilmesi, canlı organizmaların son derece kompleks sistemler içerdiklerinin ortaya çıkması ve daha pek çok bilimsel gelişme, Darwinizm'in aleyhinde olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Ancak biz burada Darwinizm'in farklı bir yönünü ele aldığımız için, evrimin bilim karşısındaki çöküşünün detaylarına girmeyeceğiz. Darwinizm'in bilimsel gerçekler ışığında hiçbir geçerliliği olmadığını, bilimsel delillerin evrim teorisini geçersiz kıldığını kitabın sonundaki "Evrim Yanılgısı" bölümünde okuyabilirsiniz. (Ayrıca Evrim Aldatmacası, Hayatın Gerçek Kökeni, Evrimcilerin Yanılgıları, Evrimcilerin İtirafları… gibi kitaplarımızda da bu konularla ilgili detayları bulabilirsiniz.)
Ne var ki, bilim bu kadar hızla ilerlemesine ve insan hayatına sürekli bir yenilik getirmesine rağmen bazı bilim adamları hala "gerici", "bağnaz" ve "tutucu" diyebileceğimiz bir zihniyetle 19. yüzyılın (2 yüzyıl öncesinin) ilkel bilim anlayışı ile üretilmiş, bugün çocukları bile güldürecek basitlikte ve yüzeysellikte teorilere sahip çıkmaya çalışmaktadırlar.
Peki Darwinizm'in bazı bilimsel çevrelerde bu denli popüler olmasının nedeni nedir? Ortada evrim teorisini destekleyen tek bir somut bilimsel delil dahi yokken, aksine tüm canlıların çok üstün bir yaratılışla var edildikleri, evrim teorisinin iddia ettiği gibi tesadüfen gelişemeyecekleri apaçıkken, bazı insanlar nasıl olup da hala çok şiddetli birer evrim savunucusu olabilmektedirler?
İşte bunun nedeni teorinin, bilimselliğinden ziyade bir zihniyetin, inancın ifadesi olmasında yatmaktadır. Bu zihniyet, evrimi, geçerliliği bilimsel verilerle incelenecek bilimsel bir teori olarak değil, ne olursa olsun doğrulanması gereken bir inanç olarak görmektedir. Söz konusu zihniyete sahip kişilerin bu inançları da bilimsel gerekçelere dayanmadığı için, evrim teorisini çürüten bilimsel kanıtların ortaya konması teoriye olan körükörüne bağlılıklarını kesinlikle etkilememektedir. Evrim aleyhinde gösterilen deliller ne kadar güçlü olursa olsun, evrimciler bunları gözmezlikten gelmekte, inançlarını şiddetli bir şekilde savunmaya devam etmektedirler.

Darwinistler için evrim teorisi herhangi bir bilimsel savdan çok daha ötedir. Evrim teorisi söz konusu olduğunda evrimci bilim adamları için tarafsızlık, bilimsellik, objektiflik gibi kavramlar bir anda ortadan kalkar. Teorilerine o kadar şiddetli bir şekilde bağlıdırlar ki, evrimci Nature dergisinde yayınlanan bir makalede ifade edildiği gibi; "Bu saygın bilim adamları, 'eğer evrim teorisi doğruysa' diye başlayan bir cümle yazmaktansa sağ ellerini kesmeyi tercih ederler."1   Çünkü evrim teorisinin doğru olmaması gibi bir ihtimali akıllarına dahi getirmek istememektedirler.
philip
Bu, insanların bilim adamlarında görmeye alışkın olmadıkları bir yaklaşımdır. Çünkü insanlar genelde bilim adamlarının felsefi ve ideolojik önyargılara dayanarak konuşacaklarına ihtimal vermezler. Onlara göre bilim adamları somut delillerle kanıtlanmış, doğruluğu deneylerle ispatlanmış gerçekleri dile getiren, objektif insanlardır. Bu nedenle de evrim teorisinin doğruluğundan hiçbir şekilde kuşku duymazlar. Oysa bu, büyük bir yanılgıdır; çünkü evrimci bilim adamları için evrim teorisi söz konusu olduğunda tüm bu bilimsel kriterler ortadan kalkmaktadır. Darwinizm'in önde gelen ideologlarından Pierre Teilhard de Chardin'in aşağıdaki sözleri, Darwinistler'in evrim teorisine bakış açılarının "bilimsellik" düzeyini gözler önüne sermektedir:
Evrim bir teori, bir sistem ya da bir hipotez midir? Hayır o bunların hepsinden öte bir şeydir. Evrim, kendisinden kuşku duyulmayan yegane ilkedir ki, tüm teoriler, tüm sistemler, tüm hipotezler, ciddiye alınabilir ve doğru olabilmek için ona dayanmak zorundadırlar. Evrim, tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık, tüm çizgilerin kendisinden çıkması gereken bir ana çizgidir. İşte evrim budur.2
kustuyleri
Soldaki resimler: Darwin, evrim teorisini ortaya attığı dönemde bilim ve teknoloji son derece ilkel bir seviyede idi. Günümüzde bilgisayarların, elektron mikroskoplarının kullanıldığı alanlarda, o dönemin bilim adamları en ilkel araçları kullanıyorlardı. Mikroskoptan diğer teknik aletlere kadar her türlü gelişme ancak 20. yüzyılın ortalarında başladı.  Bilimsel gelişmenin ortaya koyduğu sonuçlar ise, Darwin'in ilkel bilim düzeyi içinde ortaya attığı iddiaları çürüttü.
Yukarıdaki alıntıda olduğu gibi, Darwinistlerin evrim teorisini ifade ederken kullandıkları terimler de bize bu bağnaz yaklaşım hakkında çok önemli ipuçları vermektedir. Bu anlatımlarda bilimsel kelimelerden ziyade, körü körüne bağlılığı ifade eden sıfatlar, açıklamalar kullanılır. Örneğin dünyanın önde giden evrimcilerinden G.W. Harper evrim teorisini "metafizik inanış"3 , Harvard'ın tanınmış evrimci biyologlarından Ernst Mayr ise "günümüzde insanın dünyaya bakış açısı"4  olarak adlandırır. 20. yüzyılın belki de en bilinen evrimcilerinden biri olan Julian Huxley evrimi "evrensel ve her yanı kaplamış olan bir yöntem" olarak görmüş ve "gerçeğin tümü"5 olarak adlandırmıştır. Zamanının en ünlü evrimcilerinden olan ve 1975'te ölümünün ardından günümüzün önde gelen evrimci genetikçileri tarafından biyogrofisi hazırlanan Theodosius Dobzhansky'nin evrime bakış açısı de Chardin'inkini takip etmiştir. Dünyanın tanınmış bilim felsefecilerinden olan Karl Popper, evrim teorisinin bilimsel bir teori değil, "metafizik bir araştırma programı"olduğunu belirtir. Evrimcilerin tüm bu tanımlamalarının ardından İngiliz fizikçi, H.S. Lipson ise evrim teorisinin şu anki durumunu şöyle açıklamaktadır:
Aslında evrim, bir bakıma bilimsel bir din haline gelmiştir. Hemen hemen tüm bilim adamları bunu kabul etmişler ve pekçoğu da gözlemlerini ona uydurmak için bulgularını eğip bükmeye hazırlanmaktadırlar.7
tavuskusu
Sol üst : Theodosius Dobzhansky
Sağ üst: Ernst Mayr
Alt : Karl Popper
Yukarıda isimleri geçen tüm bu otoritelerin Darwinizm'i anlatırken kullandıkları kelimeler, kavramlar gerçekten de dikkat çekicidir. Bu kelime ve kavramlarda ne bir matematiksel sonuçtan, ne bir somut delilden, ne de elde edilen herhangi bir bulgudan evrimi destekleyen deney ya da gözlemlerden bahsedilmemektedir. Bunun yerine, evrim hep "gerçeğin tümü", "her yanı kaplamış bir ana yöntem", "tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık" gibi garip sıfatlarla tanımlanmaktadır.
Dikkat edilirse hiç kimse yerçekimi kanunu, dünyanın dönüşü ya da termodinamik kanunu için bu tip ifadeler kullanmamakta, metafizik yorumlara yönelmemekte ve abartılı çıkarımlar yapmamaktadır. Çünkü bilimsel gerçekler ortadadır ve herkes tarafından gönül rahatlığıyla açıkça kabul görmektedir. Bu nedenle de ne Newton ne Einstein ne de başka bir bilim adamı için haddini aşan abartılı ifadeler kullanılmaktadır. Örneğin yerçekimi kanununu hiç kimse "tatmin edici inanış" olarak adlandırmaz, ya da termodinamik kanunları için "eğer doğruysa diye bir ifade kullanacağıma kolumu keserim" demez. 
Oysa evrimcilerin üslubu çok farklıdır. Konuşmalardan ya da anlatımlardan anlaşılan söz konusu kişiler, bir bilim adamından çok, dinini her şart ve durumda koruyacağına dair yemin etmiş bir kişi havasındadırlar. Bu nedenle de anlatımlarında hiçbir şekilde bilimsel bir metod izlenmemekte, bilimsel bir anlatım kullanılmamaktır. Kimse yapılan deneylerden, elde edilen kanıtlardan bahsetmemekte, ortada metafizik öğeler taşıyan kelimeler ve kavramlar dolaşmaktadır. Üstelik bu kişiler evrim konusunda dünyaya gelmiş olan en şöhretli isimlerdir. Kullanılan kelimeler bir araya getirildiğindeyse ortaya çok ilginç bir tablo çıkmaktadır: "Evrimsel dogma!", "Bilimsel din!", "Tatmin edici inanç!", "Evrim efsanesi!", "Günümüz insanının dünya görüşü!", "Yayılma yöntemi!", "Gerçeğin tümü!", "Herşeyi aydınlatan ışık!", "Metafizik inanış!", "Metafizik bir araştırma programı!", "Tüm düşünce sistemlerinin takip etmesi gereken bir yörünge!"…
Evrim literatürünü biraz daha araştırsak evrim teorisinin dini karakterini ve tüm sosyal ve hatta psikolojik olaylara kadar evrimci bakış açısını ifade eden pek çok örnekle karşılaşabiliriz. Takdir etmek gerekir ki, böylesi şatafatlı terimler için kimse bilimsellik iddiasında bulunamaz. Sidney Üniversitesi'nde biyolog olan L. C. Birch ve yine Stanford Üniversitesi'nden biyolog P. R. Ehrlich bu evrimsel dogmayı açıkça dile getirmektedirler:
"Evrim teorimiz... herhangi bir gözlem tarafından reddedilemeyecek bir teori haline gelmiştir. Akla yatkın her gözlem ona uygun hale getirilebilir. Bu yüzden 'ampirik bilim dışındadır'...  Kimse onu sınayacak yollar düşünemez. Herhangi bir temele dayanmayan veya olabildiğince basitleştirilmiş birkaç laboratuvar deneyine dayalı düşünceler geçerliliklerinin çok ötesinde bir geçerlilik kazanmıştır. Bunlar, çoğumuzun eğitimimizin bir bölümü olarak kabul ettiği evrimsel bir dogmanın parçası haline gelmişlerdir."8

Günümüz Evrimcileri Darwin'den Bile Daha Katıdır

Günümüz evrimcilerinin bu bağnaz tutumu, bizzat teoriyi ortaya atan Darwin'den bile çok daha katıdır. Darwin teorisini ortaya atarken, kendisine belli bir "yanılma payı" bırakmış, Türlerin Kökeni adlı kitabında sık sık "eğer teorim doğruysa..." diye başlayan yorumlar yapmıştır. Bu yorumlarında Darwin'in bazı bilimsel kriterler kabul ettiği, teorisinin nasıl yanlışlanabileceği konusunda kıstaslar ortaya koyduğu görülmektedir. Örneğin fosil kayıtları hakkında şöyle yazmıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş türleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.9
tavuskusu
Paleontoloji alanında yapılan son buluşlar doğrultusunda, Archaeopteryx'in bir ara geçiş formu olmadığı, aksine tam uçucu bir kuş türü olduğu kesinlik kazanmıştır. Evrimciler ise, Archaeoptreyx gibi tüm sözde delilleri, bilimsel bulgularla geçersizleştirilmesine rağmen, evrim teorisine inanmaktan vazgeçmemişlerdir.
Darwin'in sözünü ettiği "sayısız ara-geçiş türleri" hiçbir zaman bulunmamıştır ve bunu günümüzdeki pek çok evrimci paleontolog da kabul etmektedir. Bu durumda Darwin'in "eğer teorim doğruysa" şeklindeki koşuluna bakarak, teorinin reddedilmesi gerekir. (Bugün yaşasa, belki Darwin de bu nedenle teorisini reddedecekti.)
Oysa günümüz evrimcileri, bu konuda olağanüstü bir umursamazlık ve bağnazlık göstermektedirler. Türkiye'deki Darwinist çevrelerin en önde gelen yayın organlarından biri olan Bilim ve Ütopya dergisinde, Dr. Ümit Sayın tarafından yazılan bir yazıda, Darwin'in "eğer teorim doğruysa... kalıntıları mutlaka fosil kalıntılarında bulunmalıdır" dediği ara geçiş formları için şöyle yazılmaktadır:
Archaeopteryx'in uçan bir dinozor olmasının evrim kuramının doğruluğu ve geçerliliği açısından fazla bir önemi yoktur. Hiçbir geçiş fosili bulunmasa bile bu evrim kuramını çökertmez...Varsayalım ki, henüz hiçbir fosil bulamadık; bu tüm ara canlıların kaybolduğunu, doğaya karıştığını gösterir.... Diyelim ki tüm fosiller fos çıktı! Bu bile evrim kuramını çökertmez, çünkü fosiller, Archaeopteryx ve diğer geçiş hayvanları sadece mekanizmaların izahı için gereklidir.10
Yani yazar, "hiçbir fosil kanıtı bulamasak da, evrime olan inancımızı koruruz" demektedir. Darwin bile bu konuyu teorisinin doğru olup olmadığının en önemli kıstaslarından biri olarak belirtmişken, söz konusu evrimci yazarın bu kıstası bir kenara bırakarak "her ne surette olursa olsun evrime inanma" kararlılığı göstermesi son derece ilginçtir. Bu durum, Darwinizm'in her türlü bilimsel kriterden uzak, körükörüne bir inanç olduğunun göstergesidir.

Entelektüel Bir Diktatörlük

Evrimcilerin yukarıda alıntı yaptığımız bu süslü sözleri onları kendi inanışlarına göre diğer dinlerin de üzerinde hayali bir konuma yerleştirmektedir. Bu çarpık düşünceye göre evrim tek "objektif gerçek"tir ve evrimciler bu aldatmacanın verdiği güçle diğer dinleri de kendilerine tabi olmaya davet etmektedirler. Evrimci bir anlayışa göre, diğer dinler, eğer evrimi ve onun ortaya çıkardığı kavramları kabul ederlerse, "ahlaki bir öğreti" olarak yaşamalarına izin verilecektir. Neo-Darwinist akımın en önemli birkaç isminden biri olan George Gaylord Simpson bunu şöyle ifade eder:
Elbette dini olarak tanımlanan ve dini duygulara dayanan ve hala varlıklarını koruyan bazı inanç sistemleri vardır. Bunların evrimle uyuşmaları kesinlikle söz konusu değildir ve dolayısıyla duygusal etkilerine rağmen, entelektüel olarak savunulmaları mümkün değildir. Ancak duygusal alanda kalmaları şartıyla, ben bunların evrimle bir arada var olabileceklerini savunuyorum. Bir başka deyişle, evrim ve doğru din, birbirleriyle uyuşabilirler.11 
Bu, evrim ve onun üzerinde gelişen bilimsel öğretiler, diğer dinleri yargılama hakkına sahiptir demektir. Bu dinlerin hangilerinin ya da hangi yorumlarının doğru din olarak kabul edileceğine karar vermek de yine evrim dinine düşecektir. Söz konusu önyargılı düşünceye göre, doğru din denen şey sadece insanlar arasındaki ahlak kıstaslarını belirtmekle yükümlü bir öğreti olabilir.
Bu otoriter yaklaşıma, yani insanların kendi kabul ettikleri doğruları diğer kişilere kabul ettirme konusunda baskı yapmalarına bir örnek Kuran'da yer almaktadır. Kuran'da eski Mısır Firavun'u anlatılırken onun kendi halkına "ben, size yalnızca gördüğümü gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" (Mümin Suresi, 29) dediğine dikkat çekilir. Bu söz günümüzdeki evrimcilerin de sıkça telaffuz ettikleri bir mantıktır. Evrimciler Firavun'la çok büyük benzerlik gösteren bu yaklaşımlarıyla, evrim teorisini halklara empoze ederken, bir yandan da bilimsel çevreleri baskı altında tutarlar. Bu baskı içinde evrim adeta bir tabuya dönüştürülmüştür. Evrime inanmayanlar neredeyse dışlanırlar. Ünlü anatomi profesörü Thomas Dwight, bu durumu"entelektüel bir diktatörlük" olarak nitelendirerek şöyle der:
Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor; aynı zamanda terör çağlarını aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi düşüncelerini aynen açıklayabiliyorlar.12
Evrim gerçekten de çok büyük kitleleri etkisi atına alan batıl bir dindir, fakat kesinlikle bilim değildir. Zaten bu kişilerin ifadeleri dikkatli olarak incelense satır aralarında onların da bir dinden bahsettikleri kolaylıkla anlaşılacaktır. Önemli bilim tarihçilerinden Margorie Grene'in söyledikleri, bu açıdan değerlendirildiğinde şaşırtıcı değildir:
Darwinizm'in tutulma ve halen de insanların zihninde yer etmesinin sebebi onun bir bilim dini olmasından kaynaklanmaktadır. Küçük ve tesadüfe dayalı hataların dışsal ve dolaylı determinasyonu, hayatın, insanların, ve insanın en derin umut ve en yüksek başarılarının ortaya çıkmasının doğacı evrimin en temel taşları olduğu addedilmektedir... Birtakım değişikliklere uğramış, ancak özde hala aynı özellikleri taşıyan Darwin teorisi, kendisine ilahi bir şevkle inanan taraftarlarının tebliğ ettiği bir din haline gelmiştir ve teoriye şüphe ile bakanları bilimselliğe yeterli inancı olmayan kafası karışık kişiler olduğunu düşünmektedirler.13  
İşte Darwinizm, taraftarlarının konuşmalarındaki, yazılarındaki ve düşüncelerindeki tüm bu dini öğelere rağmen hala insanlara bilimsel bir teori olarak sunulmakta, insanlar ortada hiçbir bilimsel delil olmadığı halde bu teoriye körü körüne inandırılmaktadırlar. Evrimcilerin bu bağnaz yaklaşımlarının nedeni ise, evrimi terk ettiklerinde karşılaşacakları gerçekten kaçıyor olmalarıdır. Çünkü bu gerçek yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kainatı ve tüm canlıları Allah'ın yarattığı gerçeğidir. Bu ise, söz konusu bilim adamlarının sahip oldukları maddeci ve ateist anlayış açısından kabul edilebilir bir durum değildir. 
Bu nedenle bu batıl dinin dünya üzerindeki zararlı etkisinin farkına varıp, batıla karşı "gerçeklerden ve doğrulardan" yana olmak, akıl ve vicdan sahibi insanlar için son derece önemlidir. Bu putperest dinin akıl dışı öğretilerini daha yakından tanımak ise doğrulardan yana tavır almanın ve batılı geçersiz kılmanın ilk adımıdır. Bunun ardından yaratılış gerçeğini tüm delilleriyle ortaya koymak, Allah'ın "Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir" (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle bildirdiği gibi tüm bu batıl dinleri geçersiz kılacaktır. 

