Hayvanlardaki
Mucizevi Güzellikler 1/4
Doğduklarında kedi yavruları kör ve son derece savunmasızlardır. Yaklaşık 100 gr ağırlığındaki bu minik yavrulara bakabilmek için anne kedi çok az uyur. Sürekli, yavrularının sıcak kalmaları ve acıktıklarında her an süt emebilmeleri için karnına yakın bölgelerde durmalarını sağlamaya çalışır. İlk hafta gözleri kapalı olmasına rağmen yavrular süt içecekleri yeri bulmakta hiç zorluk çekmezler. Dokuz gün sonra yavruların gözleri açılır. Annenin sütü yavruların büyümesi için tam gereken özelliklerdedir. Her türlü besin açısından zengindir, ayrıca yavruyu hastalıklardan koruyan özel bazı kimyasallar da bu sütte bulunur.
Yavru kediler yaklaşık sekiz hafta sonra kendilerine bakacak duruma gelirler. Ancak bu süre geçene kadar anneleri büyük bir ihtimamla yavrularıyla ilgilenir. Onları daha güvenli gördüğü yerlere özenle taşır.
Aklı ve bilinci olmayan bu canlıların yavrularına olan düşkünlükleri akıl ve vicdan sahibi her insanı düşünmeye yöneltecektir. Bu davranışlar ancak tüm canlıların hakimi olan Allah'ın ilham etmesi ile oluşabilir:
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)
Doğadaki Fedakarlık Örnekleri Darwinizm’i Yalanlar
Evrim teorisi "doğanın kıyasıya bir rekabet sahnesi olduğu" iddiasında bulunur ve bunu insanlara telkin etmeye çalışır. Aslında doğanın sadece bir mücadele sahnesi olduğu yanılgısı, evrim teorisinin ilk ortaya atıldığı döneme ait bir yanılgıdır. Teorinin kurucusu Darwin'in öne sürdüğü doğal seleksiyon mekanizması, bulundukları coğrafi konumun doğal şartlarına uygun yapıda ve güçlü olan canlıların hayatlarını ve nesillerini sürdürebildiklerini, uygun yapıda olmayan ve daha güçsüz olanların ise yok olduklarını öngörür. Darwinizm'in benimsediği doğal seleksiyon mekanizmasına göre doğa, canlıların birbirleriyle "yaşam" için kıyasıya mücadele ettikleri, zayıfların güçlüler tarafından yok edildiği bir yerdir.
Dolayısıyla bu iddiaya göre her canlı yaşamını sürdürebilmek için güçlü olmak, diğerlerine her konuda üstün gelmek ve kıyasıya savaşmak zorundadır. Böyle bir ortamda ise fedakarlık, özveri, işbirliği gibi kavramlara yer yoktur; zira bunların her biri canlının aleyhine dönebilir. Bu yüzden her canlı olabildiğince bencil olmalı ve sadece kendi yiyeceğini, kendi yuvasını, kendi korunmasını, kendi güvenliğini düşünmelidir.
Peki gerçekten de doğa her canlının sadece birbiriyle kıyasıya mücadele ettiği, herkesin birbirini yok etmek, saf dışı bırakmak için çaba harcadığı, son derece bencil ve vahşi bireylerden oluşan bir ortam mıdır?
Hayır. Bu konuda şimdiye kadar yapılan gözlemler, evrimcileri yalanlamıştır. Doğa, evrimcilerin iddia ettiği gibi sadece savaşın hakim olduğu bir yer değildir. Aksine doğa, çoğu kez ölümü göze alan fedakarlıkların, kendi zararına olduğu halde sürü için gösterilen özverilerin, bunun karşılığında hiçbir kazanç sağlamayan canlıların ve akılcı işbirliklerinin sayısız örnekleri ile doludur. Kendisi de bir evrimci olmasına rağmen Prof. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık isimli kitabında, Darwin ve onun dönemindeki diğer evrimcilerin neden doğanın sadece bir savaş yeri olduğunu zannettiklerini şöyle açıklamıştır:
19. yüzyılda bilim adamları çoğunluk çalışma odalarında ya da laboratuvarda kapalı kaldıkları, doğayı doğrudan tanıma yoluna gitmedikleri için canlıların salt savaşım içinde olduğu tezine kolayca kapılmıştır. Huxley çapında seçkin bir bilim adamı bile kendini bu yanılgıdan kurtaramamıştı. (Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, s. 49)
Evrimci Peter Kropotkin ise hayvanların aralarındaki dayanışmayı konu edindiği Mutual Aid: A Factor in Evolution isimli kitabında Darwin ve taraftarlarının içine düştükleri yanılgıyı şöyle dile getirmektedir:
Darwin ve onu izleyenler, doğayı canlıların sürekli olarak birbirleriyle savaştıkları bir yer olarak tanımladılar. Huxley'e göre hayvanlar alemi gladyatörlerin şovuna benziyordu. Hayvanlar birbirleriyle savaşmakta, en hızlı ve en kurnaz olanı ertesi gün savaşabilmek için hayatta kalmaktaydı. Ancak ilk bakışta, Huxley'in doğaya bakış açısının bilimsel olmadığı anlaşılmaktadır… (Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of Evolution, 1902, I. Bölüm, (http://www.etext.org/Politics/Spunk/library/writers/kropotki/sp001503/index.html)
Doğada gerçekten de bir mücadele, çatışma vardır. Ama bunun yanında "özveri" de vardır. Ve bu özveri, Darwinist teorinin temeli olan "doğal seleksiyon" kavramının asılsız olduğunu göstermektedir. Doğal seleksiyon canlılara yeni hiçbir özellik ekleyemez, var olan özellikleri değiştirip yeni bir tür oluşturamaz. Bu gerçekler evrimcileri çaresiz hale getirmektedir. Nitekim bu konuda evrimcilerin acizlikleri Bilim Teknik dergisinde şöyle ifade edilmiştir:
Sorun, canlıların niye birbirlerine yardım ettikleridir. Darwin'in teorisine göre; her canlı kendi varlığını sürdürmek ve üreyebilmek için bir savaş vermektedir. Başkalarına yardım etmek, o canlının sağ kalma olasılığını azaltacağına göre, uzun vadede evrimde bu davranışın elenmesi gerekirdi. Oysa canlıların özverili olabilecekleri gözlenmiştir. (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı 190, s.4)
Doğadaki bu gerçekler karşısında, evrimcilerin "doğa bir savaşım alanıdır, bencil olan, kendi çıkarlarını koruyan üstün gelir" iddiası tamamen geçersiz kalmaktadır. Ünlü bir evrimci olan John Maynard Smith canlıların bu özellikleri üzerine evrimcilere şöyle bir soru yöneltmektedir:
Eğer doğal seleksiyon, bireyin yaşama şansını ve çoğalmasını garanti eden özelliklerinin seçilimi ise, kendini feda eden davranışları nasıl açıklayacağız? (John Maynard Smith, The Evolution of Behavior, Scientific American, Aralık 1978, cilt 239, no.3, s. 176)
Elbette kendisi de evrimci bir bilim adamı olan John Maynard Smith'in bu sorusuna evrim teorisi adına verilecek bir cevap yoktur. (Canlılardaki olağanüstü fedakarlık, özveri ve yardımlaşmanın doğadaki örnekleri hakkında bilgi edinmek isteyenler için bkz. Harun Yahya, Canlılardaki Fedakarlık ve Akılcı Davranışlar, Vural Yayıncılık)
İçgüdüler Evrimle Açıklanamaz
Evrimcilerin başvurmak istedikleri bir başka aldatmaca da, insan davranışları ve hayvan davranışları arasında bir benzerlik kurularak, insan ve hayvanın ortak bir atadan geldiği ve bu davranışların da ortak bir atadan kuşaktan kuşağa aktarıldığı için bir benzerlik taşıdığı iddiasıdır. Kimi evrimciler saldırganlığı da ortak kökenli bir dürtü yani içgüdü olarak tanımlarlar ancak insanların bunu gündelik yaşamda dışa vurma fırsatı bulamadıklarını öne sürerler.