Darwinizm Dininin Kökenleri

“Socrates öncesi yaşayan Yunan Miletli felsefeciler kainatın yaratılışıyla ilgili evrim kavramlarını Mısır ve Babil ya da Sümer’in çok daha eski dini liderlerinden almışlardı... Bu yüzden evrim hiçbir şekilde modern bir ’’bilimsel’’ keşif değildir, fakat tarih öncesi çağlara ait Allah karşıtı dünya dininin günümüzde yeniden canlanmasıdır… Bu teorinin başlangıcını Charles Darwin ve onun yakın atalarına dayandırmak adet olmasına rağmen, bu fikrin temel şekli, yazılı tarihin kendisinin başlangıcına kadar uzanmaktadır. “ (Ernest Abel)(Abel, Ernest L., Ancient Views on the Origin of Life (Farleigh: Dickinson University Press, 1973) s. 15
Herhangi bir kişiye "Din nedir?" diye sorulacak olsa, vereceği cevap, büyük bir ihtimalle dinin insanları Allah'ın bildirdiği doğru yola, mutlak hayra götüren ilahi kanunlar olduğu olacaktır. Ancak şu an dünya üzerinde var olan dinlerin birçoğu bu tanıma uymamaktadır. Şu an yeryüzündeki çok sayıda dini başlıca iki gruba ayırabiliriz; Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik gibi Allah'ın vahyine ve tevhid inancına dayalı ve Allah'ın elçileri vasıtasıyla insanlara bildirdiği hak dinler (Yahudilik dininin kutsal kitabı Tevrat, Hristiyanlık dininin kutsal kitabı ise İncil'dir. Ancak Rabbimiz'in insanlara hidayet rehberi olarak gönderdiği bu iki kutsal kitap, Hz. Musa ve Hz. İsa'ya vahyedilmelerinden sonra tahrif edilmiş, orijinal hallerinden uzaklaşmışlardır. Dolayısıyla bu cümlede geçen "hak dinler" ifadesiyle, Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin ilk gönderildikleri halleri kastedilmektedir), öte yanda da insanlar tarafından ortaya çıkarılan ve içlerinde birçok hurafeler barındıran batıl dinler. 
Hak dinler insanları Allah'ın birliğine, elçilerine, kutsal kitaplarına, ahiretin, cennet ve cehennemin varlığına inanmaya davet ederler. Batıl dinler ise, hak dinlerin tam tersine, insanları doğrulardan uzaklaştırır ve batıl inançlarla, totemlerle, putlarla, binlerce tuhaf öğretiyle, garip itikatlarla, büyüyle, birbirinden yoz mezheplerle, töre ve geleneklerle dolu bir hayata sürüklerler. Bu dinlere bağlananlardan kimisi totemlere tapar, kimisi güneşe ibadet eder, kimisi "uzaylılar"a inanır, taştan, tahtadan putlardan medet umar, onların karşısında ayinler yapar, hediyeler sunar, onları mutlu etmeye çalışırlar. Şimşek çaktığında sözde gök tanrısının kızdığına, yağmur yağdığında da ağladığına inanırlar. Bu tür inançlara sahip kişiler Kuran'da "müşrik" (Allah'a ortak koşan) olarak tanımlanır, Batı literatüründe ise "pagan" olarak isimlendirilirler. Bu inanca sahip kişilerin hayatları içinde aklın, vicdanın ve mantığın yeri yoktur.
Batıl dinlerin hayatın oluşumuna ve canlı türlerinin varlığına yönelik getirdikleri açıklamalar da aynı cahil yaklaşımın bir devamıdır. Genel inanış kainatın ve tüm canlılığın havadan, sudan ya da ateşten oluştuğu ya da uzaydan geldiği yönündedir, bir diğer inanış da kainatın her zaman var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı yönündedir. Pagan dinler tüm kainatın tapındıkları tahta ve taştan putlar tarafından var edildiğine inanırlar. Bu sapkın inanışa göre her bir put kainatın bir bölümünü var etmiş ve kendi var ettiği bölüme de hakim olmuştur; sözde gök tanrısı gökyüzünde, sözde deniz tanrıçası sularda, sözde yer tanrısı insanlar arasında hükmetmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Dinler tarihi mukayeseli olarak incelendiğinde pek çok batıl dinin birbirinden etkilendiği, gerek inanışlarında, gerekse öğretilerinde çok önemli benzerlikler bulunduğu görülür. Eski Yunan ve Mezopotamya dinleri gibi çok eski tarihlerde ortaya çıkan putperest dinler, günümüzdeki pek çok batıl dinin kökenini oluşturmuşlar, bu dinleri öğretileriyle beslemişlerdir. Bu dinlerden etkilenip, aynı dönemlerde filizlenmeye başlayan bir batıl din de, dini yönüne önceki bölümde dikkat çektiğimiz "Darwinizm dini"dir.
Darwinizm dini ile diğer batıl dinler arasında gerek kainatın ve canlıların oluşumuna verilen cevaplar, gerekse genel öğretiler ve inançlar konusunda çok büyük benzerlikler bulunmaktadır. Yani Darwinizm insanların büyük bölümünün inandığı gibi bilimsel bir gerçek, deneylere ve gözlemlere dayalı sağlam bir kuram değildir. Darwinizm, bilimdışı bir temel üzerine oturtulan birkaç bin yıllık bir aldatmacadır. Bu nedenle kitap boyunca batıl Darwinizm dininin ilk ortaya çıkışı, kurucusu, sözde kutsal kitabı, misyonerlik anlayışı ve diğer dinlerle bağlantıları incelenirken, diğer batıl dinlerle mukayesesi yapılacak ve çarpıcı benzerliklerin altı çizilecektir.

Darwinizm Dininin Diğer Batıl  Dinlerden Farkı Yoktur

Daha önce de vurguladığımız gibi Darwinizm 19. yüzyılda bilim adamlarının ve Charles Darwin'in amatör araştırma ve gözlemleri sonucunda keşfedilen ve bilim çevrelerine sunulan bir teori değildir. Kökenleri, çok daha eskilerde yaşamış olan maddeci felsefecilere dayanmaktadır. Darwinist inanışlarla ilk olarak bundan birkaç bin yıl önce var olan çoktanrılı ve maddeci Sümer ve Yunan dinlerinde karşılaşmak mümkündür. Dolayısıyla Charles Darwin, evrim fikrini ilk ortaya atan kişi değil, bu inancın genel esas ve itikatlarının ana çerçevesini çizen, öğretilerini şekillendiren, daha sonra da kurumsallaştıran amatör bir araştırmacıdır.
kustuyleri
kustuyleri
İlkçağlardan beri dünyada putperest toplumlar olmuştur. Her dönemde ve her toplumda insanlar kendi kendilerine farklı putlar oluşturmuşlardır. Darwinistler nasıl tesadüfleri ve cansız varlıkları yaratıcı putlar olarak kabul ediyorlarsa, sapkın inanışa sahip toplumlarda da benzer varlıklar put edinilmiştir. Yukarıdaki resimler, bu putlardan bazıları ile ilgilidir. Sol üst: Sümerlerin batıl inancında Su Tanrısının emriyle insanın gerçekdışı yaratılış aşamalarının anlatıldığı tabletler. Sağ üst: Mezopotamyadaki sözde Güneş Tanrısının önünde dua eden Hamurabi. Alttakiler: Sümerlilerin Su Tanrılarını sembolize eden resimler.
Putperest Sümerlerin Allah'ı inkar eden ve canlıların başıboş bir evrim süreciyle oluştuğunu ifade eden yazıtları Darwinizm dininin belkemiğini oluşturan izahlardır.14 Sümer yazıtları incelendiğinde, ilk başta bir su karmaşasından söz edildiği ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu adlı sözde tanrıların ortaya çıktığı iddiası görülür. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar sözde ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardır. Yani canlılık cansız su kaosundan birdenbire oluşmuştur. Buradaki vurgu "madde ve evrenin ilk olarak sudan ortaya çıktığı ve canlıların cansız maddelerden oluştuğu" inancını savunan evrimci bakış açısıyla çok büyük bir uyum göstermektedir. Dolayısıyla kainatın bir evrimleşme süreciyle oluştuğuna dair batıl inanç Sümer dinlerinde de bulunmaktadır.
kustuyleri
Yukarıdaki resimde, timsaha tapan bir insan resmedilmiştir. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de birçok toplumda insanlar timsah, inek gibi hayvanlara veya su, ateş gibi cansız varlıklara tapmakta, onları yaratıcı ilahlar olarak kabul edebilmektedirler. Böyle bir inanışın akla, mantığa ve vicdana uyan hiçbir yönü yoktur. Bir timsahın hiçbir şeye güç yetiremeyecek, hiçbir şeye akıl erdiremeyecek kadar aciz ve şuursuz bir varlık olduğu açıktır. İşte Darwinistler de, böyle garip ve akıl almaz bir inanışa sahiptirler. Onlar timsahları, ateşi değil ama tesadüfleri, cansız ve şuursuz atomları, yaratıcı güç olarak kabul eder ve bu inanca bir dine bağlanır gibi bağlanırlar.

darwin
Evrimcilerin akıl ve bilim dışı iddialarına göre, ilkel atmosferde karbon ve fosfor gibi birçok kimyasal madde, yıldırımların, rüzgarların etkisiyle en uygun miktarda biraraya gelerek canlılığı oluşturmuştur. Gerçekte böyle bir inancın, putperestlerin rüzgar tanrısına (yanda) tapınmalarından hiçbir farkı yoktur.
Mısır dinler tarihi incelendiğinde de benzer batıl inanışlarla karşılaşırız. Herhangi bir bilimsel dayanağı olmayan bu saçma anlayışa göre "Yılan, kurbağa, solucan ve farelerin, su baskınlarıyla taşan Nil ırmağının çamurlarından oluştuklarına"15 inanılırdı. Yani Mısır dinlerinde de Yaratıcı inkar edilmiş, "canlıların tesadüfler sonucunda balçıklardan"oluştuğuna inanılmıştı. Bunun yanı sıra Babil ve Mısırlılara ait sözde yaratılış hikayelerinde de "yeryüzünün ve yaşamın ortaya çıktığına inanılan ilk deniz" fikri yer almaktadır.16 
Bu düşüncenin artık tarihe karıştığını ve eski uygarlıklarla birlikte yok olduğunu sanmak çok büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü günümüzde de evrimciler aynı mantığı savunmakta ve "ilk deniz" ya da "su kaosu" fikrini, "ilkel çorba" ismiyle bilim dünyasına kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Evrim teorisinin bu iddiasına göreyse, dört milyar yıl kadar önce ilkel dünya atmosferinde canlılığın varlığı için gereken karbon ve fosfor gibi birçok cansız kimyasal madde en uygun şartlarda ve en uygun miktarlarda, tesadüfi birtakım faktörlerin etkisi ile suda biraraya gelmişler, bu arada devreye yıldırımlar, fırtınalar ve sarsıntılar girmiş, canlılığın ilk yapıtaşı olan amino asitleri oluşturmuşlardır. Bu aminositler yine aynı tesadüflerin sonucunda proteinleri, bu proteinler hücreleri oluşturur, bu tesadüfler zinciri devam eder ve sonucunda insana ulaşır…
Oysa cansız maddelerin biraraya gelerek canlılığı oluşturabilecekleri iddiası, bugüne kadar hiçbir deney ya da gözlem tarafından doğrulanmamış, bilim dışı bir iddiadır. Her canlı hücre, bir başka canlı hücrenin çoğalmasıyla oluşur. Dünya üzerindeki hiçkimse, en gelişmiş laboratuvarlarda dahi, cansız maddeleri biraraya getirerek canlı bir hücre yapmayı başaramamıştır. Bu ise ilk hücrenin mutlak surette yaratıldığını, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'in ilk hücreyi yoktan varettiğini bizlere göstermektedir.
Karmaşık ritüelleri ve putperest öğretileriyle Güney Asya'da çok geniş kitleleri etkisi altına alan Hinduizm de "tüm canlıların okyanuslardan ortaya çıktıkları" yanılgısı üzerine kurulmuştur. Masalsı bir anlatım ve efsanevi kişiliklerle süslü Hindu öğretilerini içeren Rig Veda ve Atharca Veda yazıtlarında da bu inanç detaylı olarak anlatılmaktadır. Bir Yaratıcı'nın var olduğu gerçeğini reddeden sapkın Hindu felsefesine göre evren sözde "prakriti" adı verilen kocaman, yuvarlak bir maddeden oluşmuştur. Yine aynı batıl inanca göre, canlı cansız tüm maddeler bu ilk maddeden evrimleşerek oluşmakta ve tekrar prakritiye dönüşmekte, ve aynı evrimsel süreç yeniden başlamaktadır.17 Yani sözde tüm kainat bu cansız ilk maddeden oluşmaktadır.
newton
Canlılığın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı sorusu Darwinizm dininin de en büyük açmazlarından biridir. Bu nedenle de evrimciler bu soruyu genelde geçiştirmeye çalışırlar. Çünkü verebilecekleri en somut cevap, yukarıda da örnek verildiği gibi milattan önceki batıl dinlerin verdikleri cevaplardan farklı değildir. Zaten Darwinizm'in geliştiği dönemde de canlılığın oluşumuyla ilgili batıl inançlar hakimdi. Bu insanlara göre sinekler terden, kurbağalar çamurdan, karıncalar şekerden meydana geliyorlardı.
darwin
Hindulardaki  sözde nehir tanrıçası
Bu saçma inançlardan bir tanesi de evrimcilik tarihinin en garip inançlarından biri olan "Umulan Canavar" (Hopeful Monster) teorisidir. Bulunması umulan ara geçiş formlarının bulunamamasından dolayı çok büyük bir baskı altına giren bazı evrimciler, evrim için ara geçiş formlarına ihtiyaç olmadığını, çünkü türler arasındaki değişimin aniden meydana geldiğine karar vermiş ve bunun sonucunda da umulan canavar teorisini ortaya atmışlardır. Umulan canavar teorisine göre canlılığın oluşumu, şekerden karıncanın oluştuğunu iddia eden inançtan farklı değildir. Bu saçma teoriye göre ilk kuş bir sürüngen yumurtasından birdenbire çıkmış, daha sonra aynı şekilde tesadüfen başka bir yumurtadan çıkan kuş ile birleşmiş ve böylece kuş familyası oluşmuştur. Bu teorinin bir benzeri de Charles Darwin'in suda çok fazla yüzen ayıların zaman içinde balinalara dönüştüğü yönündeki iddiasıdır. Oysa bugün bilimsel gerçekler Darwin'in bu iddiasının ne kadar bilimdışı bir safsata olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. (Bu konularda ayrıntılı bilgi için Bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya)

Aynı Putperest Anlayış Hala Devam Etmektedir

Putperest dinlerin en önemli özellikleri taştan, tahtadan oyulmuş, cansız, konuşma yeteneği olmayan, kısacası hiçbir şeye güç yetiremeyen heykellere, nesnelere bir güç ithaf etmeleri ve onlardan bir medet ummalarıdır. Hatta bu inanca sahip olan kişiler, cansız putların tüm evreni ve canlıları var ettikleri, tüm evreni hareket ettirdikleri, sağlığı, bereketi ve rızkı onlardan buldukları yanılgısına kapılmış, onlardan yardım istemişlerdir. (Allah'ı tenzih ederiz) Fakat işin ilginç olan yanı bu inanışların günümüz evrimcilerinde de kendini göstermesidir. Aynı geçmiş dönemde yaşamış olan putperestlerin cansız heykelleri evrenin ve canlılığın var oluşunda sözde güç sahibi gördükleri gibi, evrimciler de şuursuz atomlardan oluşan cansız maddelerin bir güce sahip olduklarını zannederler. Bu cansız maddelerin tesadüfler sonucunda biraraya gelerek kendi kendilerini organize ettiklerini ve son derece kompleks ve kusursuz özelliklere sahip olan canlıları oluşturduklarını iddia ederler. Bu putların en önemlisi ise geçmişten bu yana hiç değişmeyen, sadece farklı isimlerle adlandırılan "Doğa" ya da "Tabiat Ana"dır.
darwin
Darwinistlerin cansız maddeleri canlılığın yaratıcısı olarak görmeleri gibi, putperestler de  taştan oyulmuş heykellere tapıyorlardı.
 
Evrimciler doğada gelişen her türlü olayı, tabiat olaylarını "Tabiat Ana"dan bilirler. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu batıl inanca göre bir kasırga, deprem, sel ya "tabiat ananın gazabı" ya da "doğanın mucizesi"dir. Ama "doğa" denen gücün ne olduğu konusunda kimsenin herhangi bir fikri ya da bir açıklaması yoktur. Aynı "Tabiat Ana" inanışı geçmiş topluluklarda isim değiştirir. Bu kez karşımızdaki, Yunan mitolojisindeki ismiyle "Gaia" ya da putperest dinlerde "Bereket Tanrıçası"dır. Evrimcilerin yaptığı ise bu sembolleri ve isimleri ortadan kaldırıp, aynı gücü şuursuz atomlara vermeleridir.
Nitekim bunu açıkça ifade etmekten çekinmemektedirler. Yunan mitolojisindeki "yeryüzü tanrıçası Gaia", sözde bilimsel bir "teoriye" ilham kaynağı olmuştur. James Lovelock adlı evrimci bilim adamı tarafından ortaya atılan ve "dünya gezegeninin canlı bir varlık" olduğunu savunan teori, "Gaia teorisi" olarak bilinmektedir. Bu durum, evrimciler tarafından "teori" diye öne sürülen kavramların aslında klasik putperest dinlerin batıl inanışları olduğuna güzel bir örnektir.
Tesadüfleri, cansız maddeleri, şuursuz atomları yaratma gücüne sahip varlıklar zannetmek elbette ki önemli bir mantık bozukluğudur. Putperestler nasıl cansız putların tüm varlıkları yarattıklarına inanıyorlarsa, evrimciler de cansız maddelerin kendi kendilerine canlı varlıkları oluşturduklarına inanmaktadırlar. Bu inancın kökeni, cansız maddeleri akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen varlıklar olarak kabul etmeye kadar gitmekte ve böylece aslında herşey ilah olarak görülmektedir.
Allah Kuran'da, Kendisi'nden başka varlıklara tapan, cansız putları ilah edinen insanların varlığından ve elçilerinin bu insanlarla olan mücadelesinden söz etmektedir. Kuran'da sözü edilen putperest topluluklardan biri Hz. İbrahim'in kavmidir:
(İbrahim) Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? (Meryem Suresi, 42)
kustuyleri
Evrimci bilim adamı Lovelock, dünya gezegeninin canlı bir varlık olduğunu ortaya attığı teorisinde, Yunan mitolojisindeki "yeryüzü tanrıçası Gaia"dan esinlendiğini belirtmiştir.
Ayette de de bildirildiği gibi Hz. İbrahim'in babası ve kavmi, kendi elleriyle oluşturdukları, hiçbir şeyi yaratmaya güç yetiremeyen cansız maddeleri ilah olarak kabul etmişlerdi. Hz. İbrahim döneminde böylesine ilkel bir inanca sahip olan putperestler kendi elleriyle yaptıkları cansız heykellerin rızık, şifa, azap ve bereket verme gibi özelliklere sahip olduklarını zannediyor ve onlara ibadet ediyorlardı. (Allah'ı tenzih ederiz.)

Güneş Dini

Günümüz evrimcileri ile geçmişteki putperest toplumlar ve inanışlar arasındaki bir diğer benzerlik, her iki grubun da Güneş'e tapınmaya dayalı dini bir inanca sahip oluşudur.
Güneş'e tapınmak, tarihin en eski dönemlerinden beri var olan sapkın bir inançtır. Güneş'in kendilerine ısı ve ışık sağladığını gören insanlar, bu durum karşısında varlıklarını bu gökcismine borçlu oldukları zannına kapılmışlar ve Güneş'i ilahlaştırmışlardır. Bu sapkın inanç, tarihte pek çok toplumu Allah'ın hak dininden uzak tutmuştur. Kuran'da bu konuya değinilir ve Hz. Süleyman devrinde yaşayan Sebe Halkı'nın Güneş'e taptıkları şöyle anlatılır:
Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye. (Neml Suresi, 24-25)

kustuyleri
Güneş'e tapmak, geçmişteki birçok topluluğun inancını oluşturuyordu. Bugün ise evrimciler, Güneş'e tapan kavimlerde olduğu gibi, canlılığın oluşmasını Güneş'e borçlu olduğumuzu düşünürler. Hatta bazıları atalarının Güneş'e tapıyor olmasını son derece akılcı bir inanç olarak değerlendirecek kadar ileri gitmişlerdir.
Dikkat edilirse, insanların Güneş'e tapmaları, tam bir cehaletin ve akılsızlığın sonucudur. Güneş'in dünyaya ısı ve ışık ulaştırdığı doğrudur, ancak bunun için şükredilmesi gereken varlık, Güneş'i yaratmış olan      Allah'tır. Güneş, hiçbir şuuru olmayan bir madde yığınıdır ve bir zamanlar yok iken, Allah onu yoktan yaratmıştır. Gelecekte bir gün de yakıtı tükenecek ve sönüp gidecektir. Belki bundan önce Allah Güneş'i yok edecektir. Allah, Güneş'i de, tüm diğer gökcisimlerini de yoktan yaratmıştır ve dolayısıyla tüm bu varlıklar nedeniyle övülüp yüceltilmesi gereken Allah'tır. Bir ayette bu gerçek şöyle açıklanır:
Gece, gündüz, Güneş ve Ay O'nun ayetlerindendir. Siz Güneş'e de, Ay'a da secde etmeyin. Alah'a secde edin, ki bunları Kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz. (Fussilet Suresi, 37)
darwin
Carl Sagan ve Güneş'e tapmayı tavsiye ettiği kitabı Cosmos
İlginç olan, günümüzün evrimcilerinin de eski Güneş dinlerinin temel inancını tekrarlayarak, varlıklarını Güneş'e borçlu olduklarını savunmalarıdır. Evrimci kaynaklara bakıldığında, dünya üzerindeki tüm canlılığın kaynağının Güneş olarak gösterildiği görülür. Evrimcilere göre Güneş'ten gelen ışınlar, dünya üzerindeki ilk canlılığın başlamasını sağlamıştır. Daha sonraki canlı türlerini oluşturan da yine Güneş enerjisi ve Güneş ışınları nedeniyle oluşan mutasyonlardır. Evrimcilerin bu konudaki yaklaşımını en iyi özetleyen kişi ise, ünlü Amerikalı ateist, din düşmanı ve evrimci Carl Sagan olmuştur. Sagan,Cosmos adlı kitabında, "eğer insanlar kendilerinden büyük bir şeye tapınacaklarsa bu Güneş olmalıdır" diye yazmış ve şöyle eklemiştir: "Atalarımız Güneş'e tapıyorlardı ve bu şekilde hiç de aptalca bir iş yapmıyorlardı."18
Carl Sagan'ın hocası olan evrimci astronom Harlow Shapley ise, "bazıları başlangıçta Allah vardı diyor, ben ise başlangıçta hidrojen vardı diyorum" sözüyle tanınmaktadır. Yani Shapley, var olan tek şeyin hidrojen olduğuna ve bu gazın zaman içinde kendi kendine insanlara, hayvanlara, ağaçlara dönüştüğüne inanmaktadır.
Dikkat edilirse, tüm bu saçma evrimci fikirlerin temelinde, maddi varlıkların ve doğanın ilahlaştırılması inancı yatmaktadır. Evrimcilerin dini, maddeye ve doğaya tapınmaktır.
Akıl sahibi insan ise, evrenin ve doğanın cansız ve şuursuz maddelerin bir eseri olmadığını, aksine gördüğü her detayda olağanüstü bir akıl, plan ve sanat bulunduğunu anlar. Böylelikle Allah'ın varlığını ve muhteşem yaratışını kavrar. Ancak günümüzde çoğu insan, bu gerçeğe karşı kördür ve maddeye tapınmaya devam etmektedir. (Allah’ı tenzih ederiz.) Çünkü, Sebe Halkı örneğinde olduğu gibi, "... şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur. Bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Suresi, 24)

Tüm Batıl Dinler Allah'ı İnkar Etme Sapkınlığına Düşer

darwin
Budistler, kendi elleriyle yonttukları Buda heykellerini ilah edinirler. Onların kendilerini duyduğunu ve gördüğünü zannederler.
 
Yukarıda saydığımız evrimci anlayışa sahip batıl dinlerin yanında Konfiçyüsçülük, Taoizm, Budizm de evrimci bir din anlayışı üzerine kuruludur. Diğer tüm batıl ve pagan dinler gibi bir Yaratıcı inancını reddeden Budist inancına göre de evren yaratılmamış, evrimleşmiştir. Bunun yanı sıra günümüzün Budizm'i de aynı evrimci anlayışı kabul etmektedir.19 
Görüldüğü gibi bu batıl ve akıl dışı inanışlar Darwinizm dininin temel inançları ile de çok büyük paralellikler göstermektedir: Bir Yaratıcının varlığının inkarı (Allah’ı tenzih ederiz), canlılığı tesadüfen meydana getiren ilk maddenin genelde su ya da deniz olduğu, canlıların cansız maddelerden tesadüfler sonucu evrimleşerek var oldukları ve diğer canlı türlerini oluşturdukları, canlıların başıboş tesadüfler sonucu oluştukları...
Batıl dinlerin temelini oluşturan bu inançların geçersizlikleri geçtiğimiz 20. yüzyıl içinde bilimsel gelişmelerle birlikte birer birer ortaya konmuştur. Bugün hiçbir tarafsız bilim adamı yukarıda saydığımız bu maddeleri savunmamaktadır. Çünkü bilimin ortaya koyduğu gerçek canlıların üstün bir akıl ve kusursuz bir plan sonucu yaratıldıkları gerçeğidir. Bazı ateist bilim adamlarının bu gerçeği kabul etmemelerinin nedeni ise bilimsel bir kaygıdan ziyade, yukarıda da izah ettiğimiz bağnaz yaklaşımdır. Amerika'da bilim adamları arasında giderek yaygınlaşan ve "yaratılış gerçeğini" savunan akımın önde gelen isimlerinden biri olan Amerikalı biyokimyacı Michael J. Behe'nin de ifade ettiği gibi;"… Bilinçli bir düzeni kabul etmek, onlara ister istemez Allah'ın varlığını kabul ettirmeyi çağrıştırmaktadır."20 
Evrimci zihniyetin asla kabul edemeyeceği gerçek, Allah'ın varlığı ve evreni bir amaçla, kusursuzca yarattığıdır. Oysa bir an olsun düşünmek bu apaçık gerçeği anlamak için yeterli olacaktır. Nitekim Allah Kuran'ın birçok ayetinde insanları yarattığı varlıklar üzerinde düşünmeye ve bu varlıklardan ibret almaya çağırmaktadır:
darwin
Evrimcilerin tesadüf iddiasını yıkan ve doğada bir düzenin var olduğunu bilimsel delilleriyle ortaya koyan bilim adamı Michael Behe bir konferans sırasında.
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir. (Kaf Suresi, 6-11)
Ayetlerde bildirildiği gibi çevrelerini saran sonsuz sayıdaki yaratılış delillerini inceleyip, vicdanlarının sesini dinleyerek inkarcı ve bağnaz bakış açısından kendini kurtaran bilim adamları ise, Allah'ın varlığını kabul etmekte hiç tereddüt etmemektedirler. Ama bu anlayışın etkisinden kendilerini kurtaramayan Darwinistler putperest kültürlerden kalma garip itikatlara hala itibar edebilmekte, dahası bunu akıl ve bilimin bir gereği gibi göstermeye çalışmaktadırlar.

Evrim Dininin İlk Tohumlarını Putperest Yunanlı Düşünürler Attılar

darwin
Empedokles
 
Önceki bölümde de vurguladığımız gibi son bir buçuk asırdır insanlara bilimsel bir gerçek olarak sunulan Darwinizm dininin kökenleri, maddeci Yunan felsefecilerinin batıl inançlarına kadar uzanmaktadır. Yani bu teori ilk ortaya atıldığında herhangi bir bilimsel gözlem, araştırma ya da deneye ihtiyaç duyulmamış, sadece eski batıl dinlerden bugüne gelen dinsel sürecin izleri takip edilmiştir. Bunun en önemli delili fizik kurallarından, biyolojiden, kimyadan habersiz olan pek çok Yunanlı din felsefecisinin de Darwin'in kuramıyla birebir örtüşen bir evrim inancına sahip olmalarıdır. Aradan binlerce yıl geçmiştir, ama evrimci bakış açısında herhangi bir değişim olmamıştır. Evrimci düşünce, tarih boyunca tüm inkarcı ve maddeci felsefelerin belkemiği olmuştur.
Darwinizm'in fikri öncüleri, Miletli Yunan felsefecileridir. Thales, Anaximenderes ve Empedokles gibi söz konusu felsefecilerin en önemli özellikleri, canlı varlıkların yani insan, hayvan ve bitkilerin hava, ateş ya da su gibi cansız maddelerden kendiliğinden oluştuklarını iddia etmeleridir. Bu batıl teorilerine göre ilk canlılar suda ve birdenbire, kendiliğinden ortaya çıkmış, bazı hayvanlar zaman içinde suyu terk etmiş ve karaya uyum sağlamışlardır.
darwin
Üstte: Canlıların sudan kendi kendilerine oluşabileceklerini savunan Thales
Altta: Mısırlıların, Nil Nehrini koruduğuna inandıkları hayali tanrı
Milet Okulu'nda öncelikli olarak üzerinde durulması gereken düşünür, Thales'tir. Thales bir sahil kentinde yaşamış, çok uzun süre Mısır'da bulunmuş ve Nil'in insan yaşamı üzerindeki hayati öneminden çok etkilenmiştir.21 Bu nedenle de canlıların sudan kendiliklerinden oluşabildikleri düşüncesine kapılmıştır. Thales bu sonuca sadece basit mantık yürütmeler ve çıkarımlar sonucunda ulaşmıştır. Herhangi bir deney veya bilimsel bir gözlem yapmamıştır. Yani herhangi bir bilimsel dayanağı yoktur. Daha sonra gelen Milet'li felsefeciler de kuramlarını aynı mantıklar üzerine kurmuşlardır.
Thales'den sonra karşımıza çıkan bir diğer düşünür, onun bir öğrencisi olan Anaksimenderes'dir. Onun batı düşünce hayatına soktuğu iki büyük maddeci anlayış vardır. Bunlardan birincisi evrenin sonsuzdan gelip, sonsuza gittiği, ikincisi ise Thales döneminde yavaş yavaş şekillenmeye başlayan canlıların birbirlerinden evrimleştikleri fikridir. Hatta "Doğa" ismini taşıyan klasik şiiri, evrim teorisinin anlatıldığı ilk yazılı eserdir. Anaksimenderes bu şiirinde hayvanların, güneş ışığıyla buharlaşan bir balçıktan meydana  geldiğini yazmıştır. İlk hayvanların dikenli ve pullu kabuklara sahip olduğunu ve denizlerde yaşadığını düşünmüştür. Bu balığa benzeyen yaratıklar daha sonra değişim geçirmiş, karaya geçmiş, pullu kabuklarını dökmüş ve insana dönüşmüştür.22 Anaksimenderes'in evrim teorisine nasıl bir temel oluşturduğu ise felsefe kitaplarında şu şekilde tarif edilir:
… Başlangıçta tüm yaratıklar, suda yaşayan varlıklardı. Sonradan suların çekilmesi, kara parçalarının oluşması ile bu sularda yaşayan yaratıklar karada yaşayan canlılar biçiminde değişim geçirdi. Bu teori, evrim teorisinin ilki ya da başlangıcı sayılabilir.23
Anaksimendres'inkine çok benzer açıklamalara başka bir kaynakta daha rastlarız: Charles Darwin'in"Türlerin Kökeni" isimli kitabı. Darwin'in bilimsellik iddiasıyla ortaya attığı evrim teorisi ile Eski Yunan'ın pagan kültürü içinde yaşamış olan Miletli felsefecilerin anlatımları arasında hiçbir temel farklılık bulunmamaktadır.
Darwin'in teorisinin en önemli unsuru olan "doğal seleksiyon" kavramı da yine Eski Yunan kökenlidir. Doğal seleksiyonun türler arasında bir yaşam savaşı olduğu teziyle ilk karşılaştığımız kişi Yunan felsefeciHeraklit'dir. Heraklit'e göre canlılar arasında süregelen bir çatışma vardır. Bu bir anlamda, Darwin'in yaklaşık 2500 yıl sonra oluşturduğu doğal seleksiyon kuramının kökenidir.
Thales ve Anaksimederes'den daha sonraları yaşamış olan Empedokles (İÖ. 495-435) ise su, hava, ateş ve toprağın değişik oranlarda ve tesadüfler sonucu birleşerek, yeryüzünde var olan herşeyi meydana getirdiklerini söylemiştir. Evrim teorisinin felsefi kökenlerini sorgulayan Philosophical Origins of Evolutionisimli kitabın yazarı olan David Skjaerlund, Empedokles'in ilginç bir düşüncesini dile getirir. Bu yazarın bildirdiğine göre Empedokles, "İnsanın evvelki bitki yaşamından gelişmiş olduğunu ve bu sürecin gerçekleşmesinde tek sorumlu etkenin tesadüf olduğunu" söylemektedir.24 Eski dinlerde dikkat çekilen bu"tesadüf" kavramı Darwinizm dininin en temel inancını, hatta en önemli putunu, oluşturmaktadır. Tüm canlıları var eden, onların geleceklerini planlayan bu şuurlu putla ilgili ayrıntıları kitabın ilerleyen bölümlerinde inceleyeceğiz.
kustuyleri
Demokritos da günümüz materyalistleri gibi, maddenin ezeli olduğu ve maddeden başka bir varlık bulunmadığı yanılgısına sahipti.
Evrim teorisine ve bu teoriyi kendine temel alan maddeci felsefelere önemli bir katkı da bir başka Yunanlı düşünürden, Demokritos'dan gelmiştir. Demokritos'a göre evren atom denen küçük parçalardan oluşmuştur ve maddenin dışında hiçbir varlık yoktur. Ona göre atomlar başlangıçtan bu yana vardırlar, ne var olmuşlardır, ne de yok olacaklardır. Maddenin ezelden geldiğini ve ebediyete gideceğini savunan Demokritos her türlü manevi inancı reddeder ve ahlak dahil her türlü manevi değerin de atomlara indirgenebileceğini savunur. Bu düşünceleriyle gerçek anlamda ilk materyalist felsefeci olarak tanımlanan Demokritos, evrende hiçbir amaç olmadığını, herşeyin kör bir zorunluluk içinde hareket ettiğini iddia etmektedir ve  ona göre herşey kendi kendine oluşmuştur. Bu saydıklarımız bize yine günümüz evrimcilerinin sahte ilahlarını, yani şuursuz atomlarını hatırlatmaktadır.
kustuyleri
Evrimciler tesadüfler sonucu atomların oluştuğunu ve bunların da tüm evreni oluşturduğunu iddia ederler. Yani şuursuz atomların bir bölümü yıldızları, gezegenleri, Dünya'yı, başka bir bölümü bütün canlıları; kuşları, atları, kelebekleri, gülleri, çilekleri  oluşturmuşlardır. Başka şuursuz atomlar da gözü, kalbi, sindirim sistemi, beyni ve bütün kusursuz vücut  sistemiyle birlikte insanı oluşturmuşlardır. Sonra bu insan profesör olmuş ve kendisini yaratan atomları incelemeye başlamıştır. Böyle bir iddianın inandırıcılığının olmadığı, akılcılık ve bilimsellikten uzak olduğu çok açıktır. Rabbimiz tüm evreni ve evrendeki bütün canlıları üstün ilim ve kudretiyle, kusursuz bir şekilde var etmiştir.