Oysa bu iddia, evrimcilerin hayal güçlerine dayanan ve hiçbir temele dayanmadan kitle telkini yapmak için başvurdukları bir aldatmacadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki insanlarda ve hayvanlarda var olduğu iddia edilen "dürtü" ya da "içgüdü" konusu evrim teorisi açısından başlı başına bir çıkmaz oluşturmakta ve teorinin geçersizliğini tek başına ortaya koymaktadır.
"İçgüdü" kelimesi, evrimci bilim adamları tarafından, hayvanların doğuştan sahip oldukları bazı davranışları tanımlamak için kullanılır. Ancak hayvanların bu içgüdüleri nasıl edindikleri, içgüdü ile yapılan bir davranışın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı ve bu davranışların nesilden nesile nasıl aktarıldığı sorusu her zaman cevapsızdır.
Evrimci genetikçi Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery isimli kitabında içgüdülerle ilgili bu çıkmazı şöyle itiraf etmektedir:
İçgüdüsel bir davranış ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerleşiyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız. (Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row Publishers 1983, s. 222)
Gordon Taylor gibi itirafta bulunamayan bazı evrimciler ise bu soruları üstü kapalı, gerçekte bir anlam ifade etmeyen cevaplarla geçiştirmeye çalışırlar. Aslında evrim teorisinin sahibi Charles Darwin de hayvanların davranışlarının ve içgüdülerinin, teorisi için büyük bir tehlike oluşturduğunu fark etmiş ve bunu Türlerin Kökeni isimli kitabında açıkça, hatta birkaç kez itiraf etmişti. Bu itiraflardan biri şöyledir:
İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir. (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s. 273)
Darwinistlerin düştüğü bir başka yanılgı da var olduğunu iddia ettikleri "dürtü" yani "içgüdülerin" kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze taşındığı yanılgısıdır. Bu Lamarkist bir mantıktır ve bilimsel açıdan bir hurafe olduğu bundan 1 asır önce ispatlanmıştır. Nitekim evrimci bilim adamlarının kendileri dahi içgüdü ve dürtülerin kuşaktan kuşağa evrim yoluyla aktarılmasının imkansız olduğunu itiraf etmektedirler. Evrimci Gordon R. Taylor, davranışların kalıtımsal olarak sonraki nesillere aktarılabildiği iddiasını, "acınacak" bir iddia olarak değerlendirmektedir:
Biyologlar belirli bazı davranış şekillerinin kalıtımının mümkün olduğunu ve aslında bunun gerçekten görüldüğünü kabul ederler. Dobzhansky şunu iddia etmektedir: "Tüm beden yapıları ve fonksiyonlar, hiçbir istisna olmaksızın, çevresel zincirler sırasında oluşan kalıtımın ürünleridir. Bu durum, hiçbir istisna olmaksızın tüm davranış şekilleri için de geçerlidir". Bu doğru değildir ve Dobzhansky gibi saygın birinin bunu dogmatik olarak savunması acınacak bir durumdur. (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 310)
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Canlılardaki olağanüstü davranışların sırrını Allah Kuran'da Nahl Suresi'nde bal arılarını örnek vererek bildirmektedir. Bal arıları Allah'ın ilhamıyla hareket etmektedirler. Bu, sadece bal arısı için değil, tüm canlılar için geçerlidir. Canlıların fedakar davranışlarını onlara ilham eden, olağanüstü yetenekler veren Yüce Allah'tır.
Aslan doğadaki en güçlü canlılardan biridir. Düşmanlarına karşı son derece yırtıcı olabilen aslanlar yavrularına gelince çok hassas davranmaktadırlar. Aslan yavruları doğduklarında çok küçüktür. Üç aylıkken et yemeye başlamalarına rağmen anne ve gruptaki diğer aslanlar altı aylık olana kadar yavruları emzirmeye devam ederler.
Aslan ve leoparlar gibi kedigiller yavrularını boyunlarının arkasından ısırarak taşırlar ve yavrular da taşınırlarken tamamen hareketsiz kalırlar. Yavruların hareketsizliği annelerinin onları güvenli bir şekilde taşımalarına yardımcı olur.
Aslanların yavrularına gösterdikleri şefkat ve ihtimam evrimcilerin iddialarını geçersiz kılan delillerden yalnızca biridir. Evrimciler doğadaki canlılar arasında sadece güçlülerin üstün geldiğini, zayıfların elenerek yok olduğunu iddia ederler. Doğada bencilliğin ve kıyasıya bir yaşam mücadelesinin hakim olduğunu öne sürerler. Elbette ki doğadaki canlılar beslenebilmek veya güvenliklerini sağlamak için avlanırlar, kendilerini korumak için kimi zaman saldırganlaşabilirler. Ancak bunların yanısıra doğadaki canlıların büyük bir çoğunluğu yavruları veya aileleri için, hatta sürülerindeki diğer canlılar için dikkat çekici fedakarlıklarda bulunurlar. Kendi canlarını tehlikeye atarlar.
Bu canlılara, yavrularına karşı şefkatli ve merhametli olmayı, sürülerindeki diğer canlıları da koruyup kollamayı, tümüne ihtimam göstermeyi öğreten, herşeyin yaratıcısı olan Yüce Allah'tır.
Allah canlılarda yarattığı bu gibi özelliklerle bize sonsuz gücünü ve tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini tanıtır.
Anne hayvanlar yavrularına karşı bir tehdit olduğunda her zamankinden farklı davranışlar sergilerler. Örneğin geyikler genellikle ürkek ve heyecanlı canlılardır fakat yavrularını tehdit eden tilki veya kurtlara karşı sivri, kesici tırnaklarını kullanmakta tereddüt etmezler. Eğer yavrularına saldırmak üzere olan düşmanları ile baş edemeyeceklerini anlarlarsa, kendilerini hiç çekinmeden düşmanlarının önüne atarlar. Böylelikle düşmanı yavrularından uzaklaştırırlar. (Russell Freedman, How Animals Defend Their Young, s.57)
Bu canlılar neden kendi canlarını tehlikeye atarak yavrularını korumaktadırlar? Daha önceki sayfalarda da vurgulandığı gibi evrim teorisi taraftarları doğanın bir savaş yeri olduğunu söylerler. Onlara göre canlılar birbirleri ile sürekli bir mücadele halindedir, bunun sonucunda güçlüler üstün gelir, zayıf olanlarsa yok olur. Bu iddia son derece yanlıştır. Geyiklerde olduğu gibi tüm canlıların yavrularını ölümü dahi göze alarak korumaları evrimcilerin iddialarının ne kadar mantıksız olduğunu bize açıkça gösterir.
Geyikleri, antilopları, filleri, kuşları kısacası bütün herşeyi yaratan, üstün güç sahibi olan Allah'tır. Allah gökteki ve yerdeki herşeyin sahibidir.
Doğumdan sonraki birkaç gün içerisinde anne zürafa, zamanını yavrusunu yalayarak ve koklayarak geçirir, bu şekilde hem yavru temizlenmiş olur hem de annesinin kokusunu öğrenir. Bu koku, anne ve yavrunun kalabalık bir sürünün içinde birbirlerini bulmaları gerektiğinde işe yarayacaktır. Herhangi bir sıkıntılı durum içerisinde bulunan yavru, annesinin dikkatini çekmek için çeşitli sesler çıkarır. Annesi de onu sesinden hemen tanır ve yardımına koşar.
Zürafalar yavrularını hiç yanlarından ayırmazlar. Saldırıya uğradıklarında yavrularını vücutlarının altına iterler ve ön ayakları ile düşmanlarına sertçe vurarak saldırırlar.
Küçük gruplar halinde yaşayan zürafalar bütün yavrulara birlikte bakarlar. Yetişkin zürafalar dönüşümlü olarak yavruların başında nöbet tutarlar. Bu güvenlik sistemi sayesinde diğer anneler rahatlıkla bebek zürafaları bırakıp kilometrelerce uzağa yiyecek aramaya gidebilirler.
Doğadaki tüm güzellikler ve canlılar, bize Allah'ın yüceliğini gösterir. Bizler de Allah'ın varlığını her zaman hatırlamalı, verdiği tüm nimetler için O'na şükretmeliyiz.
Allah herşey için Kendisi'ne şükretmemiz gerektiğini, kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirir:
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Ördeklerin iyi yüzmelerinin nedenlerinden biri ayak parmaklarının arasındaki ağlardır. Bir ayaklarını geriye ittiklerinde bu ağlar onlara daha fazla itme kuvveti verebilmek için genişler. Bu önemli özellik ördek yavrularında doğdukları ilk andan itibaren vardır. Ördek yavrularını yaşamaları için gerekli olan bütün özelliklerle birlikte yaratan herşeyi bilen Allah'tır.
Dişi ördeklerin tüylerinin renkleri erkeklere oranla daha soluktur. Bu renk farkı yuvasında kuluçkaya yatarak beklemesi gereken dişiler için önemli bir korumadır. Soluk renkleri sayesinde dişiler yuvalarında daha güvenlikte olurlar. Ortama uygun soluk renkleri bulundukları ortamda kamufle olmalarını sağlar ve düşmanları onları kolayca fark edemez.
Öte yandan erkek ördekler de yuva yapan dişilerini korumak için parlak renkli tüylerini kullanarak düşmanların dikkatini üzerlerine çekerler.
Bir düşman yuvanın yakınına geldiğinde erkek hemen havalanarak, çok fazla gürültü yapar ve düşmanı yuvadan uzaklaştırabilmek için elinden gelen tüm çabayı sarf eder. Yavruları için böylesine önemli, hatta kimi zaman sonu ölümle biten bir fedakarlık yapan ördekler Allah'ın yaratma sanatının örneklerinden yalnızca biridir.
Fillerin en önemli özelliklerinden biri, birbirlerine olan bağlılıklarıdır. Fedakarlık ve yardımlaşma yalnızca aile bireyleri arasında değil, bütün sürü içinde görülür. Örneğin avcılar sürüye ateş ettiklerinde filler kaçıp uzaklaşmak yerine tehlike altındaki fillere doğru koşarlar. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan bu topluluğun temelini ise yavru fil grubu oluşturur. (Janine M. Benyus, The Secret Language and Remarkable Behaviour Animals, s.136)
Sürüde yeni doğmuş bir fil bütün diğer filler tarafından büyük bir sevgi ve şefkatle karşılanır. Eğer yavrunun annesi ölürse, sütü olan bir başka dişi fil yavruyu emzirmeye devam edecektir. (David Attenborought, Trials of Life, s.50)
Anne ilk 6 ay boyunca her yerde yavrusunu takip eder. İkisi de sürekli olarak birbirleriyle bağlantılı olduklarını ifade eden sesler çıkarırlar. Bir yavru fil az da olsa sıkıntı ya da herhangi bir tehlikeli durum içerisinde olduğunu belirten bir ses çıkarırsa, grubun bütün üyeleri durumu incelemek için biraraya gelirler. Bu, düşmanlara karşı oldukça caydırıcı bir davranıştır. (Janine M. Benyus, The Secret Language and Remarkable Behaviour Animals, s.155)
Fillerin ve diğer canlıların doğum öncesinde aralarında nasıl anlaştıkları, bütün fillerin yavrular için nasıl olup da birlikte hareket ettikleri, onların ihtiyaçlarını nasıl tespit edebildikleri elbette ki sorulması gereken sorulardır.