darwin
Yunan Felsefeci Aristo'nun Scala Naturae adını verdiği tezi, günümüz evrimcilerine ilham kaynağı olmuştur.
Evreni, dünyayı, nefes aldığımız havayı, yediklerimizi, içtiklerimizi, bedenimizi, kısacası gözümüzle algıladığımız her ayrıntıyı oluşturan bu şuursuz atomlar, daha önce de belirttiğimiz gibi Darwinist teoride çok önemli bir yer tutarlar. Bilindiği gibi tüm canlılar karbon, hidrojen, oksijen, kalsiyum, magnezyum, demir gibi elementlerin atomlarından oluşmaktadır. Dolayısıyla insan da bu atomlardan meydana gelmektedir. Darwinizm ise bu atomların şuursuz tesadüfler sonucu biraraya geldiklerini iddia eder. Bu saçma iddiaya göre sebebi belli olmayan bir gücün etkisiyle çeşitli atomlar oluşmuş, daha sonra bu atomlar tesadüfen biraraya gelerek yıldızları, gezegenleri yani tüm gökcisimlerini meydana getirmişlerdir. Daha sonra yine aynı atomların tesadüfi şekilde biraraya gelmesi ile son derece kompleks yapıda canlı bir hücre oluşmuş, sonra da atomlardan oluşan bu canlı hücre sözde bir evrim süreci geçirerek son derece olağanüstü sistemlere sahip canlıları ve en son aşamada da son derece şuurlu olan insanı meydana getirmiştir. Bu sapkın inanca göre tamamıyla tesadüfler sonucu olan insan, yine tesadüfler sonucu oluşan aletlerle, örneğin bir elektron mikroskobuyla kendisini oluşturan atomları keşfetmiştir. İşte Darwinizm'in bilimsel bir tez olarak öne sürdüğü tam olarak budur.
Bu durumda evrim teorisi, açıkça her bir atomu, sözde yaratma gücüne sahip birer "ilah" olarak kabul etmektedir. Akıl ve bilinç sahibi insanı oluşturan atomların kendilerine ait bir şuurları ve iradeleri yoktur. Ama evrimciler her nasılsa bu cansız atomların biraraya gelip, örneğin bir insanı meydana getirdiklerini, sonra da bu "atomlar topluluğu"nun okumaya, üniversite bitirmeye karar verdiğini iddia etmektedirler. Oysa tüm deneyim ve gözlemlerimiz, bilinçli bir düzenleme olmadıkça maddenin asla kendi kendini organize edemeyeceğini, aksine bozulmaya ve düzensizliğe doğru gideceğini göstermektedir. Bu nedenle de, evrende var olan hiçbir şeyin bir rastlantı sonucu oluşmadığı, üstün bir şuur ve iradenin varlığıyla hayat bulduğu açık bir gerçektir. Gerek insanın gerekse doğanın her ayrıntısında çok büyük bir aklın ve ilmin ispatı görülmektedir. İşte bu ilmin ve aklın sahibi, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır.
Üstte saydığımız  felsefecilerin yanı sıra Darwinizm dinine asıl önemli katkı, Yunan felsefeci Aristo'dan gelmiştir. Aristo'ya göre türler basitten karmaşığa doğru giden bir hiyerarşiye sahiptir ve tıpkı bir merdivenin basamakları gibi doğrusal bir çizgi üzerinde sıralanmaktadır. Aristo bu tezine Scala Naturaeadını verir. İşte Aristo'nun bu fikri 18. yüzyıla kadar batı düşünce hayatını çok derinden etkileyecek ve daha sonra da "Evrim Teorisi"ne dönüşecek olanBüyük Varoluş Zinciri –Scala Naturae- inancının da kökenidir.
kustuyleri
MATERYALİST YUNAN ve ROMA FELSEFESİNİN
ASTRONOMİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Putperest Yunan ve Roma felsefecilerinin ortaya attığı materyalist görüşler, yalnızca evrim teorisine değil, aynı zamanda materyalist evren anlayışına ve astronomi görüşüne de yol açmıştır. 19. yüzyılda astronomi bilimine hakim olan "evren sonsuzdan beri vardır" şeklindeki yanlış inanış, eski Yunan ve Roma mitolojisinden kaynaklanan materyalist bir dogmadır. (Oysa 20. yüzyılda kabul gören Big Bang teorisi ile birlikte evrenin bir başlangıcı olduğu, yani yoktan yaratıldığı anlaşılmıştır.)
Eski Yunan'ın ve Roma'nın putperest kültürünün astronomi üzerindeki etkisi, sembolik bazı kavramlarla da açıkça anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse başta gezegenler olmak üzere gökcisimlerine verilen adlar, hep Yunan ve Roma mitolojisinden alınmıştır. Merkür, putperest Yunan ve Roma dininde "ticaret tanrısı"dır. Venüs, putperest Yunan ve Roma dininde "aşk tanrıçası"dır. Yine putperest Yunan ve Roma dininde Mars "savaş tanrısı", Jüpiter "büyük tanrı", Satürn "tarım tanrısı",Uranüs "gök tanrısı", Neptün "deniz tanrısı" ve Pluton ise "ölülerin ve yeraltının tanrısı"dır. Andromeda galaksisinin ismi ise, yine Yunan mitolojisinde sözde "deniz tanrısı Poseidon" tarafından öldürülmeye çalışılan Etiyopya prensesi "Andromeda"dan gelmektedir.
Açıkça görüldüğü gibi, astronomi bilimindeki kavramlar, doğrudan putperest Yunan ve Roma dininden alınmış batıl inançlara dayanmaktadır. Bu, sebepsiz ya da tesadüfi bir durum değildir. Materyalist felsefe eski Yunan kaynaklı olduğu için, materyalist bilim adamları kurdukları materyalist astronomi anlayışına eski Yunan ve Roma efsanelerinden ilham bulmuşlardır.  Ancak başta da belirttiğimiz gibi, bu astronomi anlayışının temelini oluşturan ve 18. ve 19. yüzyıllarda hararetle savunulan "sonsuz evren" inancı, 20. yüzyılın bilimsel bulgularıyla çökmüştür. Evrenin yaratılmadığı (Allah’ı tenzih ederiz) sonsuzdan beri var olduğu zannının, aynı Yunan ve Roma efsanelerindeki sözde "tanrılar" gibi saçma bir batıl inanış olduğu ortaya çıkmıştır.  Gerçekte tüm evren, içindeki tüm gökcisimleri ve en ufak parçasına kadar tüm maddeler, Allah tarafından yoktan yaratılmıştır.

Eski Pagan Kültürlerden Günümüze Uzanan Batıl Bir İnanç:
Büyük Varoluş Zinciri

Darwinizm dininin temelini oluşturan tüm canlıların cansız maddelerden evrimleşerek geliştiği inancı ile, ilk olarak "Büyük Varoluş Zinciri" (Great Chain of Being) adı altında Yunanlı felsefeci Aristo'nun anlatımlarında karşılaşırız. Büyük Varoluş Zinciri evrimsel bir inanıştır ve Allah'ın varlığını inkar eden felsefeciler tarafından çok rağbet görmüştür.
Yunan kökenli, ilk canlının sudan ortaya çıktığı şeklindeki inanış, zaman içinde kendi kendine üreme kavramına, oradan da Büyük Varoluş Zinciri inancına dönüşmüştür. 2000 yıl boyunca kabul gören Scala Naturae'ye göre canlılar kendiliğinden oluşmuştur ve herşey minerallerden organik maddeye, canlılardan, hayvanlara, oradan bitkilere ve insanlara, buradan da sözde "tanrılara" evrimleşmiştir. Yeni organlar da bu akıl dışı inanca göre doğanın ihtiyacına göre kendiliğinden oluşmaktadır. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, aksine tüm bilimsel gerçeklerle çelişen, sadece soyut mantık yürütmeye dayanan bu inanışın bu kadar uzun bir dönem kabul görmesinin nedeni ise bilimsel değil, daha ziyade ideolojiktir. Önceki bölümlerde ifade ettiğimiz Allah'ın varlığını inkara dayalı bağnaz yaklaşım, bu batıl inancın ayakta kalmasını sağlamıştır. Bu nedenle de söz konusu inanış sürekli isim değiştirmiş, eklemeler yapılmış ve son olarak da "evrim teorisi" adıyla öne sürülmüştür.
philip
Büyük Varoluş Zinciri ilk başlarda tamamen felsefi bir görüş olarak ortaya atılmıştır ve herhangi bir bilimsellik iddiasında da bulunmamıştır. Ancak canlıların oluşumuna Yaratılış gerçeği dışında sözde bir cevap bulmaya çalışanlar için Büyük Varoluş Zinciri adeta bir can simidi olmuştur ve  bu amaçla da bilimsel bir havaya sokulmuştur. Herhangi bir mantıksal süreç izlemeyen, sadece canlıların büyüklüklerine göre oluşturulan bu zincire göre tüm organizmalar açısından doğrusal bir süreklilik söz konusudur. Yani sürekli bir ilerleme ve gelişme vardır. Ancak ortaya atılan bu ilerleme iddiasında tek dayanak amatör ve yüzeysel gözlemlerdir. Ortada ne bir deney ne de herhangi bir bulgu vardır. Bu safsataya göre küçük canlılar aşama aşama büyük canlılara dönüşmektedir. Örneğin bir böcek zaman içinde kendisinden daha büyük başka bir canlıya, bir köpek ise at ya da zebra gibi bir canlıya dönüşmektedir. Bu saçma inanışa göre zincir içinde her canlının bir yeri vardır. Örneğin taş, metal, su ve havadan canlılara, canlılardan hayvanlara, hayvanlardan insanlara geçiş sırasında herhangi bir kopukluk söz konusu değildir.
Ancak şunu önemle tekrarlamalıyız ki; bu sıralama yapılırken bunun bilimsel açıdan olabilirliği hiç hesaba katılmamıştır. Canlıların fiziksel özellikleri, cansız maddeden canlıya geçişin nasıl olduğu, su canlılarının karaya nasıl uyum sağlayabilecekleri hiç düşünülmemiştir. Günümüzde evrim teorisinin de en büyük açmazlarından birini oluşturan ve türler arasındaki geçişleri göstermesi gereken ara formlar, bu zincir içinde kesinlikle dile getirilmemiştir. Buna göre cansız bir madde bir anda, tesadüfen bir canlıya dönüşmekte, bir deniz hayvanı aniden, hiçbir sebep yokken bir kara canlısı olmaktadır. Bu canlıların birbirlerine nasıl dönüştüğü ise büyük bir muammadır. Çünkü bu zincir bilimsel bir gözlemden ziyade, soyut ve yüzeysel bir mantık yürütmedir; yani ilkçağ felsefecilerinin masabaşında oturup hiçbir bilimsel araştırma yapmadan ortaya attıkları bir masaldan ibarettir.
kustuyleri
Üstte: Temeli Aristo'ya dayanan Büyük Varoluş Zinciri görüşüne göre, canlıların en küçükten en büyüğe doğru evrimleştiği iddia edilir. Oysa bugün bilim, bu iddianın geçersiz olduğunu, canlılar arasındaki benzerliklerin evrime delil olmadığını, yukarıda resimlerini koyduğumuz canlıların da, diğer canlıların da birbirlerinden evrimleşmediğini, aksine tümünün oldukları halleriyle yaratıldıklarını ortaya koymuştur. (Bkz. Darwinizm’in Bilimsel Çöküşü bölümü)
Altta: Evrimcilerin sözde sudan karaya geçifl hikayesini temsil eden bir resim.
Ancak tüm bu mantıksızlığa rağmen Aristo, bu doğrusal merdivenin en üstüne insanlardan evrimleşen sapkın bir Tanrı anlayışını koymuştur, ve herşeyi yoktan var eden Allah'ın varlığını reddetmiştir. Aristo bu sapkın çıkarımıyla maddeci Yunan felsefecilere çok büyük bir etkide bulunmuştur. Scala Naturae'nin batı düşünce dünyasına girmesi ise Hümanizm akımı ve Rönesans'la birlikte oldu. 15. yüzyılın başlarında eski Yunanca ve Latince eserlerin Avrupa'ya kaçırılması ile birlikte, Yunanlı maddeci ve pagan felsefelere sözde temel teşkil eden bu metinler de Batı felsefe ve düşünce dünyasına girdi. Bu metinlerde ilk dikkati çeken şey Allah'ın varlığını inkar eden, maddeci bir anlayışın hakim olmasıydı. Bu inkarcı düşünceye göre, insan kendini ve içinde bulunduğu dünyayı denetleme gücüne sahipti ve ölümden sonra bir başka yaşam olduğu inkar ediliyordu. İşte Büyük Varoluş Zinciri de bu inkarcı inancın temelini oluşturuyordu. Bu sapkın teoriye göre, insanlar tesadüfler sonucu ve evrimsel bir süreç sonucunda oluşmuşlardı ve bir madde yığını olmaktan başka bir özellikleri bulunmamaktaydı. Yine aynı batıl teoriye göre, ahlaki değerlerin, insani duyguların hiçbir önemi yoktu ve insan sadece yaşadığı günün tadını çıkarmalıydı, kendini hiçkimseye karşı sorumlu hissetmemeliydi. Bunun yanısıra Aristo'nun Scala Naturae'sindeki Tanrı anlayışı da zaman içinde yok olmuş, Hümanizm akımıyla birlikte en üstün varlık mertebesine insan konmuştu. (Allah'ı tenzih ederiz.) 
philip
Pierre de Maupertuis
İşte günümüzdeki materyalist ve ateist felsefelerin temelini oluşturan evrim teorisiyle, eski pagan maddeci felsefelerin hayat kaynağını oluşturan Scala Naturae arasında bu derece önemli bir paralellik söz konusudur. Bugün materyalizm evrim teorisiyle hayat bulurken, geçmişteki maddeci anlayış Büyük Varoluş Zincirini kendine sözde temel dayanak almaktaydı.
Büyük Varoluş Zinciri Rönesans'tan 18. yüzyıla kadar olan dönemde oldukça popülerdi ve dönemin maddeci bilim adamları üzerinde çok derin izler bırakmıştı. Özellikle de Darwinizm dininin kurucusu olan Charles Darwin üzerinde çok fazla etkisi olan Benoit de Maillet, Pierre de Maupertuis, Comte de Buffon ve Jean Baptiste Lamarck gibi Fransız bilim adamları Yunanlılardan gelen Büyük Varoluş Zinciri anlayışını sahiplenmişlerdi. Bu kişiler kendi bilimsel araştırmalarını da bu evrimci anlayış üzerine kuruyorlardı. Bu bilim adamlarının en önemli özellikleri, Allah'ın farklı canlı türlerini ayrı ayrı yaratmadığını, doğa şartlarına göre kendi kendilerine değişim geçirip evrimleşerek ortaya çıktıklarını savunmaları, yani Darwin'inkine benzer bir evrim modeli oluşturmalarıydı. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu nedenle de modern evrimciliğin Darwin'in İngilteresi'nden ziyade Fransa'da doğduğunu söyleyebiliriz.
darwin
Buffon ve eski pagan efsanelerden esinlenerek hazırladığı 44 ciltlik kapsamlı calışması Histoire Naturelle
Söz konusu Fransız evrimcilerden Comte de Buffon 18. yüzyılın en tanınan bilim adamlarından biriydi. 50 yıldan fazla bir süre Paris'teki kraliyete ait Botanik bahçelerinin müdürlüğünü yürüttü. Darwin, teorisinin pek çok yönünü Buffon'un eserlerine dayandırmıştı. Buffon'un 44 ciltlik kapsamlı çalışmasıHistoire Naturelle'de Darwin'in kullanacağı öğretilerin çoğuna rastlamak mümkündü.
Büyük Varoluş Zinciri ise gerek Buffon'un gerekse Lamarck'ın evrimci sistemleri için başlangıç noktası teşkil etmişti. Amerikalı bilim tarihçisi D. R. Olroyd, bu ilişkiyi şöyle tanımlamaktadır:
Histoire Naturelle'in ilk cildinde Buffon kendisini "Büyük Varoluş Zinciri" doktrininin yorumlayıcısı olarak açıklamaktadır… Lamarck ise eski Büyük Varoluş Zinciri doktrininin yeni bir versiyonunu savunuyordu… Fakat bu zincir katı, durağan bir yapı gibi kabul edilmiyordu. Ortamın ihtiyaçlarını karşılamak için mücadeleleriyle ve "kazanılmış özelliklerin sonraki nesle aktarılması" prensibinin yardımıyla organizmalar zincirin yukarılarına doğru yavaşça hareket edebiliyorlardı. Başka bir deyişle mikroptan insana doğru… Ayrıca zincirin en altında, spontane jenerasyon (ani oluşum) yoluyla inorganik (cansız) maddeden ortaya çıkan yeni yaratıklar sürekli olarak beliriyordu. Zincirin yukarısına doğru sürekli olarak kompleksleşen bir süreç işliyordu…25
Görüldüğü gibi bugün "evrim teorisi" dediğimiz kavram, gerçekte eski bir Yunan efsanesi olan Büyük Varoluş Zincirinin günümüze taşınmasıyla doğmuştu. Darwin'den önce de birçok evrimci vardı ve onların evrimci fikirleri ve sözde delillerinin çoğunun orijinali Büyük Varoluş Zinciri'nde zaten yer alıyordu. Buffon ve Lamarck'la birlikte Büyük Varoluş Zinciri yeni bir kılıfla bilim dünyasına sunuldu, oradan da Darwin'e etki etti.
philip
Üstte: Jean Baptiste Lamarck
Solda: Loren Eiseley
Gerçekten de Darwin bu kavramdan oldukça etkilenmiş, hatta teorisini bu ana mantık üzerine kurmuştu. Loren Eiseley, Darwin's Century isimli kitabında Darwin'in, Türlerin Kökeni isimli kitabının pek çok bölümünde 18. yüzyılın bu varoluş merdiveninden mantıklar kullandığını, özellikle de organik maddelerin zorunlu olarak mükemmelliğe doğru ilerledikleri fikrinin buradan doğduğunu vurguluyordu.26 
Dolayısıyla Darwin yeni ve bilimsel bir teori ortaya atmamıştı. Darwin'in yaptığı, kökleri eski Sümer'deki putperest efsanelere dayanan ve asıl eski Yunan'ın pagan inançları içinde gelişen bir batıl inancı, çağdaş bilimsel terimleri kullanarak ve çarpıtılmış bir kaç gözlemle destekleyerek yeniden ifade etmekten başka bir şey değildi. Bu batıl inanç, önce 17. ve 18. yüzyılda yaşamış pek çok bilim adamı tarafından yeni eklemelerle zenginleştirildi, sonra da Darwin'inTürlerin Kökeni isimli kitabında "bilimsel" bir görüntü kazanarak bilim tarihinin en büyük yanılgısı olarak ortaya çıktı.
Günümüzdeki evrimciler de, hala kendilerini "Tabiat Ana" dedikleri hayali bir "doğa tanrısı"nın yarattığına körü körüne inanmaktadırlar. (Allah'ı tenzih ederiz.) Yani Eski Sümer'de veya Eski Yunan'da yaşayan ve kendi kafalarında oluşturdukları hayali ilahlara tapınan paganlarla aynı anlayışsızlık, akılsızlık ve cehalet içindedirler. Nitekim kitabın başından beri ifade ettiğimiz tüm bu batıl inançların ne kadar akıl dışı olduğunu anlamak için insanın aklını kullanarak çevresine bir göz gezdirmesi dahi yeterlidir. Göz gezdirdiği zaman her ayrıntıda bir güzellikle, üstün bir sanatla ve yaratılışla karşılaşacaktır. Ve bu üstün yaratılışın kör tesadüflerle, hayali ve uydurma varoluş zincirleriyle, hiçbir şeye güç yetirmeyen putlarla, ilkel çorbayla ya da şimşeklerle oluşamayacağını anlamak için de yine akıl ve sağduyu yeterlidir. Buna rağmen Allah'a iman etmeyen insanların sahip olduğu inkarcı zihniyet, Kuran'da şu şekilde tarif edilmektedir:
Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. (Araf Suresi, 132)
Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111)
Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, Mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Allah'ın varlığını inkarda direten insanlar, ayetler de bildirildiği gibi apaçık bir cahillik içindedirler. Bu mantıktaki insanlar her türlü batıl inancı, her türlü saçma teoriyi kabul ederler ama hak olan gerçekleri kabul etme konusunda direnirler. Bilimsel ve mantıksal gerçeklere değil, nefislerinin kendilerini sürüklediği hayali senaryolara inanmayı tercih ederler. Nitekim ilkçağlardan günümüze kadar varlığını sürdüren evrim inancı da bu inkarcı zihniyetin bir sonucudur. Ancak şunu da hatırlatmalıyız ki bu zihniyet her zaman var olacaktır; bu, Allah'ın bir kanunudur. Allah Kuran'da bu insanların varlığını şöyle haber vermiştir:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Darwinizm Dinini Yakından Tanıyalım