Bu hayvanların hiçbirinde bunları kendi akıl ve iradeleriyle başaracak bir yetenek yoktur. Ayrıca dünyanın her yerindeki filler, bu şekilde birbirlerine yardımcı olurlar. Bu, hepsini tek bir Yaratıcının yarattığının bir göstergesidir. Bu sonsuz güç sahibi Yaratıcı Yüce Allah'tır. Canlılar arasındaki şaşırtıcı özveri örnekleri, Allah'ın yaratmasındaki mucizelerden biridir. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurur:
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır… (Nahl Suresi, 66)
Anne zebra yavrusunu korumak için ölümü bile göze alır. Bir saldırı olduğunda kendisini yavrusu ile saldırganlar arasında siper eder. Yavrudan çok daha hızlı koşabildiği halde, özellikle yavrusundan daha yavaş koşar. Böylece yırtıcı hayvanların onlara yetişmesi halinde yavru kurtulacak ve kendisi ölecektir... Bu çok tehlikeli olayın sonunda anne zebranın hayatını kaybettiği de olur. Kendi hayatını ortaya koyarak yavrusunu koruyan zebraların bu davranışlarını evrim teorisinin hayali iddialarıyla açıklamak mümkün değildir.
Doğadaki bütün canlılar bir çaba içerisindedirler. Yaşamak için avlanırlar, kendilerini korumaları gerektiğinde saldırganlaşabilirler. Evrimciler canlıların sadece bu gibi özelliklerini alır, fedakarlık, yavruları koruma gibi davranışları ise göz ardı ederler. Fedakarlığın yanı sıra işbirliği, dayanışma, birbirinin çıkarını kollama gibi özellikler de canlılar aleminde sıkça karşılaşılan davranışlardandır.
Doğanın yalnızca bir savaş yeri olduğunu iddia eden evrim teorisi canlılar aleminde görülen fedakarlık örneklerine hiçbir açıklama getiremez. Doğadaki yaşam evrim teorisinin temel iddiasını açıkça ve kesinlikle geçersiz kılmaktadır. Evrim teorisi, düşmanlarından kaçıp kurtulan bir zebranın, neden geri dönüp düşmanları tarafından kuşatılmış olan diğer zebraları, üstelik de hayatını tehlikeye atarak, kurtardığını kesinlikle açıklayamaz.
Canlılardaki fedakar ve işbirlikçi davranışlar evrim teorisinin geçersizliğini bir kez daha ve tüm açıklığıyla ortaya koyarken, önemli bir gerçeğin de delillerini oluşturmaktadır: Tüm evreni üstün bir Yaratıcı olan Allah yaratmıştır ve her canlı Yaratıcımız olan Allah'ın ilhamı ile hareket eder.
Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)
Canlılardaki fedakarlığın "milyonlarca yıllık bir evrim sürecinde gelişmiş" olması asla düşünülemez. Bir bilince ve şuura sahip olmayan hayvanların sergiledikleri akılcı davranışlar, ne onların geliştirdikleri bir stratejidir ne de tesadüfen ortaya çıkan bir çözümdür. Doğada "yaşam mücadelesi" verdiği ve doğal seleksiyonun ürünü olduğu iddia edilen bir hayvandan akılcı ve fedakarca davranışlar beklemek mümkün değildir. Canlının fedakarca davranması, Darwinizm'in en temel varsayımlarından biri olan "her canlı kendi yaşamı için bencil bir mücadele sürdürür" tezini çürütmektedir.
Bu canlıların tüm özelliklerinin tek açıklaması, yaratılıştır. Tüm hayvan türlerinde gözlemlediğimiz dayanışma ve akılcı strateji örnekleri, Allah'ın canlılar üzerindeki hakimiyetini açıkça gözler önüne sermektedir. Bu canlıların sahip oldukları yetenekler ve sergiledikleri akılcı davranışlar kendilerine öğretilmektedir. Tüm bunları söz konusu canlılara öğreten ve uygulatan, herşeyin Yaratıcısı olan, yarattıklarını koruyup kollayan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah'tır.
Hayvanlardaki Mucizevi Güzellikler 2/4
Ayı yavruları kışın ortasında, anneleri kış uykusundayken, kör ve tüysüz olarak doğarlar. Sincap büyüklüğündeki yavru ayı yalnızca süt emeceği yere tırmanacak kadar güçlüdür. Dişi kahverengi ayının sütü yağ ve kalori bakımından çok zengindir, bu yüzden yavru, kış boyunca hızla büyür. Anne ayı ilkbaharda uyandığında yavru onu yuvanın dışında izleyecek kadar güçlenmiştir.
Son derece hareketli olan ayı yavruları yuva dışında çok korumasızdırlar. Bir yıl boyunca onları bütün tehlikelerden koruyan annelerinin yanında kalarak kendilerine bakmayı öğrenirler. Bu süre içinde sürekli beslendikleri için hızla büyürler ve sürekli oyunlar oynarlar. Annelerinin üstüne tırmanmaya çalışır, diğer kardeşleriyle sürekli boğuşurlar. Ayı da diğer bütün ebeveyn hayvanlar gibi yavrusunun tehlikede olduğunu düşünürse düşmanlarına karşı çok yırtıcı olabilir. Anne ayı üç yıl boyunca yavrularıyla hiç bıkmadan ilgilenir, onların hayatını koruma altına alır. (http://www.nationalgeographic.com/kids/creature_feature/0010/brownbears2.html)
Fok balıklarının yaşadığı bölgelerde hava, bahar aylarında bile en fazla -5 derece sıcaklıktadır. Ancak bu, fokları hiç etkilemez. Çünkü, kürkleri ve vücutlarında depoladıkları yağlar üşümelerini önler. Foklar kalabalık sürüler halinde yaşarlar.
Nasıl olup da bu kalabalık sürünün içinde anne fok yavrusunu tanır? Diğer pek çok canlı gibi anne fok da, doğumdan sonra yavrusunu koklar, dokunur. Bu sayede yavrusunun kokusunu tanır ve onu başka yavrularla hiç karıştırmaz.
Yavrular bebek yağı denilen bir yağla kaplı olarak doğarlar. Küçük vücutları bu yağ sayesinde sürekli sıcak kalır. Memelilerden çok azının yavrusu fok yavruları kadar hızlı büyür. Üç hafta içinde yavru, ağırlığının üç hatta dört katına çıkar. Çünkü fokların sütü en iyi inek sütünden on iki defa daha yağlıdır ve dört kat daha fazla proteinlidir. Bu, yavrunun çok hızlı büyümesini sağlar. Anne fokun özel sütü bebek fokun vücudunda hemen koruyucu-yağlı bir tabakaya dönüşür.