 “... Sık sık üzerime soğuk bir ürperti geliyor ve kendi kendime bütün hayatımı bir fanteziye adayıp adamadığımı soruyorum.”(Charles Darwin) Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt. II, New York:D. Appleton and Company, 1888,  s. 25
Bir insanın Darwinizm dinini tanıması için ilk önce o güne kadar edindiği bazı önyargıları ve önkabulleri terk etmesi gerekir. Çünkü o güne kadar öğrendikleri, büyük olasılıkla bu dinin gerçek yönlerini ve hedeflerini ortaya koymamakta, sadece insanları etki altına almayı hedefleyen telkinlerin izlerini taşımaktadır. Bugüne kadar insanlara yoğun olarak verilen bu telkine göre Darwinizm, dünyanın "en saygın" bilim adamlarından biri olan Charles Darwin'in ortaya koyduğu ve bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Oysa bu telkin tamamen bir safsatadan ibarettir. Çünkü bilim, Evrim Yanılgısı bölümünde de özetle göreceğiniz gibi Darwinizm'in tüm temel iddialarını birer birer geçersiz kılmıştır. (Evrim teorisinin bilim karşısındaki çöküşünün detaylarını görmek için Evrim Aldatmacası ve Hayatın Gerçek Kökeni isimli kitaplarımıza başvurabilirsiniz.) Evrim teorisi, hiçbir bilimsel temeli kalmadığı için de, sadece propaganda yöntemlerine dayanmaktadır. Bu propaganda ile, gerçekte eski pagan kültürlerden gelen batıl bir inanış olan evrim düşüncesi, çağımız insanına bilimsel bir gerçek gibi empoze edilmektedir.
Bu nedenle de Darwinizm'i her yönüyle tanımak için öncelikle bu propagandanın etkisinden kurtulup gerçekleri olduğu gibi görebilmek gerekir.

Darwinizm Dininin Kurucusu: Charles Darwin

Günümüzde evrim teorisi dendiğinde insanların aklına ilk olarak Charles Darwin gelmektedir. Çünkü her ne kadar canlıların evrimleştiği inancı pek çok eski pagan dinin temelinde olsa bile, evrim kuramını bugünkü haline getiren kişi Darwin'dir. İnsanların Darwinizm dinini tanırken sıyrılmaları gereken önyargılardan en önemlisi de hiç şüphesiz Charles Darwin hakkında 150 yıldır oluşturulan asılsız propagandadır. Çünkü Darwin insanlara yıllardır üstün zekalı, son derece başarılı ve efsanevi bir bilim adamı, objektif bir araştırmacı olarak tanıtılmaktadır. Hatta evrimci çevrelerce "en büyük bilim adamı", "yüzyılın dehası"… gibi sıfatlarla anılması da bu köklü propagandanın bir türevidir. Oysa Darwin'in hayatı ve görüşleri gözönünde bulundurulduğunda, gerçeğin hiç de bu şekilde olmadığı açıkça görülecektir.
Önceki bölümlerde de vurguladığımız gibi Darwinizm dininin kökenleri Darwin'den çok daha eskilere dayanmaktadır. Darwin ise, kökü eski uygarlıklara dayanan, 17. ve 18. yüzyılda farklı bilim adamları tarafından revize edilen evrim anlayışını yeni bir teoriymiş gibi bilim dünyasına sokmuştur. Bu dinin genel öğretilerinin "tebliğ"ini de ilk olarak kendisi yapmış; yakın çevresine, önemli bilim adamlarına gerek konuşmalarında, gerek yazdığı kitaplarda ve kişisel mektuplarında ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Onun tamamlayamadığı, eksik bıraktığı yerleri de taraftarları ve ondan sonraki takipçileri şekillendirip, anlatmaya devam etmişlerdir.
darwin
Charles Darwin
Darwin herkesin düşündüğü gibi ne değerli bir araştırmacı, ne önemli bir bilim adamı, ne de doğanın sırlarını çözen "türlerin efendisi"dir. Pagan evrim dininin kurucusu olan Darwin sadece, protestan bir eğitim almış, tıp eğitimini ise tamamlayamamış, nedeni belli olmayan pek çok hastalıkla boğuşan, konuşmaktan ve tartışmaktan çekinen, kafası çelişkilerle dolu, düzgün mantıklar kurmakta zorlanan, insanlardan kaçan, çalkantılı bir ruh dünyasına sahip amatör bir araştırmacıdır. Yaratılışı inkar etmesine rağmen vicdanının sesini uzun süre bastıramamış, ancak küçük kızının ölümünden sonra duygusal bir tepki göstererek Allah'a ve dine karşı isyankar bir ruh haline girmiş, ortaya attığı ve sonradan "ateizmin temeli" sayılacak teorisini bu sağlıksız ruh hali içinde geliştirmiştir. 
Darwin'in adeta kutsal bir kitap gibi değer gören Türlerin Kökeni isimli kitabı da çok sayıda açmaz ve çelişkiyle dolu, birbirinden kopuk bilgilerin sıralandığı, sadece varsayımlara ve tahminlere dayanan bir mantık kurgulamasından öteye gidememektedir. Darwin dahi kendi kitabını bilimsel bir çalışmadan ziyade "uzun bir argüman" olarak tanımlamaktadır. (Bu uzun argüman, sonraki on yıllarda ortaya çıkan bilimsel gelişmeler tarafından da çürütülmüştür.)
Bunun yanında Darwin gerek kitaplarında gerekse arkadaşlarıyla yaptığı yazışmalarında teorisinin zayıflıklarını, tutarsızlıklarını, çelişkilerini ve açmazlarını itiraf etmiş, teorisi hakkında çok ciddi şüpheleri olduğunu, hatta bunları düşünmekten "intihar edecek seviyeye geldiği"ni bir arkadaşına yazdığı mektubunda itiraf etmiştir:
Bana kitabımı soruyorsun ve sana söyleyebileceğim tek şey intihar etmeye hazır olduğum; kitabın çok makul bir şekilde kaleme alındığını düşünüyordum, fakat şimdi tekrar yazılması gerektiğini anladım.27
Hatta bir başka mektubunda içinde bulunduğu durumu "Görüşlerimin, sayısız miktarda zorluklarla dolu olduğunu göremeyecek kadar kör olduğumu sanma..."28 şeklinde açıklamaktadır. Özellikle de arkadaşı Charles Lyell'a yazdığı mektuplarında teorisinden duyduğu kuşkularını çok açık bir şekilde dile getirmektedir:
lylell
Charles Lyell
Çeşitli konularla ilgilenen pek çok insanın yıllardır bir illüzyon içinde olduğunu düşünerek oldukça seviniyorum. Sık sık üzerime soğuk bir ürperti geliyor ve kendi kendime bütün hayatımı bir fanteziye adayıp adamadığımı soruyorum... 29
Ayrıca Darwin, ortaya attığı teorinin yanlışlığını ve temelsizliğini de fark etmiş ve şöyle yazmıştır:
Okur yapıtımın (Türlerin Kökeni) bu bölümüne varmadan önce bir yığın güçlükle karşılaşmış olacaktır. Bunların bazıları bugüne dek üzerlerinde belirli bir ölçüde duraksamadan düşünemediğim kadar çetindir.30
darwin
Asa Gray
Yakın dostu Asa Gray'a yazdığı bir mektupta ise "Oldukça iyi biliyorum ki spekülasyonlarım meşru bilimin sınırlarının oldukça ilerisine uzanmıştır" diyerek teorisini bilim dışı bir spekülasyon olarak değerlendirmiştir.
Charles Darwin'in içinde bulunduğu çelişkili ruh hali ve sağlıksız mantık yapısı sonraki bazı bilim adamlarının da dikkatini çekmiştir. Çünkü tüm dünyaya mutlak bir gerçek olarak sunulan bir teorinin kurucusunun kafasının çelişkiler ve derin kuşkularla dolu olması, teorinin üzerine kurulduğu temeller hakkında da çok ciddi şüpheler doğurmaktadır. Amerikalı fizikçi Lipson, Darwin'in bu korkuları hakkında şu yorumu yapar:
Türlerin Kökeni'ni ilk okuduğumda Darwin'in genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadığını fark etmiştim. "Teorinin Zorlukları" başlıklı bölüm, örneğin, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmış olabileceği yönündeki yorumları karşısında şaşkınlığa düştüm.31 
Peki Darwin kendi deyimiyle "bu fantezi"ye ne zaman gönül vermişti? Darwin çocukluk döneminde uzun bir din eğitimi almıştı. Bu nedenle de eski uygarlıkların inanışları, öğretileri ve dinler tarihi konusunda bilgi sahibiydi. Ama öte yandan, içinde yaşadığı yüzyıldaki pozitivist ve materyalist düşüncelerden de çokça etkilenmişti. Özellikle de dedesi Erasmus Darwin'in din karşıtı düşünceleri Darwin üzerinde çok köklü etkiler oluşturmuştu.

Erasmus Darwin'in "Doğa Tapınağı"

Genç Charles Darwin'i din-dışı ve hatta din-karşıtı yapan en önemli etken, dedesi Erasmus Darwin'di. Genç Charles Darwin, dedesinin fikirlerini küçüklüğünden beridir dinler ve bunlardan şiddetle etkilenirdi.32
darwin
Erasmus Darwin
Erasmus Darwin, aslında "evrim" fikrini İngiltere'de ortaya atan ilk kişiydi. Fizikçi, psikolog ve şair sıfatlarını üzerinde taşıyordu ve oldukça etkili bir insandı. Ancak oldukça karanlık bir özel hayatı ve en az iki gayrı-meşru çocuğu vardı.33 
Erasmus Darwin'in en önemli özelliği ise, İngiltere'nin en önde gelen bir kaç "natüralist"inden biri olmasıydı. Natüralizm, evrenin varlığının özünün doğada olduğuna inanan, Allah'ın yaratışını kabul etmeyen ve bizzat doğayı yaratıcı sayan batıl bir düşünce akımıydı. Aslında fikri kökenlerini Eski Sümer ve Yunan efsanelerinde bulan natüralist felsefeyi en çok savunanların başında ise, masonluk örgütü geliyordu.
Bu gerçek, Katolik aleminin dini lideri Papa XIII. Leo'nun masonluğu hedef alan 1884 tarihli ünlü Humanum Genus adlı fermanında özellikle vurgulanıyordu. "Zamanımızda Masonluk isimli, çok yaygın ve kuvvetli bir örgüte sahip bir derneğin desteği ve yardımıyla, karanlık kuvvetlere tapanlar olağanüstü bir gayret içinde birleşmiş durumdalar. Bunlar artık niyetlerini gizleme ihtiyacı duymadan Allah'ın Yüksek Varlığı ile mücadele etmektedirler" diyen Papa, örgütün natüralizmle olan ilişkisini de şöyle açıklıyordu: "Masonların istekleri ve bütün çabaları aynı amaca yönelmektedir: ... Her türlü sosyal ve dini disiplini tamamen yıkmak ve yerine prensiplerini natüralizmden alan ve kendi fikirlerine göre şekillenmiş yeni kuralları oturtmak".34
İşte eski putperest dinlerden kaynak bulan ve Allah inancını ortadan kaldırmayı hedefleyen natüralizm felsefesinin ve bunu benimseyen mason örgütünün 18. yüzyıl İngilteresi'ndeki en büyük temsilcisi, Charles Darwin'in dedesi olan Erasmus Darwin'di.
darwin
Robert Darwin
Erasmus Darwin, İskoçya Edinburgh'daki ünlü Canongate Kilwining mason locasının üstadlarından biriydi.35 Dahası, Fransa'daki Jakoben masonlarla ve din düşmanlığını bir numaralı görev haline getiren masonik İllüminati örgütüyle de bağlantısı vardı.36 Erasmus, oğlu Robert Darwin'i de (Charles Darwin'in babası) kendisi gibi yetiştirmiş ve mason localarına üye yapmıştı.37 Bu nedenle Charles Darwin, hem dede, hem de baba tarafından masonik bir miras devralacaktı.
Charles Darwin'in teorisinin ana hatları, gerçekte dedesi Erasmus Darwin tarafından belirlenmişti. Erasmus Darwin'in natüralist çalışmaları, Charles Darwin'e yol gösterecek nitelikteydi. Erasmus Darwin, kurduğu sekiz dönümlük botanik bahçede yaptığı araştırmalarla Darwinizm'e temel teşkil edecek mantıkları geliştirmiş ve bunları The Temple of Nature (Doğa Tapınağı) ve Zoonomia adlı kitaplarında toplamıştı. Erasumus Darwin'in kitabına isim olarak kullandığı "Doğa Tapınağı" kavramı, gerçekte sahip olduğu natüralist inancın bir ifadesiydi: Doğanın yaratıcı bir güce sahip olduğuna inanan eski putperest inançların bir tekrarıydı bu.(Allah'ı tenzih ederiz.)
Öte yandan da 1784 yılında, bu fikirlerin yayılmasına öncülük edecek bir dernek kurmuştu: Philosophical Society. Nitekim gerçekten de Philosophical Society, on yıllar sonra Charles Darwin tarafından ortaya atılan kuramın en büyük ve ateşli destekçilerinden biri olacaktı.38
Kısacası, Charles Darwin'in eski putperest kültürlerden kalan bir efsane olan "evrim" fikrine inanmasının temelinde, bir mason ve natüralist olan dedesi Erasmus Darwin'in büyük rolü bulunuyordu. Charles Darwin, "Doğa Tapınağı" kitabının yazarı olan dedesi aracılığıyla, doğaya tapınmaya dayalı putperest inançları benimsemiş ve teorisini bu zihniyet üzerinde kurmuştu.
Darwin'in teorisinin çıkış yeri ise Galapagos Adaları oldu.

Galapagos Adalarında Hayat Bulan Karanlık Din

Okyanusun ortasında yemyeşil bir takımadayı ziyaret ettiğinizi düşünün. Ana karadan binlerce kilometre uzak olan bu küçük kara parçasında dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikte, çeşitlilikte ve zenginlikte bitkiler ve hayvanlar var. Kuşların her biri ayrı renklere, görünümlere hatta farklı seslere sahipler. Daha önce dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığınız çeşit çeşit canlılar yaşıyor. Böyle bir yerde bulunsaydınız ve bu muhteşem tabloyu seyretseydiniz, canlılara baktığınızda ne düşünürdünüz?
Muhtemelen renkler, canlılık, çeşitlilik karşısında büyük bir hayranlık duyar ve bu kadar çok canlının nasıl meydana geldiğini kendinize sorardınız. Ardından ulaştığınız sonuç, büyük bir okyanusun ortasında küçücük bir kara parçası üzerinde çok mükemmel yaratılış delilleri sergilendiği olurdu. Nitekim normal bir anlayışa ve bilgiye sahip olan her insan, biraz önce tarif edilen mekana gittiğinde ve bu canlılarla karşılaştığında, her birinin yaratılışında bir olağanüstülük olduğunu fark edebilir.
kustuyleri
Sağ üst: Darwin'in yolculuk yaptığı Beagle isimli geminin temsili resmi
Altta: Darwin'in teorisini ortaya attığı Galapagos Adaları
Oysa doğada gördüğü bu mucizevi çeşitlilik Darwin'i, pek çok insanın aksine, tüm varlıkların rastlantı eseri meydana geldiği sonucuna götürmüştür. O, tüm bunları yaratan Allah'ın sonsuz kudretini takdir edememiştir. Evrendeki sanattan etkilenmesi ve bir araştırmacı olarak bu gerçeği hemen anlayabilmesi gerekirken, Darwin'de bu mantık tam tersine işlemiştir. Kuşkusuz bu, onun mantık bozukluğunu gözler önüne sermektedir.
İşte böyle bir mantık bozukluğuna sahip olan Darwin, beş yıl süren yolculuğu esnasında, çoğu batılının daha önce karşılaşmadığı canlılarla karşılaştı. Özellikle de Galapagos adalarında yeni türlerle yüzyüze geldi.
Galapagos adaları özellikle kuş ve sürüngen türlerinin ağırlıklı olarak bulunduğu, birçok canlı türünün yaşadığı bir bölgedir ve dolayısıyla buraya giden bir bilim adamının inceleyebileceği sayısız canlı türü bulunmaktadır. Darwin yolculuğu sırasında bu canlıların binlercesini toplayıp ispirtoda saklamasına rağmen, özellikle farklı ispinoz türlerine dikkat etmiş ve bu canlıların gagalarındaki yapısal farklılıkları inceledikten sonra, teorisini şekillendirmeye başlamıştır.
Gerçekte Darwin'in yaptığı şey, elindeki bir bulguyu abartarak, tamamen hayali spekülasyonlara malzeme yapmaktır. İspinozlar arasında, genetik havuzlarının izin verdiği ölçüde bir çeşitlenme (varyasyon) olduğu doğrudur. Ama bu durum, ispinozların bir başka kuş cinsinden evrimleştikleri veya bir başka cinse dönüşebilecekleri anlamına gelmez. Nitekim çağımızdaki evrimciler de, Darwin'in ispinoz gagaları gibi varyasyan örneklerinden yola çıkarak ortaya attığı iddiaların, bilimsel olmayan abartılı bir varsayım olduğunu kabul etmektedirler.39
Gerçekten de ispinozların gagalarının çeşitliliğini inceleyerek tüm canlı türlerinin kökenine; örneğin dev boyutlu balinaların, farklı görünümleriyle fillerin, muhteşem uçuş yeteneği ile sineklerin, kanatlarındaki olağanüstü simetri ile dikkat çeken kelebeklerin, denizaltında yaşayan birbirinden çok farklı balıkların, kabuklu deniz canlılarının, kuşların, sürüngenlerin ve en önemlisi de akıl ve şuur sahibi insanın nasıl var olduğuna yönelik bir çıkarım yapmak, akıl ve bilim yoluyla düşünen insanın benimsemeyeceği bir davranıştır.
ispinoz

Darwin, ispinozların farklı gagaları olmasını doğal seleksiyonun bir delili olarak öne sürmüştür. Fakat bugün bilim göstermiştir ki, bu bir tür içindeki çeşitlilikten başka birşey değildir. Ve evrime de delil teşkil etmez.
Kaldı ki bir bilim adamının canlıları incelediğinde görmesi gereken tek konu varyasyon değildir. Aksine, canlılıktaki olağanüstü yaratılış çok daha temel ve önemli bir konu olarak bilim adamının karşısındadır. Örneğin gerçek bir bilim adamı, ispinoz kuşlarını incelediğinde ilk olarak bu canlıların nasıl olup da kusursuz bir uçma mekanizmasına sahip olduklarını düşünür. Kuş kanatlarını kusursuzca var edenin, onları mükemmel bir teknoloji ile inşa edenin kim olduğunu sorar. Tek bir kuş tüyündeki aerodinamik özelliği, uçmaya elverişli olarak hafif ve esnek yapıyı, tüyleri birbirine bağlayan milyarlarca küçük kancanın nasıl var olduğunu araştırır.
kustuyleri
Kuş tüyleri, yaratılışa açık bir delil teşkil eden, son derece kompleks bir yapıya sahiptirler.
İşte açık bir şuurla, fikri saplantılardan uzak bir şekilde düşünen bir bilim adamı bu önemli soruların cevabını arar. Ve tüm bu araştırmalarının, düşüncelerinin sonucunda çok açık ve kesin olan bir gerçeği görür: Bu kusursuz yaratılış delilleri, eşsiz güzellikler ve saymakla bitirilemeyecek kadar çok olan çeşitlilik, Allah'ın yaratmasının eserleridir.
tavuskusu
Tavus kuşu tüylerindeki sanat, yaratılışın milyonlarca delilinden biridir
Darwin'in ve onun yolunu izleyen evrimcilerin bu gerçeği gözardı etmelerinin nedeni ise, inandıkları materyalist felsefe ve bu felsefeye olan psikolojik bağlılıklarıdır. Bu durum, Darwin'de çok belirgin bir biçimde gözlemlenmektedir. Gözün yapısı ve tavuskuşu tüyleri hakkında yaptığı yorum, bu konuda açıklayıcı bir örnektir. Aklını kullanmayan, özgür bir vicdanla düşünen insan, tavuskuşunun tüylerindeki gözalıcı estetiğe hayran olur ve bu güzelliği yaratanı düşünür. Ancak bakın, Darwin tavuskuşunun tüyleri ile ilgili neler düşünmektedir:
Gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım. Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor.40
Kuşkusuz tek başına bu örnek bile Darwin'in bilime ve doğada karşılaştığı varlıklara karşı olan önyargılı bakış açısının bir göstergesidir. Anlaşılan Darwin, Galapagos adalarında karşılaştığı canlıların büyük bir bölümünden dolayı da adeta "hasta olmuş" ve onları "ispirtoda saklamakla" yetinmiş, ama onlarda gördüğü olağanüstü özellikler üzerinde düşünmek istememiştir.
Oysa bir insanın tüm evrende var olan yaratılış delillerini görebilmesi için Galapagos adalarına gitmesine de gerek yoktur. İnsan kendi bedeninden başını hafifçe kaldırıp baktığı gökyüzüne kadar her yerde Allah'ın varlığının, gücünün, aklının ve ilminin sayısız delilini  görebilir.
Örneğin Darwin'i teorisinden soğutan göz bu sayısız delilden sadece biridir. Göz, tesadüfler sonucunda oluşamayacak kadar kompleks ve kusursuz bir yapıya sahiptir. 40 ayrı organelden oluşan gözün önemli bir yönü, "indirgenemez komplekslik" olarak adlandırılan bir özelliğe sahip olmasıdır. Bunun anlamı şudur; gözün işlev görebilmesi için bu 40 organelin her birinin aynı anda birarada olması gerekir. Bunların biri olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Bu 40 ayrı parçanın her biri de kendi içlerinde kompleks yapılara sahiptir. Örneğin gözün arka kısmındaki retina tabakası 11 ayrı katmandan oluşur. Bu katmanlardan biri kan damarı ağıdır. Vücudun en yoğun damar ağını oluşturan bu tabaka ışığı yorumlayan retina hücrelerinin oksijen ihtiyacını karşılar. Diğer tabakaların her birinin ise ayrı görevleri vardır. Hiçbir evrimci bu denli kompleks bir organın nasıl oluştuğu sorusuna makul cevap verememektedir. Çünkü göz, Allah'ın kusursuz yaratışının delillerinden biridir. Kuran'da bildirildiği gibi;
O Allah ki, yaratandır, (en güzel biçimde) kusursuzca varedendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
kustuyleri
Soldaki resimde yalnızca 22 parçası görülen göz, aslında 40 parçadan oluşan muhteşem bir yaratılışa sahiptir.
Darwin'e körü körüne inananların ve onu "türlerin efendisi" ilan edenlerin, hayatlarını Darwinizm'i savunmaya adayanların, onun buraya kadar anlattığımız yönlerini de mutlaka gözönünde bulundurmaları gerekmektedir. Bu insanlar şunu görmelidirler: Darwin'in teorisi; dedesinden öğrendiği "Doğa Tapınağı" masallarının etkisine, amatör biyoloji bilgisi yüzünden vardığı hatalı çıkarımlara, bu hatalı çıkarımlara dayandırılan spekülasyonlara, yaratılış gerçeğini reddetmeye dayalı koyu bir önyargıya ve 19. yüzyılın ateizmi bilim zanneden yüzeysel kültürüne dayanmaktadır. Eski putperest kültürlerden devşirilen bu senaryo, Aristo'nun ilkçağlarda öne sürdüğü batıl bir inanış olan Scala Naturae'nin yerini almıştır.
philip
Philip E. Johnson
Bu batıl dinin hala ısrarla savunulmasının tek gerçek nedeni ise, gerçek dinin temeline, yani Allah inancına karşı bir propaganda malzemesi olarak görülmesidir. Evrim teorisine getirdiği eleştirilerle ve yayınladığı kitaplarla akademik çevrelerde çok saygın bir yere sahip olan Chicago Üniversitesi profesörlerinden Philip E. Johnson, evrim teorisinin günümüzde batıl bir din olarak aldığı yeri açıklarken, "…Darwinizm'in kabul edilmesi Allah'ın varlığının inkar edilmesi anlamına geliyordu ve sonuç olarak Allah'ın vahyine dayalı dinin yerine evrimsel natüralizme dayalı yeni bir inanç oluşturuldu.." demektedir.41  Johnson Darwinizm'in bu işlevini bir diğer kitabında ise şöyle açıklar:
Modern bilimin liderleri, kendilerini bir Yaratıcı'nın var olduğunu ve bu dünyadaki olaylarda rol oynadığını kabul edenlere karşı girişilen bir savaşın öncüleri olarak görmekteler... Darwinizm ise, bu savaşta yeri doldurulamaz bir ideolojik rol oynamaktadır. İşte bu nedenle, bugün bilim çevreleri, Darwinizm'i test etmeyi değil, ne olursa olsun korumayı kendilerine amaç edinmişlerdir. Bilimsel araştırmaların kuralları da, bu ideolojiyi doğrulayacak şekilde belirlenmektedir.42
Philip E. Johnson'ın da ifade ettiği gibi o dönemden itibaren tüm maddeci felsefeler evrim teorisinde kendisine dayanak bulmuş ve dine karşı yürütülen tüm propaganda faaliyetleri Darwinizm'den güç bulmuştur. Bu nedenle de Darwinizm'in yaşatılması, dine düşman olan güçlerin en öncelikli hedeflerinin başında gelmektedir. Nitekim hangi ülkeye bakılırsa bakılsın, Darwinizm'in en önde gelen savunucularının aynı zamanda dine ve dindarlara düşman olan çevreler olduğu açıkça görülebilir.

Batıl Darwinizm Dininin Sahte Kitabı: "Türlerin Kökeni"

Türlerin Kökeni kitabı Darwinciler tarafından adeta bir kutsal kitap gibi korunur, bu kitaba sanki bir kutsal kitapmış gibi saygı duyulur. Oysa önceki sayfalarda da incelediğimiz gibi Türlerin Kökeni Darwin'in gözlemlerini, kuşkularını, çelişkilerini, karanlık ruh halini bir kurgu içinde sunduğu çok kalın bir çelişkiler yığınıdır. Kitap bilimsel bir çalışma değildir, bir mantık yürütme üzerine kuruludur. Hatta Charles Darwin dahi kitabının bilimselliği konusunda çok ciddi şüpheler içindedir. Bir önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi kafası son derece karmaşık olan Darwin, arkadaşı J. D. Hooker'a yazdığı mektubunda "Türlerin Kökeni'nin yayınlanmasının ardından o kadar çok şey yayınlandı ki, bu bilgileri değerlendirip bir bütün haline dönüştürme gücüne ve akıl yeteneğine sahip olduğumdan şüphe ediyorum"43 demekte, ama onun tüm itiraflarına rağmen Darwinistler bu kitaba hala çok büyük önem vermektedirler.

philip
Darwin'in Türlerin Kökeni kitabı
Bu kitabın içeriği hakkında bir başka açıklayıcı bilgiyi Charles Darwin'in en yakın dostlarından olan A. Sedgwick'in yazdığı bir mektup vermektedir:
Bazı bölümlerine hayranlık duydum. Bazı bölümlerine ise karnım ağrıyana kadar güldüm. Okuduğum diğer bölümler bana büyük bir acı verdi. Çünkü bunların tamamen yanlış ve zarar verici olduklarını düşünüyorum… Çıkardığın sonuçların büyük bir bölümü, bazı tahminlere dayanıyor… Doğal seleksiyonu, seçici bir organ tarafından bilinçli olarak yapılmış birşey gibi yazmışsın.44
Kitap, pek çok mantık hatası, akıl dışı varsayımlar ve çözülemeyen saptamalar üzerine kurulu olmasına rağmen bugün bile hala genelde eleştirilmez, her zaman el üstünde tutulur. Bunun nedeni içerdiği bilgilerden ziyade, bu kitaba yüklenen görev ve anlamdır. Türlerin Kökeni materyalist ve ateist felsefelerin temel dayanağını oluşturduğu için bu inanca sahip insanlar tarafından çok özel bir yere konmaktadır. ÇünküTürlerin Kökeni dünya üzerinde, maddeci bir hayat anlayışı üzerine kurulu olan tüm ideolojiler, sapkın inanışlar, batıl dinler için çok büyük bir önem teşkil etmiş, adeta bir kurtarıcı olarak görülmüştür. Günümüzde birçok insan bu kitabı hiç okumamış olmasına rağmen, pek çok eğitim kurumu bu kitaba modern düşüncenin temel dayanağı olarak bakmaktadırlar. Jack Barzun Türlerin Kökeni'nin taşıdığı önemi şu şekilde tanımlamaktadır:
Şüphesiz hem doğal seleksiyona inananlar hem de inanmayanlar, Darwinizm'in bir ortodoksi gibi başarı elde ettiği ve çok sayıda bilimsel, felsefi ve sosyal hareketleri harekete geçirici bir eser olduğu konusunda hemfikirdirler. Darwin bir kahin olmuştu, Türlerin Kökeni de evrimin dünyayı hareket ettirdiği sabit bir noktadaydı.45
Her ne kadar bilimsel gelişmeler Türlerin Kökeni'nin, sıradan ve günümüz bilim dünyası için geçerli olmayan bir kitap olduğunu kanıtlamışsa da, Darwin ve kitabı aynı şekilde yüceltilmeye devam etmektedir. Oysa kitap incelendiğinde, gerçekte amatör bir
tavuskusu
Henry M. Morris ve evrimcilerin dine karşı verdiği sapkın savaşı eleştiren The Long War Against God isimli kitabı
doğabilimcinin hatalı çıkarımlarından ve spekülasyonlarından ibaret olduğu görülmektedir. Henry M. Morris The Long War Against God isimli kitabında Türlerin Kökeni'nin bilimden ne kadar uzak olduğunu şöyle anlatır:
Okuyucu tüm kitapta (Türlerin Kökeni) evrime dair herhangi bilimsel bir delili boş yere arar... Hiçbir yerinde kanıt verilmemiştir. Doğal seleksiyon ile türediği bilinen hiçbir yeni tür adı belirtilmemiş, hiçbir ara geçiş formu gösterilmemiş, hiçbir evrim mekanizması belgelenmemiştir. Aslında tüm kitapta dikkati çeken kanıttan yoksunluktur. Tamamen spekülasyon, özel mazeretler, o döneme ait varsayımlar. Türlerin Kökeni'ndeki delil ya da argümanlardan hiçbiri diğer evrimciler tarafından bile modern eleştirel analizler altında savunulmamıştır. Böyle bir kitabın kendisinden sonraki insan yaşamı ve düşüncesi tarihinde bu kadar büyük bir etki oluşturmuş olmasına sadece şaşırılır. Burada gözle görünenden fazla bir şeyler olmalı!46
Henry Morris'in de söylediği gibi Türlerin Kökeni'nin insanlık tarihi üzerinde yaptığı bu büyük etkinin altında çok daha farklı nedenler vardır. Çünkü bilimsel bir çalışmanın –doğru olsun ya da olmasın- bu derece büyük bir tutkuyla ve fanatizmle savunulduğu tüm bilim tarihi boyunca görülmemiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Newton'un, Einstein'ın bilim dünyasında çığır açan buluşlarının arkasında bu tip fanatik taraftarlar bulunmamaktadır. Çünkü burada karşımıza çıkan bir bilimsel kuram değil, insanlara birçok telkin yöntemi kullanılarak kabul ettirilmeye çalışılan bir batıl dindir. Darwin bu batıl dinin kurucusudur ve elinde evrimciler tarafından adeta kutsal sayılan kitabı vardır.