Son derece aciz olan ve kendini koruması mümkün olmayan fok yavrularının her türlü ihtiyaçları anneleri tarafından karşılanır.
Allah yarattığı her varlığı en güzel şekilde rızıklandıran, her türlü ihtiyaçlarını eksiksiz olarak yaratandır:
Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut Suresi, 60)
Kutup ayılarının derilerinin altındaki 10 cm'lik yağ tabakası ısı yalıtımı sağlar. Böylece buzlu sularda saatte 10-11 km. hızla, 2000 km. uzağa kadar yüzerek gidebilirler. Bununla birlikte beyaz kutup ayılarının koku alma duyuları öylesine keskindir ki 1.5 m. kalınlığındaki kar tabakasının altında saklanan bir fok balığının kokusunu bile rahatça algılayabilirler. (Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı:211, Haziran 1985, s.25)
Kutup ayılarının yavruları genellikle kış ortasında doğarlar. Tüysüz doğan bu kör yavrular çok küçüktürler. Kışın soğuğunda yaşayabilmeleri için bir yuva gerekmektedir. Dişi kutup ayıları sadece hamile olduklarında ya da yavruları olduğunda yuva yaparlar. Kar yığınlarının altındaki yuvalar, 2 metre uzunluğundaki bir tünelle, yaklaşık yarım metre çaplı yuvarlak bir alandan oluşur.
Bu yuvaların genellikle birden fazla odası vardır ve kutup ayıları bu odaları yuvanın girişinden daha yüksek seviyede hazırlarlar. Böylece odalardaki sıcak havanın girişten dışarı çıkması engellenmiş olur. Ayrıca kutup ayısı yuvanın girişinde her zaman hava girecek kadar dar bir kanalı açık bırakır. ( Thor Larsen, Polar Bear:Lonely Nomad of the North, National Geographic, Nisan 1971, s.574)
Anne ayı barınağının tavanını kimi zaman 75 cm'den başlamak üzere 2 m'ye kadar varan bir kalınlıkta inşa eder. Bu özel tasarım sayesinde yuvadaki mevcut ısı korunmuş olur. (International Wildlife, November- December 94, s.15)
Araştırmacılar bu yuvalardan birinin tavanına bir cihaz yerleştirerek ısıyı ölçmüş ve hayli ilginç bir durumla karşılaşmıştır. Dışarıdaki ısı -30 dereceye kadar düşerken, yuva içindeki ısı 2 ya da 3 derecenin altına hiç düşmemiştir.
Kutup ayısının böyle bir yuva yapmayı ve yuvadaki ısıyı korumak için çeşitli önlemler almayı kendiliğinden düşünmesi elbette ki imkansızdır. Bütün bunları kutup ayısına öğreten herşeyi bilen üstün güç sahibi Allah'tır. Kuran'da, Allah'ın canlılar üzerindeki hakimiyeti şöyle açıklanır:
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)
Anne penguen yumurtladıktan kısa bir süre sonra kış bastırır. Bunun üzerine anne penguenler, yumurtaları erkek penguenlere bırakarak besin aramak için denize dönerler. Baba penguen yumurtayı donmaktan korumak için ayaklarının üstünde taşır. Kalın tüyleri yumurtayı soğuktan koruyacaktır.
Bu çok zorlu bir dönemdir. Çünkü erkek penguenler yerlerinden kıpırdayamadıkları için beslenemezler.
Bahar aylarında minik penguen yavruları dünyaya gelir. Onları soğuktan koruyacak yağ tabakaları henüz oluşmadığı için hala babalarının ayaklarının üzerindedirler. Yavrunun ilk besini, babasının onun için kursağında sakladığı süttür. Baba penguen dört ay boyunca aç kaldığı halde olağanüstü bir fedakarlıkta bulunmuş, kursağındaki besini yemeyerek yavrusu için saklamıştır. Tam bu dönemde anne penguenler açık denizden kıyıya dönerler. Onlar da bu dört ay boyunca boş durmamış, sürekli avlanarak yumurtadan çıkacak yavru için kursaklarında besin depolamışlardır. Anne penguenler gelir gelmez, dört aydır aç bekleyen baba penguenler avlanmak için denize dönerler.
Evrim teorisini savunanlar, bir penguenin dört ay boyunca yavrusu için açlığa ve soğuğa dayanmasını hiçbir şekilde açıklayamazlar. Bu canlılara böylesine büyük bir fedakarlığı yaptıran kimdir? Ayaklarının üstünde 4 ay boyunca yavrusunu taşıtan kimdir? Üstelik bütün penguenlerin aynı fedakarlığı göstermesini onlara ilham eden kimdir? Bu soruların tek bir cevabı vardır. Penguenleri Allah yaratmıştır. Yavruları için yaptıkları benzersiz fedakarlıkları bütün penguenlere Allah öğretir.
Misk öküzleri Alaska, Kanada'nın kuzeyi ve Grönland Adasında yaşarlar. Dişiler her Mayıs'ta bir yavru doğururlar ve yavru doğumdan bir saat sonra ayağa kalkıp annesini izlemeye başlayabilir.
Misk öküzleri bir düşmanla karşılaştıklarında yüzlerini düşmana doğru dönerler ve bir daire oluşturarak yavruları bu dairenin içine alırlar. Her biri 350-400 kg ağırlığındaki yetişkin misk öküzleri omuz omuza vererek yavruları ile düşmanları arasında adeta bir siper oluştururlar. Bu, yavrular için kesin bir korumadır. Daireyi oluşturan bireylerin her biri düşmana saldırıp geri dönerler ve dairenin bozulmaması için çalışırlar. Doğanın sadece acımasızlıklarla, saldırganlıkla dolu olduğunu iddia eden evrim teorisi, misk öküzlerinin sergiledikleri bu fedakarca davranışa bir açıklama getiremez. Bu son derece özverili davranışın tek açıklaması vardır: Tüm canlılara bu gibi fedakar davranışları, benzersiz koruma yöntemlerini ilham eden herşeyin sahibi olan, üstün güç sahibi Rabbimiz Allah'tır.
Yeni doğmuş bir kanguru yavrusu ilk anlarda bir fasulye tanesinden daha büyük değildir ve bacakları henüz gelişmeye başlamıştır. Ayrıca kanguru yavruları ilk doğduklarında kördürler. Çünkü memeli yavrularının tümünün anne karnında geçirdikleri bir dönemde dünyaya gelen yavrular tam olarak gelişmemiştir. Bu nedenle yavru kangurular için annelerinin vücudunda hazırlanmış olan tüylü kese çok önemli bir korunma yeridir. Bu kese yavru büyüdükçe genişleyecektir. Kesenin girişinde yavrunun fırlamasını engelleyen özel kaslar vardır; bu kaslar, anne kanguru suya girdiğinde de içeriye suyun dolmasını engelleyecektir. (Creation, vol.20, n.3, June-August 1998, s. 29)
Kanguruların sütü de yavruların tam ihtiyacı olan özelliklerdedir. Yavrunun büyümesiyle birlikte sütün içindeki maddeler değişir. Sütün bileşimindeki yağ ve diğer bileşikler yavrunun büyümesine paralel olarak zamanla değişir.
İlk yavru bu besleyici sütü emmeye devam ederken hemen ardından doğan ikinci yavru için, hazmı kolay olan süt verilmeye başlanır. Üçüncü yavru dünyaya geldiğinde ise, farklı nitelikte üretilen sütlerin sayısı üçe çıkar. Her yavru kendine hazırlanan sütü kolaylıkla bulur, hiç karışıklık olmaz. Bu beslenme sisteminin özel bir yaratılışın eseri olduğu çok açıktır. Anne kangurunun bu işi bilinçli olarak düzenleme imkanı yoktur.
Bir hayvan, nasıl olur da, farklı büyüklüklerdeki yavruların ihtiyacı olan sütlerin bileşimini hesaplar? Hesaplasa bile, bunu nasıl kendi vücudunda üretebilir? Bu üç ayrı sütü, üç ayrı kanaldan nasıl verebilir?
Kuşkusuz kanguru bunların hiçbirini kendisi yapmamaktadır; onun, vücudundan çıkan sütün üç ayrı türü olduğundan haberi bile yoktur. Bu, olağanüstü işlem, kangurunun yaratılışındaki ihtişamdan kaynaklanmaktadır:
... O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)
Rakun yavruları altı aylık olduklarında ölü ağaçlara kurulmuş olan yuvalarından anneleriyle birlikte keşfe çıkarlar. Annelerinden aldıkları talimatlarla hareket ederek, zaman içinde becerikli birer avcı olurlar.
Allah'ın ilhamıyla hareket eden anne rakun yavrusunu sürekli koruyup gözetmektedir. Rakunlar da diğer bütün canlılar gibi Allah'ın koruması altındadırlar.
Geyik yavruları diğer birçok canlının yavrularına oranla güçsüzdürler. Doğumdan sonra hemen ayağa kalkabilirler ancak çok daha sonra yürüyebilirler. Peki bu canlılar düşmanlarından nasıl korunurlar?
Gizlenme, annesi gibi hızlı koşabilene kadar yavru geyiklerin en iyi savunmasıdır. Vücutlarının rengi ve desenleri sayesinde bulundukları ortamda adeta görünmez hale gelirler. Anne geyik, ormanlık bölgenin çalılıkları içinde benekli yavru geyiği gizler. Yavru geyiğin kırmızımsı kahverengi postunun üzerindeki beyaz benekler güneş ışığıyla karışır; ayrıca annesi uzakta olduğunda yavru geyik hareketsiz uzanarak bekler. Anne geyik de genel olarak yavrunun yakınlarında bir yerlerdedir fakat dikkati yavrunun üzerine çekmemek için kısa ziyaretler dışında yanına çok fazla yaklaşmaz. (Russell Freedman, How Animals Defend Their Young, s.47-48)
Yavru geyik gizlenerek korunması gerektiğini nasıl bilmektedir? Derisinin renklerinin, bulunduğu yerdeki otlarla uyumlu olduğunu ve hareketsiz kaldığında düşmanlarının kendisini göremeyeceğini nereden bilmektedir?
Elbette ki bunları yavrunun kendiliğinden bilmesine olanak yoktur. Bunları ona, her canlıyı koruyan, hepsinin ihtiyaçlarını bilen Yüce Allah ilham etmektedir:
Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. O, yücedir, büyüktür. (Şura Suresi, 4)
Dağ keçilerinin yavruları doğduktan kısa bir zaman sonra anneleriyle birlikte hareket etmek zorundadırlar. Aksi takdirde savunmasız kalırlar. Herşeyi kusursuz yaratan Allah dağ keçilerinin yavrularına da ihtiyaçları olan bütün özellikleri vermiştir.
Keçi yavruları doğduklarında hem görebilir hem de işitebilirler. Ayrıca onları soğuktan koruyacak olan tüyleri de yeterince uzundur. Bunlar, doğar doğmaz anneleriyle birlikte dik yamaçlarda hareket etmeye başlayan dağ keçisi yavruları için çok önemli özelliklerdir. (National Geographic Society, How Animals Care for Their Babies, s.8)
Hayvanlardaki Mucizevi Güzellikler 3/4
Doğadaki en vahşi canlılardan biri olan kurtlarda, yetişkinlerin ortak görevi yavruları savunmaktır. Bir kurt sürüsü bir erkek, bir dişi, yeni doğan yavrular ve kimi zaman da bir veya iki genç kurttan oluşur. Sürüdeki dişiler kendi aralarında yardımlaşırlar. Bazen sürüdeki dişilerden biri bebek kurtlara bakıcılık yapmak için gece boyunca yuvada kalır. Bu sayede yavruların annesi avlanmaya gidebilir.
Kurtlar arasındaki bu yardımlaşma; canlılar arasındaki fedakarlığın boyutlarını göstermektedir. Ve canlıların bencil olduğunu iddia eden evrim teorisi savunucularına bir cevap niteliğindedir.
Sinek kuşlarının yaptıkları yuva, bir golf topunun ancak yarısı kadar büyüklüktedir. Yuvanın en dikkat çekici özelliği yavrular büyüdükçe bu yuvaların da otomatik olarak büyümesidir. Çünkü yuvanın malzemesi olan ağaç kabukları, yosun veya bitki sapları, son derece sağlam ve esnek olan örümcek ağları ile birbirine bağlanmıştır. Bir kuşun yuva yapımı için böyle kullanışlı bir malzeme seçmiş olması elbette ki üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Yeryüzündeki bütün canlılar gibi Allah'ın ilhamıyla hareket eden sinek kuşları da son derece akılcı bir taktikle yavrularının konforunu sağlamış olurlar.
Yavrular, yumurtadan çıktıklarında kör ve tüysüzdürler. Anne kuş yavruların herşeyiyle ilgilenir. Öyle ki yuvadan uçtuklarında bile yine de onları takip eder ve kendi kendilerine beslenebilene kadar kontrolü altında tutar. Sinek kuşuna son derece akılcı bir taktikle esneyip genişleyebilen yuva yapmayı ve yavrularına karşı duyduğu sorumluluk duygusunu ilham eden tüm canlıları koruyup gözeten Rabbimiz'dir.