newton

Darwinizm Dini Putperest Bir Dindir

İnsanların büyük bir bölümü Allah'ın vahyine dayalı hak dine inanırken, kimileri de kendilerinin ya da yaşadıkları toplumların ortaya çıkardıkları batıl dinlere inanır, totemlere tapar, güneşe dua eder, UFO'lardan yardım beklerler. (Allah'ı tenzih ederiz.) Daha önce de belirttiğimiz gibi, batı literatüründe bu insanlar "pagan" (putperest) olarak adlandırılırlar. Şu ana kadar incelediklerimiz ışığında değerlendirdiğimizde, evrim teorisi de bu pagan dinlerden biridir ve bu dinin pek çok ilahı vardır.
Darwinizm'in putlarından en önemlisi "tesadüf putu"dur. Hangi Darwinist eseri okursanız okuyun aynı puttan, bu putun gücünden, kabiliyetlerinden, tecrübelerinden ve ileri görüşlülüğünden bahsedildiğini görürsünüz. Çünkü Darwinistler evrenin ve evrende var olan tüm canlı ve cansız varlıkların tesadüfler sonucunda ortaya çıktıklarına inanırlar. "Tesadüf putu", Darwinizm'in özüdür, hayat damarıdır. İlginç olansa isimlerinin önünde "bilim adamı" sıfatı bulunan bazı Darwinistlerin de aynı puttan bahsetmeleri ve bu pagan dinin öğretilerini dile getirmeleridir. Örneğin kendisi de koyu bir evimci olan Fransız zoolog Pierre Paul Grassé "... Tesadüf (evrimciler arasında), ateizm görüntüsü altında kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline gelmiştir."47 diyerek bu gerçeğe dikkat çekmiştir.
Bu put Darwinizm gibi daha pek çok putperest dinde de karşımıza çıkmaktadır. Yunan dinlerinde, Çin ve Hint dinlerinde canlıların ortaya çıkışı yine aynı "tesadüf putu"yla açıklanmaktadır. Eski Mezopotamya dinlerinde de aynı şekilde çeşitli putlara tapılmakta, birer madde yığını olan bu putlardan medet umulmakta ve içlerinde çok büyük güçler barındırdıklarına inanılmaktaydı. Fakat geçmiş dinlerdeki bu putun Darwinizm'in "tesadüf putu"ndan bir farkı vardı; çünkü bu dinlerdeki inanışa göre canlılığı oluşturanlar kör tesadüflerdi. Örneğin canlıların oluşması bir nehir taşmasını ya da bir felaketi beklemek durumundaydı. Yeni organların ya da canlı türlerinin oluşumu da yine aynı doğal felaketleri, ısının ani değişimlerini ya da yüksek oranlarda radyasyonun açığa çıkmasını beklemek zorundaydı. Oysa Darwinizm'in "tesadüf putu" bu putlardan çok daha farklıdır; o şuurlu ve öngörü sahibi bir puttur!
Darwinizm putunun her yaptığı bir hesap üzeredir. Hiçbir işini kör tesadüflere, başıboş süreçlere bırakmaz. Herşeyi düşünebilir, her adımını önceden hesaplayabilir. Bu "tesadüf putu" o kadar ileri görüşlüdür ki, en küçük organizmalardan başlayarak yeryüzünde var olan tüm canlı türlerini oluşturabilir, onların gereksinim duyacakları her türlü ayrıntıyı milyonlarca yıl öncesinden düşünüp tasarlayabilir, hatta milyonlarca yıl sonra oluşabilecek her türlü olayı bilir, onlara göre tedbirler alır, hiçbir ayrıntıyı atlamaz.
"Tesadüf putu" tüm bunları yaparken pek çok yöntem kullanır ve bunlardan en önemlilerinden biri de mutasyondur.
Mutasyonun anlamı canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. Mutasyonlar çoğu zaman hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasar ve değişikliklere sebep olurlar. Örneğin tıp kitaplarında "mutasyon örneği" olarak anlatılan mongolizm, cücelik, orak hücre anemisi gibi zihinsel ya da bedensel bozuklukların ya da kanser gibi hastalıkların her biri, mutasyonların tahrip edici özelliklerini ortaya koymaktadır. Mutasyon canlıları gelişmişe ve mükemmele götüren bir sihir değildir ve net etkisi zararlıdır. Yani meydana getirdiği değişiklikler ölüler, sakatlar ve hastalardır. Bu gerçek pek çok bilim adamı tarafından dile getirilmektedir. Hatta bilim adamları mutasyonu "bir şehre yıkım getiren depremlere"48 benzetirler.
Normalde mutasyonların sonuçları hep olumsuzken, Darwinizm dininin en önemli putu olan "tesadüf putu"nun mutasyonu her nasılsa sık sık düzgün ve olumlu sonuçlar çıkarır! Ve bu putun ortaya çok ihtişamlı güzellikler, kusursuz canlılar, görkemli düzenler çıkardığına inanılır. Örneğin "tesadüf putu" tek bir insan vücudundaki yüz trilyon hücreyi de hatasız ve eksiksiz olarak meydana getirebilir. Aynı bir fabrika gibi çalışan, enerji, enzim ve hormon üreten, ürettiği tüm ürünlerle ilgili bilgileri çekirdeğindeki bilgi bankasında saklayan, bölgeler arasında hammade ve ürün nakli yapan, dışarıdan gelen her türlü maddeyi ayrıştıran laboratuvar ve rafineri sistemlerine ve dışarı çıkıp-giren her türlü maddeyi kontrol eden hücre zarı gibi bir kontrolöre sahip olan bu hücreleri meydana getirirken "tesadüf putu", asla hata yapmaz, planlarında aksaklık oluşmaz.
"Tesadüf putu"nun bu eşsiz (!) gücünün örneklerini saymakla bitiremeyiz. Örneğin aynı put tüm canlıların yaşamını kalp ve dolaşım sistemine bağlarken, kalbin işlev görebilmesi için kanı vücudun her zerresine taşıyacak bir atardamar sistemi de var etmiştir. Tabii bunu yaparken dağılacak bu kanı toplayacak bir toplardamar sistemini kesinlikle unutmamıştır. Bu arada karbondioksitle kirlenen bu kanı temizlemek için akciğer ya da solungaçları da bu sisteme eklemiş ve tüm sistemi kalbe bağlamıştır. Tabii kanı diğer atıklardan temizlemek için mutlaka böbreklerin olması gerektiğini bilmiştir ve onu da hemen var etmiştir…
Eğer devam edersek bu liste uzar gider. Bir canlının yaşamını sürdürmesi için çok sayıda organın, tam ve eksiksiz biçimde ve aynı anda var olması gerekmektedir. Bunların tekinin bile çalışmaması o canlıyı birkaç dakikada ya da en fazla birkaç günde öldürür. Fakat evrimcilerin iddiasına göre "tesadüf putu", son derece şuurlu, dikkatli, hatasız ve kusursuz şekilde bu saydığımız ve burada sayamadığımız binlerce detayı düşünmüş, tasarlamış ve oluşturmuştur.
"Tesadüf putu" bunun yanında bu kitapta maddeleyerek dahi sıralayamayacağımız kadar uzun bir süreçten sonra insanı var etmiştir. Fakat insanı var etmekle de yetinmeyip onun -ve onun binlerce nesil sonraki akrabalarının da- ihtiyaç duyabilecekleri her türlü ayrıntıyı düşünmüştür. Canlı olan herşeyin binlerce yıllık sistemini de planlamış, çok uzun vadeli ve ince planlar yapmıştır. Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını düşünerek binlerce sene öncesinden buğdayı var etmiştir ve yine gelecek nesillerin enerji ihtiyacını düşünerek petrolü var etmiştir. Bir enerji kaynağı olarak Güneş'i var ederken, insanları bu güneşin zararlı ışınlarından koruyacak atmosfer tabakalarını da var etmeyi unutmamıştır. İnsanın tüm vücut sistemlerini nefes alıp verme üzerine kurarken, aynı anda da nefes alması için gereken atmosferi var etmiştir. Dünya üzerinde öyle bir sistem var etmiştir ki, her birinin varlığı diğerinin varlığına dayanmaktadır. Oksijenin varlığını bitkilere, bitkilerin varlığın suya, suyun varlığını atmosferdeki ısıya, bütün bu sistemleri dünyanın dönüşüne, bunu gökcisimlerinin birbirlerini çekim kuvvetine, güneşle aya uzaklığına ve daha milyonlarca ayrıntıya bağlamıştır. Her canlı bir diğeriyle beslenir, biri olmadığı zaman diğeri de zarar görür. Ama evrimcilere göre inandıkları "tesadüf putu" o kadar şuurlu bir puttur ki, hiçbir ayrıntıyı unutmamış, hiçbir açık bırakmamıştır.
"Tesadüf putu" tüm bunların yanısıra, zaman içinde milyonlarca canlı türü var etmiş ve her bir canlıyı muhteşem özelliklerle bezemiştir. Bu, evrimcilerin inancına göre öyle bir puttur ki her istediğini yapabilir. Göz yapmak ister yapar, kulak yapmak ister hemen yapar. Her istediğini en mükemmel şekilde tasarlar ve neyi nasıl yapacağını çok iyi bilir. Örneğin bir göz var etmek istediği zaman bütün ayrıntıları önceden hesaplar ve hatasız sonuçlar alır. Nitekim daha ortada göz yokken, hatta görmek diye bir kavram yokken, önce kafatası içinde iki boşluk oluşturmuştur, sonra bu boşlukların içine içi ışığı geçiren bir sıvıyla dolu iki küre yerleştirmiştir. Daha sonra bu sıvıların ön tarafına ışığın da kolaylıkla kırılmasını sağlayan ve ışığı gözün arka duvarında odaklayan iki mercek koymuştur. Daha sonra yine gözün etrafa bakabilmesi için göz kasları oluşturmuştur. Bu kadarla da bitmemiş, gözün arka duvarında, ışığı algılayabilecek retina tabakası, gözü beyne bağlayacak sinirler, gözün kurumamasını sağlayacak gözyaşı bezleri ve gözü toz ve benzeri yabancı maddelerden koruyacak iki göz kapağı ve kirpik oluşturmuştur. İşte Darwinizm'in "tesadüf putu", normal şartlarda ortaya, sakatlar, hastalıklar çıkaran ve bir canlı üzerinde hiçbir zaman olumlu sonuç vermeyen mutasyon mekanizmasının da yardımıyla böyle kusursuz organlar oluşturmuştur!
kustuyleri
Evrimciler, taptıkları "tesadüf putu"nun, resimde görülen bütün bu muhteşem varlıkları yaratma gücüne sahip olduğunu iddia ederler. Batıl inançlarına göre bu, öylesine maharetli bir puttur ki, gözü çok estetik ve güzel yapabildiği gibi, önceden göz için gereken iki göz çukurunu da açmayı unutmamıştır. Yine bu batıl inanca göre "tesadüf putu" o kadar akıllı ve bilgilidir ki, sözde meyveleri ve sebzeleri canlıların bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratabilmiştir.
Ayrıca evrimcilerin inancına göre Darwinizm'in bu putunun bir başka önemli özelliği yaptıklarında bir estetik kaygısının bulunmasıdır. Canlı yada cansız bir varlık meydana getirirken bunun renginin, görüntüsünün, tadının, kokusunun, şeklinin son derece estetik ve uyumlu olmasına çok dikkat eder. Bir meyve ya da sebze var ederken tadını, kokusunu, şeklini, vitaminini, mineralini, karbonhidratını, şekerini, kalorisini hesap edip ona göre var edebilir. Çileği yapmakla kalmayıp, onun hoş kokusunu ve içaçıcı görüntüsünü de hesaplar. Tabii bu arada insanda da tat ve koku alma duyularını buna göre ve bunlardan zevk alır şekilde var eder. Evrim teorisine inanmasına karşın Darwinizm'i eleştiren dünyaca ünlü Fransız zoolog Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms (Organizmaların Evrimi) isimli kitabında Darwinizm ve tesadüf kavramını şu şekilde sorgulamaktadır:
Tesadüfe dayalı mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir.49
philip
Michael Denton ve kitabı, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz  İçinde Bir Teori) 
İşte Darwinizm dininin özünü bilime ve akla aykırı olan bu saçma batıl inanış oluşturmaktadır. Gerçekte insan aklı, hiçbir kompleks varlığın kendi kendine ve tesadüfen oluşamayacağını, mutlaka bilinçli bir planın ürünü olduğunu anlayabilecek kapasitededir. Dolayısıyla Darwinizm'in buraya kadar özetlediğimiz inancı da insan aklına taban taban zıttır. Ama, aynen kendi elleriyle yaptıkları putlara taparak insan aklına karşı gelen ilkel putperesler gibi, Darwinistler de insan aklına karşı gelerek, onu kasten gözardı ederek söz konusu saçmalığa inanırlar. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis  (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabında bu ilginç durumu şöyle anlatır:
Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da bin ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eşdeğerdir. Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise, insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist, bu düşünceyi en ufak bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!49
Dikkat edilirse, Darwinistlerin kabul ettikleri saçma inanış ile eski putperest kültürlerin inanışları birbirine çok benzemektedir. Putperestler nasıl cansız putların tüm varlıkları yarattıklarına inanıyorlarsa, evrimciler ve materyalistler de yine cansız maddenin birtakım tesadüfler sonucunda tüm canlıları ve kendilerini yarattığına inanmaktadırlar. (Allah'ı tenzih ederiz.)
İşte Darwinizm dini böyle bir hayal üzerine kurulmuştur. Oysa bu dinin kurucusu Charles Darwin dahi bu kompleks canlıların tesadüfler sonucu oluşamayacağının farkındaydı. Doğada var olan mükemmel düzen ona tüm varlıkların üstün bir yaratılışa sahip olduklarını gösteriyordu. Darwin bu konuyu şu şekilde itiraf etmektedir:
Bu mükemmel evreni, özellikle de insanın doğasını izlemekten mutlu olamıyorum… Herşeye dizayn edilmiş kanunların bir sonucu olarak bakmaya eğilimliyim… Ve bütün bu kanunlar açıkça herşeyi bilen, gelecekteki tüm olayları ve sonuçları gören bir Yaratıcı tarafından dizayn edilmiştir. Ama daha fazla düşündükçe daha fazla kafam karışıyor.50
Tamamen ümitsiz bir karmaşanın içinde olduğumun bilincindeyim. Gördüğümüz dünyanın bir tesadüf eseri olduğunu düşünemiyorum. Ama aynı zamanda her ayrı parçaya da bir Dizayn'ın sonucu olarak bakamıyorum.51
Her sınıftaki hayvanla ilgili birçok şaşırtıcı ve ilginç örnekler verebilirim; bunların sayısı o kadar çok ki tesadüf eseri olmaları mümkün değil.52 

Darwinizm Dini Etkisini Misyonerlik Anlayışına Borçludur

Herhangi bir ideolojinin, felsefenin ya da bir dinin yayılmasını sağlayanlar, genellikle o dinin taraftarlarıdır. Darwinizm dini de dünya üzerindeki etkisini taraftarlarına ve bu dini yaymayı kendilerine görev edinen misyonerlerine borçludur. Herkesin çok iyi bildiği gibi misyonerlik kavramı pek çok dinde bulunmaktadır. Misyonerler ülke ülke gezip kendi dinlerini anlatan, taraftar toplamaya ve her ülkede örgütlenmeye çalışan kişilerdir. Misyonerlerin asıl amaçları bağlı oldukları dinin kültürünü, düşünce hayatına etkilerini ve hayata bakış açısını insanlara anlatmak ve kendileri gibi düşünen, değerlendiren, yargılayan insanlar oluşturmaktır. Nitekim bu gibi insanlar daha sonra etkisi altına girdikleri dinin gerçek bağlıları arasına katılacaklardır.
evrim_misyonerleri
Evrim Misyonerleri
Darwinist misyonerlerin en büyük idealleri de kendi hayat görüşlerine sahip toplumlar oluşturmak, hatta her ülkenin eğitim sistemine kadar tüm kurumlarını kendi anlayışları üzerine kurmaktır. Allah'ın varlığını inkar eden, maddeci bir hayat görüşüne sahip, putperest, akıl ve mantık dışı dahi olsa gözü kapalı bir şekilde bu batıl dinin gereklerini uygulayan bir nesil yetiştirmek en büyük hedefleridir.
philip
"Darwin'in buldoğu" olarak anılan Thomas Huxley ve oğlu Julian Huxley.
İşte bunun için misyoner olarak seçilen kişiler çok önemlidir. Çünkü misyonerliğin özünü seçilen kişilerdeki isabetlilik oluşturur. Öyle kişiler seçilmelidir ki gerek maddi gerekse manevi yönden bu dine çok büyük bir desteği olabilsin, ileride insanları üzerinde o da etkili olabilsin ve geniş kitlelere hitap edebilsin.
Darwinizm misyonerlerine baktığımızda bunların her meslekten, farklı eğitim almış kişilerden olabildiklerini görürüz. Bunun için güçlü bir bilimsel geçmişe, yüksek bir kültüre ihtiyaç yoktur. Zaten bu dini ortaya atan Charles Darwin de bir bilim adamı olmaktan çok uzaktır; diploması yalnızca ilahiyat alanında olan ancak sonradan dininden dönmüş bir kişidir. Evrim teorisinin yayılmasında ve kabul ettirilmesinde önemli rolleri olan kişilerden Charles Lyell bir avukattır; William Smith bir müfettiştir; James Hutton bir ziraatçidir; John Playfair bir matematikçidir; Robert Chambers bir gazetecidir; Alfred Russel Wallace ise müfettişlik için kısa bir çıraklık eğitimi almıştır.53
Darwin, bu kişilere toplumsal arenada savaşacak "askerler"i olarak bakmıştı. Çünkü kendisi bu türden etkinliklerden çekinirdi; topluluk önünde konuşma ya da tartışma düşüncesi onu fiziksel olarak hasta ederdi. Darwin'in hayatı ile ilgili uzun bir çalışma yapan son dönemin ünlü evrimcilerinden Richard Milner kitabında bu ekibi "Darwin'in Çetesi"olarak tanımlamaktadır.
Zamanla bu misyonerlerin sayısı gittikçe daha da artmış; çok çeşitli ülkelerde Darwin dinini dünyaya yayma idealini benimsemiş, toplumun her kesiminden insanlar ortaya çıkmıştır. Bunların arasında ilk anda akla gelenleri "Darwin'in buldogu" olarak anılan Thomas Huxley, onun oğlu Julian Huxley, Theodosius Dobzhansky, günümüzde de Richard Dawkins, Stephen Jay Gould gibi isimlerdir... Bu kişilerin en önemli özellikleri tüm saçmalığına, mantıksızlığına rağmen -hatta kendi itiraflarında dahi bunları dile getirmelerine karşın- Darwinizm'i savunmaktan vazgeçmemeleridir. Hayatlarının her alanında, yazılarında, konuşmalarında, her an evrim teorisi üzerine konuşur, onu savunurlar. Teorinin tutarsızlıkları sürekli yüzlerine karşı dile getirilir, ama onlar körü körüne bağlılığın getirdiği rahatlık içinde bunları demogojilerle geçiştirir ve sözde üstün çıkmaya çalışırlar. Alaycı konuşmalar, karşı tarafa yönelik hakaretamiz sözler ve saldırgan bir üslupla gerçeklere karşı direnmeye çalışırlar. Bunu her platformda yaparlar. En büyük yardımcıları da evrimci çizgideki medya kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar Darwinizm'in mesajını insanlara iletme görevini üstlenirler. Evrim teorisini halk üzerinde bu denli etkili kılan medyadır. Medyayı, yorumları ve sözde bilimsel verilerle destekleyenler de evrimci bilim adamlarıdır. Bu yöntemle Darwinistler toplumun bilim adamlarına olan saygı ve güvenlerini istismar etmektedirler.
newton
Darwinist misyonerlerin çalışma metodları her ülkede büyük paralellikler göstermektedir. Amaç insanların gözlerini boyamak olduğu için, iki farklı yol izlemektedirler. Bunlardan birincisi açıkça Darwinizm'in anlatılması, öğretilerinin tarifinin yapılmasıdır. Bunun için kitaplar basılır, medya ise biraz önce de belirttiğimiz gibi çok yoğun bir şekilde kullanılır. Dergiler ve gazetelerde Darwinizm konulu haberler çıkarılır. Bu haberlerde bilimsellik ya da doğruluk çok büyük bir öncelik taşımaz; önemli olan insanların yaratılış gerçeğinden uzaklaştırılması ve evrim fikrine alıştırılmasıdır.