Topluca bir adada yuvalar kuran deniz kırlangıçlarının yumurtaları tam olarak güvenlikte değildir. Çünkü ada kanatlı hırsızlar için kolay ulaşılabilir bir yerdir. Komşularıyla yanyana yuva kurmaları onlara havadan gelecek bir tehlikeye karşı koruma sağlar. Bir yerde herkesten ayrı olarak durmak tüm dikkatin sizin üzerinizde toplanmasını sağlar fakat kalabalık bir grubun içerisinde bulunmak demek yakalanma ihtimalinizin daha az olması demektir. Kuşlar bunu bilirmişçesine hareket ederler. Ayrıca komşu kuşlar saldırganı geri püskürtme konusunda da yardımcı olurlar. Allah her canlıyı koruyup gözetendir. (David Attenborough, Life of Birds, s.221)
Albatroslar deniz kuşlarının en büyüğüdür. Kanatlarının genişliği diğer kuşlar arasında en geniş ölçü olan 3.5 metreye ulaşır. Bu kuşların bir özelliği de yumurtalarını ve yavrularını koruyabilmek için son derece özenli yuvalar kurmalarıdır. Üreme zamanlarında koloniler halinde toplanırlar. Dişiler gelmeden haftalar önce, erkekler gelip burada daha önceden bulunan yuvaları tamir ederler.
Albatroslar, özenle hazırlanan yuva içerisindeki yumurtaların üzerinde yaklaşık 50 gün boyunca hiç kımıldamadan dururlar. Birçok canlı türü gibi albatroslar da yavruları için çok büyük fedakarlıklar yapmaktadırlar. Bu canlılara yavrularının rahatını düşünmeyi, onları beslemeleri, korumaları gerektiğini öğreten Yüce Allah'tır. Allah yarattığı her canlıyı koruyan gözetendir.
Gelişmekte olan bir civcivin gereksinim duyduğu besin ve su yumurtada mevcuttur. Yumurtanın sarısı, protein, yağ, vitamin ve mineraller içerirken, akı da bir su deposu işlevini görür. Ayrıca civcivin oksijen almaya ve karbondioksitini dışarı atmaya, bir ısı kaynağına, kemiklerinin gelişmesi için kalsiyuma, suyunun korunmasına, bakterilerin bulaşmasını engelleyecek ve mekanik darbelere karşı koruyacak bir sisteme gereksinimi vardır. Tüm bunları da yumurtanın kabuğu karşılar.
Civciv, kabuk zarlarının iç yüzeyinde bulunan bol damarlı bir katman aracılığıyla oksijen alır ve karbondioksitini atar. Gaz alıp verme, erişkin hayvanlarda olduğu gibi akciğerlerle değil, kabuktaki küçük gözenekler yoluyla olur.
Bir yumurta kabuğunun, gaz, su ve ısı işlemini düzenlemesi gerektiği kadar sağlam da olması gerekir. Kabuk, gelişmekte olan civcivi dış darbelere karşı koruyacak ve kuluçkaya yatan annenin ağırlığını kaldırabilecek kadar dayanıklı olmalıdır.
Bütün bu özellikler yumurtada eksiksiz olarak mevcuttur. Gökten yere her işi kontrolü altında tutan Allah kusursuz yaratmasını bu gibi örneklerle bize tanıtır.
Ördek gibi su kuşları havayı vücutlarının içinde taşırlar. Bu, suyun üstünde kalmalarını sağlayan sebeplerden biridir. Ördeklerin vücudunda küçük balonlara benzeyen hava kesecikleri vardır. Bu kesecikler havayla dolduklarında ördeğin suyun içinde kalabilmesine yardımcı olurlar.
Ördek dalmak istediğinde ise hava keseciklerindeki havayı dışarıya pompalar. Vücudunun içinde daha az hava kaldığı için kolaylıkla suyun içine batar.
Ördekler uçarken saatte 50 km.'nin üzerine çıkabilirler. Ayrıca yırtıcı hayvanlara yem olmamak için de uçarlarken sürekli rotalarını değiştirirler. Suya dalmaları gerektiğinde bunu o kadar hızlı bir şekilde yaparlar ki avcılar için çok zor bir hedef olurlar. (National Geographic, Kasım 1984, s.581)
Su kuşlarından olan dalgıç kuşlarının yavruları su üstündeyken annelerinin sırtında yolculuk yaparlar. Anne kuş yavrularının düşmelerini engellemek için kanatlarını hafifçe yana doğru açar ve yavrularını, başını yana doğru uzatarak besler. Anne veya baba ilk olarak ya suyun üzerinden topladıkları ya da göğüslerinden kopardıkları tüyleri yavrularına yedirirler. Her yavru oldukça fazla miktarda tüy yutar. Bunların hazmı güçtür ancak yine de yavrular için çok değerlidirler. Ne var ki bu ilk ikram aslında bir yiyecek değildir.
Yavruların yedikleri bu tüyler sindirilemez ve yavrunun midesinde birikir. Dalgıç kuşlarının bu ilginç davranışlarının çok önemli bir sebebi vardır. Balıkların kılçıkları veya diğer besinlerin sindirilemeyen kısımları da burada birikir ve böylece bu maddelerin yavrunun midesinin ve bağırsaklarının hassas duvarlarını zedelemesi engellenmiş olur.
Kuşların bu tüy yeme alışkanlıkları ömürleri boyunca sürecektir. (David Attenborough, Life of Birds, s. 256) Yavruların hayatta kalabilmesi için bu tedbir çok önemlidir.
Dalgıç kuşları da dahil olmak üzere, doğadaki her canlı, sahip oldukları özellikleriyle bizlere bir Yaratıcının var olduğunu ispatlar. Herşeye gücü yeten O üstün ve sonsuz güç sahibi Yaratıcı, Allah'tır. Her canlı kendisini yaratan Allah'ın takdir ettiği şekilde hareket eder.
Ünlü biyolog Prof. Jeffrey P. Schloss hayvanların fedakar davranışlarının Darwinizm'le olan çelişkisinden şöyle bahsetmektedir:
Turna kuşlarının yavruları çok iyi birer yüzücüdürler öyle ki yumurtadan çıktıktan birkaç saat sonra yuvadan ayrılıp ebeveynlerini izleyebilirler. Yavrular ve ebeveynleri arasında bir tür iletişim sesi vardır. Yetişkinlerinki yumuşak mırıltılı bir sesken yavruların sesi yüksek perdededir. Yavrular tehlikede ya da bir sıkıntı içinde olduklarında yüksek ve daha tiz bir ses çıkarırlar, ebeveynler de bunlara hemen tepki verirler.