Darwinizm'in Sapkın Ahlak Anlayışı

Darwin dinini yaymada izlenen ikinci yöntem ise gizli ve dolaylı telkinlerle insanları bir Darwinist gibi düşünür ve yaşar hale getirmektir.
Darwinizm'in insana verdiği en önemli telkin, "kimseye karşı sorumlu değilsin, hayatını tesadüflere borçlusun, yaşamak için mücadele etmek, gerekirse diğerlerini ezmen gerekir, bu dünya çatışma ve menfaat dünyasıdır" telkinidir. "Doğal seleksiyon", "yaşam mücadelesi", "güçlülerin hayatta kalması", "rastlantısal mutasyonlar" gibi biyolojik Darwinist kavramların verdiği toplumsal mesaj, işte bu telkindir. Dikkat edilirse, günümüz toplumlarında söz konusu telkin aynen benimsenmiş, birçok insan bu telkine göre yaşar hale gelmiştir. Baktığımızda, insanların bazılarının sadece dünyadaki yaşamlarını sürdürmek, iyi bir meslek, mal-mülk ve para kazanmak, eğlenmek ve böylece "yaşam mücadelesinde galip gelmek" için yaşadıklarını görürüz. Özellikle de gençlerin arasında lüks ev ve arabalara sahip olmak, sınırsız harcamalar yapmak en büyük idealler halini almıştır. Bu anlayış içindeki insanlar niçin var olduklarını sorgulamaz, Allah'ın varlığını hiç düşünmezler. Sanki hiç yaratılmamışlar gibi, sanki kendilerini yaratmış olan Allah'a karşı hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi yaşarlar. Bu insanların pek çoğunun evrim teorisinden, Darwin'in fikirlerin haberi bile yoktur. Ama hayata Darwinist bir mantıkla bakmaktadırlar.
İşte bunun nedeni, yukarıda belirttiğimiz gizli Darwinizm telkinidir. Darwinizm, adı öyle ifade edilmese de, toplumun geneline hakim olan bir ahlak anlayışı durumuna gelmiştir.
Bu ahlak anlayışını ayakta tutanlar ise, sözünü ettiğimiz Darwinist misyonerlerdir. Bu kitle toplum içinde oranı az da olsa, o topluma fikri açıdan yön veren kitledir. Bu kesim üniversitelerde, medyada, pek çok bilimsel kurumda ve insanların düşünüşleri üzerinde etkin olan her türlü sosyal sektörde güçlü ve hakim durumdadır. Topluma yön veren, eğitim politikasını belirleyen, medya yoluyla halkın bilincini şekillendiren kesim, büyük ölçüde söz konusu ateist evrimcilerden oluşmaktadır.
Toplumun önemli bir bölümü "ben nasıl var oldum" sorusu üzerinde hiç düşünmeden bomboş bir zihinle yaşıyor olabilir. Ama seyrettikleri filmleri çeviren, okudukları gazeteleri ve dergileri hazırlayan, tiyatrolara, sanat merkezlerine, yayınevlerine, müzik dünyasına hakim olan ve kendilerini "aydınlar" olarak nitelendiren insanların pek çoğu, Darwinizm'e bir din olarak iman etmiş kimselerdir. Bu nedenle bir genç üniversiteye gittiğinde Darwinist hocaların telkini altında kalmakta, kitap fuarını gezdiğinde Darwinist ve ateist kitaplarla karşılaşmakta, bir sanat galerisine, tiyatro oyununa gittiğinde, yine aynı mesajlar beynine kazınmaktadır. Böylece toplumun eğitimli kesimini etkisi altına alan ve nesilden nesile aktarılan dinsiz bir ahlak anlayışı oluşturulmaktadır. Darwinizm de bu ahlak anlayışının en büyük dayanağıdır.
sahtecizim
Evrimci slogan ve telkinlere her yerde rastlamak mümkündür. 1 nolu resim bir filmin karesidir. 2,3,4 nolu resimler ise, bir video klipten alınmıştır. 5 nolu resim, evrim propagandası yapan bir karikatür, 6 nolu resim ise bir banka reklamıdır.
sahtecizim
Evrimciler telkinlerinde özellikle insanın, maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiği temasını kullanırlar. Bu, yüksek manevi değerlere sahip insanı, hayvanlarla eşdeğer bir varlık olarak gösterme çabalarından kaynaklanmaktadır. Bu sayfadaki resimler ve filmlerden alınan kareler de evrimcilerin bu çabalarının bir ürünüdür.
Bu ahlak anlayışının etkisi altına girmiş olanlar, Darwinizm'i bilimsel bir gerçek sanmakta, ona körü körüne inanmakta, gerçek dini ise "halk kesimlerinin sahip olduğu geleneksel bir inanç" olarak görmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Nitekim Kuran'da inkarcılara "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, onların"eskilerin masalları" diye cevap verdikleri bildirilmektedir. (Nahl Suresi, 24)
Oysa gerçek din yani İslam, gelenekle hiçbir ilgisi olmayan, apaçık ve mutlak bir gerçektir. İnsanın, Yaratıcımız olan Allah'a dönüp-yönelmesidir. Ama Darwinizm'le aldatılan kişiler bu gerçeği kavrayamayacak kadar şuursuzlaşmıştır. Bu batıl dinin ortadan kaldırılması, toplumun üzerindeki gaflet perdesinin aralanması için, Darwinizm'in ve materyalist felsefenin ilmi yöntemlerle yıkılması zorunludur.

Darwinizm Dininin Tabuları Vardır ve Evrimciler
Bunların Sorgulanmasına İzin Vermezler

Darwinizm, dini hiçbir bilimsel dayanağı olmamasına ve sadece bir demagoji ürünü olmasına rağmen insanlar arasında çok güçlü bir yere sahiptir. Bunun nedeni de insanların Darwinizm'i sorgulamamaları, daha doğrusu sorgulayamamalarıdır. Çünkü Darwinizm dininde sorgulamak, soru sormak yasaklanmıştır. Bu batıl din, kayıtsız şartsız iman etmeyi gerektirir.
Darwinist olabilmek için canlıların cansız maddelerden oluştuğuna, sürüngenlerin tesadüfler sonucu uçmaya başladıklarına, yine başıboş tesadüflerin sonucunda hücre gibi, göz gibi, kulak gibi son derece kompleks organların var olduklarına, hatta balina gibi deniz hayvanlarının ayı gibi memelilerin yiyecek aramak için denize girmeleri sonucunda oluştuklarına, kuşların da sineklerin peşinde koşan dinozorların kanatlanması sonucunda var olduklarına inanmak gerekir. Tüm bu önkoşulların ne kadar akıl dışı ve mantıksız oldukları ise apaçık bir şekilde ortadadır.
Belki bu satırları okuduğunuzda "saygın" bilim adamları bunlara inandıklarına göre ellerinde mutlaka bir delilleri vardır diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama hayır, ortada en ufak bir delil dahi yoktur, sadece tahminler, varsayımlar, ihtimaller ve esinlenmeler vardır. Bu konuda karar bir kere verilmiştir. Artık buna iman etmek gerekmektedir. (Yukarıda saydığımız tüm maddelerin gerçekleşmesinin neden mümkün olmadığı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için Bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya ve Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık.)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Darwinizm dininde herhangi bir öğretiye iman etmek için de bu varsayımın nasıl gerçekleştiği, olabilirliği ya da yalanlanabilirliği hakkında bir bilgi sahibi olmaya da gerek yoktur. Çünkü bu dinin taraftarları bir konuya iman etmek için herhangi bir delil talebinde bulunmazlar. Tek bir dergide okuyacakları bir makale, herhangi bir kitap, izleyecekleri kısa bir belgesel onların bu dine iman etmeleri için yeterlidir. Zaten sözde ara form olarak ortaya konan fosiller, gerçek gibi gösterilmeye çalışılan sahte çizimler, illüstrasyonlar, bilimsel gelişmeler sonucunda geçersizliği ortaya çıkan Miller deneyi gibi deneyler hakkında araştırma yapılamaz, soru sorulamaz. Zaten bu tip bir girişim içinde olanlar Darwinist misyonerler tarafından bilimsel çevrelerden hemen dışlanır, adeta "afaroz" edilirler. Çünkü bu konular üzerinde biraz olsun düşünmeleri ya da okuyup araştırmaları bazı gerçekleri görmeleriyle sonuçlanacaktır.
Bilimsel konularda çok az bir bilgisi olan bir kişi dahi karaya çıkan bir balığın bu yeni ortama uyum sağlamak için vakti olmayacağını, kısa süre içinde öleceğini bilir. Ya da hücrenin kompleks yapısı hakkında biraz bilgi sahibi olan bir kişi bu mucizevi organizmanın tesadüfler sonucu oluşamayacağını anlayabilir. Veya bir sürüngenin tesadüfi süreçlerle kanat sahibi olup uçamayacağını da takdir edebilir. Sağduyu ile anlaşılan bu gerçekler, her türlü deney ve gözlemle de doğrulanacaktır. Ama Darwinist öğretinin bir sonucu olarak insanlar bu konuları düşünmek istemezler, düşünmekten korkarlar.
Oysa insan ancak düşündükçe, araştırdıkça, inceledikçe gerçekleri görecek, önkabullerden kurtulacak ve tabulara karşı durabilecektir. Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'in kainatı yoktan var ettiğini anlamak için de, insanların göklerin ve yerin yaratılışı konusunda derin biçimde düşünmeleri gerekmektedir. Önyargılardan sıyrılarak düşünmenin sonucunda insanın ulaşabileceği tek sonuç, Allah'ın üstün yaratışı olacaktır. Allah Kuran'da düşünmenin önemini şu şekilde bildirmektedir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır." (Bakara Suresi, 164)
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Darwinist önderler de insanların özgürce düşünmesinin evrim teorisinin sonu olacağının farkındadırlar ve işte bu nedenlerden ötürü de düşünmeyi yasaklamışlardır. Bunun için izledikleri yöntemlerden en önemlisi, bu dinin sözde bilimsel yönünü son derece karmaşık, zor, anlaşılmaz bir şekilde insanlara sunmaktır. Anlaşılmaz terimler, Latince kelimeler, bilimsel benzetmeler kullanır ve bunların "sıradan" insanlar tarafından asla anlaşılamayacağının altını ısrarla çizerler. İnsanlar bu tablodan çok fazla etkilenir ve daha en baştan "bunlar kesinlikle benim anlayabileceğim şeyler değil" şeklinde bir karar verirler. Bu anlayışa göre Darwinizm dininin sözde dayanakları ancak "koskoca" bilim adamlarının bilebileceği ve anlayabileceği şeylerdir. Küçük düşmemek için onların söylediklerini kabul etmeyi de en mantıklı şey olarak görürler. Böylece dinin önde gelenleri ile taraftarları arasında güçlü bir set çekilir ve herkes kendi yerini bilir.
Fakat Darwinistler aldıkları her türlü tedbire, yasaklara ve engellemelere rağmen, taraftarlarının şüphe duymalarını engelleyemezler. Çünkü bu kişilerin çevresinde evrim dininden şüphe duymalarına neden olacak binlerce yaratılış delili vardır. Yeryüzündeki kusursuz düzen, canlılardaki birbirinden ilginç özellikler, atomdan galaksilere kadar tüm yaratılış delillerindeki göz kamaştırıcı plan, tüm canlı organizmalardaki kompleks yapılar, doğadaki güzellikler, bir gülün kokusu ya da bir meyvenin tadı üzerinde düşünmek insanların Darwinist teorilerden yana kuşkuya düşmeleri için yeterlidir.
Aynı zamanda bilimsel gelişmeler de evrim teorisinin iddialarını birer birer geçersiz kılmakta, pek çok bilim adamı bu gerçeği türlü şekillerde dile getirmektedir. Darwinistler taraftarlarının bu gerçekleri düşünmelerini engellemek için ellerinden gelen herşeyi yapsalar dahi, bu gerçeklerin üstünü balçıkla sıvayamazlar. Çünkü ne kadar duymak istemeseler de etraflarında sürekli olarak Darwinizm'in geçersizliğini anlatan konuşmalar, yazılar ve kitaplar dolaşmaktadır ve bunlara engel olmaları imkansızdır.
İşte bu noktada Darwinist misyonerlerin acil önlem olarak başvurdukları çok önem bir yöntem vardır: Sahtekarlık…

Evrimciler, Şüpheleri Gidermek İçin Sahtekarlık Yapmayı Mübah Görürler

Evrimciler teorilerini ayakta tutabilmek ve teorinin temel iddialarını destekleyebilmek için tarih boyunca pek çok sahtekarlık yapmışlardır. Darwinistler şüphelerin ancak bu şekilde giderileceğini düşünürler, çünkü bir yerden sonra boş sözlerin, demagojilerin değerini kaybettiğinin onlar da farkındadırlar. İnsanlar evrim teorisini savunanlardan bir delil, belge beklemektedirler. Onların bu beklentilerine Darwinistlerin verebilecekleri tek cevap ise işte bu sahte delillerdir. Çünkü hayali bir süreç olan evrimi savunmanın başka herhangi bir yolu yoktur. Bilimsel bulgular evrimi çürüttüğüne göre geriye tek yol olarak sahtekarlıklara başvurmak kalır. Ya bulgular gizlenir veya imha edilir ya da bunlar çarpıtılarak sanki evrim teorisini destekliyorlarmış gibi gösterilir. İşte tamamen dayanaksız olan evrim teorisini ayakta tutabilmek için yapılabilecek yegane çaba, ancak bunlar olacaktır...
sahtecizim
Sahte çizimler ve temelsiz canlandırmalar evrim propagandasında önemli bir yere sahiptir.
Bunlardan biri öne sürdükleri sözde "maymun-insan" imajını destekleyebilmek için başvurdukları hayali çizimlerdir. Bu amaçla ellerine fırçaları alıp hayali yaratıklar çizer, bilgisayarlarda yeni maymun-insan tasarımları yaparlar. Fakat bunu yaparken ilham aldıkları tek kaynak hayalgüçleridir, çünkü ellerinde herhangi bir bilimsel kaynakları yoktur. Bu nedenle de teorilerini destekleyecek delilleri kurgulamaya başlarlar. Allah'ın yaratışındaki kusursuz güzellikleri ortaya koyan gerçek iman hakikatlerine karşı, Darwinistler de kendi dinlerinin sahte iman hakikatlerini oluştururlar.
evrim_misyonerleri
Piltdown Adamı kafatası en büyük evrim sahtekarlıklarından biridir.
Bunun da ötesinde, Darwinistler geçmişte çok daha somut ve bilim tarihine birer skandal olarak geçen sahtekarlıklar da yapmışlardır.
Örneğin 1912 yılında ortaya atılan ve 1953 yılına kadar tüm dünyayı aldatan Piltdown Adamı kafatası, bir evrimci tarafından insan kafatasına orangutan çenesi monte etmek suretiyle üretilmiş sahte bir bir fosildir. Sahte kafatasının dişleri, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmiştir. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyumdikromat ile lekelendirilmiştir. Bu fosili dünyanın en ünlü müzesi ünvanını taşıyan British Museum'da 40 yıl boyunca sergileyen evrimciler, bu 40 yıl boyunca tüm bilim dünyasını aldatmışlardır. (Ayrıntılı bilgi için Bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya)
evrim_misyonerleri
Ernst Haeckel ve çizim sahtekarlığı yaptığı embriyo resimleri
Bir başka ilginç sahtekarlık, Darwin'in çağdaşı ve arkadaşı Alman biyolog Ernst Haeckel'in imzasını taşımaktadır. Haeckel, ortaya attığı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisini desteklemek için, balık ve insan embriyolarını birbirine benzer gösteren sahte çizimler yapmıştır. Embriyoların resimlerine bazı eklemeler yapmış, bazı kısımları ise çıkarmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildir:
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekillerbulunuyor.54  
Bu sahtekarlıklar ilk anda akla gelen ve basına yansıyanlardan sadece birkaç tanesidir. Fakat evrim tarihi incelendiğinde daha pek çok sahtekarlıkla karşılaşılacaktır: sahte çizimler, hayali rekonstrüksiyonlar, fosillerde yapılan tahrifatlar… Bu sahtekarlıkların amacı ise bilimsel gerçeklerden kendine destek bulamayan bu teoriye bir şekilde destek olabilmek, onu olabildiği kadar yaşatabilmektir. Bu sahtekarlıklar evrimin bağnaz bir din, evrim savunucularının da batıl dinlerini savunmak için herşeyi göze alan fanatik bağlılar olduklarının çok önemli bir delilini oluşturmaktadır.

Sonuç

"Onların içinde bulundukları dinmahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler de geçersizdir."(Araf Suresi, 139)
Darwinizm dini hakkında bu kadar ayrıntılı bilgi sahibi olduktan sonra her insanın kendisine sorması gereken bir soru karşımıza çıkmaktadır: Bu dinin amacı nedir? Kurucusuyla, sözde kutsal kitabıyla, misyonerleriyle dünya genelinde güçlü bir yapı kuran Darwinizm dini neyi hedeflemektedir?
Bu dinin tek bir amacı vardır. Allah'ın vahyine dayalı hak dinleri, başta da sonradan tahrif olmamış tek din olan İslam'ın yerini almak ve onları ortadan kaldırmak. Yani Darwinizm dini hak dinlere karşı oluşturulan bir karşı-dindir, yani sözde bir alternatif olarak ortaya atılmıştır. Nitekim şimdiye kadar tüm pagan dinler de gerçekte bu amaca hizmet etmiştir. Kuran'da putperest Sebe halkı hakkında şu bilgi verilmektedir:
Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar). (Neml Suresi, 24-25)
Ayette Sebe halkının batıl dinleri gereği Güneş'e secde ettikleri bildirilirken, çok önemli birkaç konuya daha dikkat çekilmektedir. Bunlardan en önemlisi bu Pagan dini kuranın, insanlara süslü gösterenin, doğru yoldan alıkoyanın şeytan olduğudur. Yani Allah'ın vahyine karşı duran bu putperest dinler de şeytanın vahyine dayalıdır. Şeytan ise bunu insanlar "Allah'a secde etmesinler diye" yapmaktadır. Yoksa şeytan da Güneş'in kendisine tapınılacak bir ilah olmadığını bilmektedir. Tüm kainatı olduğu gibi Güneş'i de yaratan Allah'tır.
Darwinizm dini de, ona bağlananlar "evrim süreci"ne hizmet etsinler, evrimciler arasında bir dayanışma oluşturup birlikte bilimsel araştırmalar yapsınlar diye var değildir. Nitekim ortada "evrim süreci" de yoktur. Amaç, bu sahte dini kullanarak insanları Allah'a inanmaktan alıkoymaktır. Nitekim Darwinizm'in önde gelen kurucularından Julian Huxley de kendince "… Evrim bir zamanlar Tanrı'nın üstlendiği fonksiyonu yerine getirebilir, yani insanoğlunun inanç ve umutlarını koordine eden güçlü bir prensip olabilir"55 (Allah'ı tenzih ederiz.) derken bu amacı dile getirmektedir.
Dolayısıyla evrim dininin en önemli hedefi, insana tesadüfler sonucu varolduğunu ve dolayısıyla hiçbir ilahi kurala karşı sorumluluk duymaması gerektiği aldatmacasını aşılamaktır. Evrimciler kendi ifadelerinde de bunu sık sık vurgulamakta ve insanın kendi "ustası ve amiri" olduğunun ve "sadece kendine karşı sorumlu olduğunun" altını çizmektedirler.
Bu vurgu ise insanlara İslam'da ve Allah'ın vahyine dayalı diğer hak dinlerde bildirilen gerçeklerin tam tersidir. Allah insanları bir damla sudan yaratmış ve ona "sorumsuz" bırakılmadığını bildirmiştir:
"İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?" (Kıyamet Suresi, 36-40)
Allah insana bir düzen içinde biçim vermiş ve dünya hayatını onun için bir deneme süresi kılmıştır. İnsan bu süre içinde yaptığı her hareketten, söylediği her sözden, yazdığı her kelimeden ve aklından geçen her türlü düşünceden sorulacaktır. Çünkü insan Rabbimiz'e karşı sorumludur.
İşte bu nedenle bugüne kadar evrim dininin etkisi altında kalmış, hatta o dinin şiddetli bir taraftarı olan kişilerin de bu etkiden bir an önce sıyrılmaları, bu şerefli sorumluluklarının farkına varmaları ve Rabbimiz olan Allah'a boyun eğip, teslim olmaları gerekmektedir. Yoksa ..."Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler…" (Araf Suresi, 146) ayetinde bildirildiği gibi birer "tutucu", "sabit fikirli" insanlar olmaktan kurtulamayacaklardır. Ve batıl bir dinin mensubu olarak batıl bir hayat içinde yaşarken, hiç ummadıkları bir anda hesap günüyle karşılaşacak ve Rabbimiz'in önünde hesap veremeyerek ebedi azaba müstahak olacaklardır.
Martılar