Üreme sezonunda ebeveynler karada olur, yavrularını yetiştirecekleri bölgeyi her ikisi de korurlar. Dişi yumurtaları bırakınca her iki ebeveyn de gün içinde sırayla kuluçkaya yatarlar, ama kuluçka döneminin sonuna doğru bu değişim daha sık olur. Böylece her iki kuş da beslenip, hareket edebilir.
Yumurtadan çıkma zamanı yavruların beslenecekleri böceklerin ortaya çıkma zamanı ile aynıdır. Bu zamanlama turnalar için çok önemlidir, çünkü kış gelmeden önce göç etmeleri gerekmektedir. Bunun içinse yavruların büyüyüp gelişmesi ve güç kazanması şarttır.
Turnaların yaşamındaki bunlara benzer bütün detaylar üstün güç sahibi bir yaratıcı olan Allah'ın eseridir.
Kuğu yavruları yumurtadan çıktıklarında çok çirkindirler. Kahverengi ya da krem rengindedirler. Kısa boyunlu ve sık tüylerle kaplı olarak yumurtadan çıkan yavrular birkaç saat içinde koşabilecek ve yüzebilecek duruma gelirler. Anne ve babaları yavrularına birkaç ay boyunca özenle bakarlar. Sonunda küçük yavru muhteşem görünümlü bir kuğuya dönüşür.
Kuğuların Trumpeter türü, gelişmekte olan yumurtalarının sıcak kalmalarını sağlamak için, yumurtaların üzerine otururlar. Sadece zaman zaman ayağa kalkarak yumurtaları çevirirler. Böylece ısının her yere eşit dağılmasını sağlamış olurlar. Kuşkusuz ki yumurtalarının nasıl bir bakıma ihtiyaçları olacağını kuğulara ilham eden Allah'tır. (Nat. Geo. Society, How Animals Care for Their Babies, s.6)
Çok iyi birer dalıcı olan sümsük kuşları zamanlarını büyük ölçüde denizlerde geçirir, kıyılarda ya da adalarda koloniler halinde ürerler. Kolonideki yuvalar deniz yosunları ve çamurdan yapılmıştır. Kuzey yarı kürede yaşayan sümsük kuşları bir, Güney yarı kürede yaşayanlarsa iki tane yumurta bırakırlar. İki aylık olduklarında erişkinler tarafından yalnız bırakılan yavrular av bulmaya çıkar ve çoğu kez yuvalarından çıktıklarında hemen uçmaya başlarlar. (Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 6, s. 204)
Tayland ormanlarında yaşayan yavru leylekler son derece dikkat çekici bir yöntemle sıcaktan korunurlar. Anne ve babaları gagalarında getirdikleri suyu henüz tüyleri çıkmamış yavrularının üzerine boşaltır. Bu soğuk duş yavruları biraz olsun rahatlatır, ama bu yeterli değildir. Yavruların gölgeye de ihtiyaçları vardır.
Bu ihtiyaçlarını ise yine fedakar anne ve babaları karşılar. Kanatlarını açıp kızgın güneşe kendilerini siper ederek yavrularını sıcaktan korurlar.
Leylekler, yavrularına gösterdikleri özen, bağlılık ve fedakarlıkla yeryüzünün örnek anne babalarından biridir. Doğayı inceledikçe, hep aynı gerçekle karşılaşırız: Tüm canlıları Allah yaratmıştır ve her canlı, sahip olduğu mükemmel özelliklerle yaratılışın birer delilidir. Tüm bu muhteşem yaratılışın sahibi, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Akıl sahibi insanlara düşen ise, Allah'ın yaratması üzerinde düşünmek ve Rabbimiz'i övüp yüceltmektir.
Afrika kıtasındaki sıcaklık kimi zaman canlılar için öldürücü olabilir. Bu nedenle birçok canlı bu öldürücü ışınlardan korunmak için kendisine gölgelik mekanlar arar. Güney Afrika devekuşu ise kendinden çok yumurtalarını ve yavrularını düşünerek onları güneş ışığından korur. Bunun için onların üzerinde durur ve sık sık geniş kanatlarını açarak güneş ışığının yumurtalarına ve yavrularına gelmesini önler. Ancak dikkat edilirse, bu hayvan güneşin ışınlarına, "kendi vücudunu" maruz bırakmaktadır. Bu fedakarca davranışın nedeni devekuşunun da diğer bütün canlılar gibi Allah'ın ilhamıyla hareket ediyor olmasıdır. Devekuşu Allah'ın koruma ve şefkat duyguları ilham ettiği canlılardan yalnızca biridir:
… Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 83)
Hayvanlardaki Mucizevi Güzellikler 4/4
Yunusların yavruları üzerindeki koruması doğumla birlikte başlar. Doğumdan hemen önce, anne yunusun hareketleri ağırlaşır. Bu nedenle doğum anında ona yardım eden dişi yunuslar vardır. Yardımcı yunuslar, doğumdan önce bir zarar gelmemesi için anne yunusun iki yanında yüzer, yavru çıkmasya gelince onun su üstüne çıkmasını ve nefes almasını sağlarlar.
İlk iki hafta yavru annesinin yanından hiç ayrılmaz. Küçük yunus doğduktan kısa bir süre sonra yüzmeyi başarır ve bu süre zarfında da yavaş yavaş annesinden uzaklaşmaya başlar. Ancak yeni doğum yapmış olan anne yunus, yavrunun hızlı ve atak hareketlerine ayak uyduramayacağı ve onu yeterince koruyup gözetemeyeceği için bu durumda yine devreye yardımcı dişi yunus girer ve yavruya mükemmel bir koruma oluşturur. (Hayvanlar Ansiklopedisi, (Memeliler), s.29)
Canlıların kendi çıkarlarını gözetmeyen davranışları Darwinizm'e açıkça meydan okur. Çünkü evrimcilere göre bu davranışların -örneğin bir hayvanın başka birine yardım etmesinin- canlının hayatta kalabilmesine bir faydası yoktur. Hatta tam tersine fedakarlık yapan hayvan açısından kimi zaman hayati risk taşımaktadır.
Bu tarz fedakarlıklara bir örnek olarak yiyeceğinin yarısını, sindirilmiş şekilde yavrusunun ağzına geri çıkaran anneleri verebiliriz. Bu konudaki bir diğer örnek ise yaralanmış olan arkadaşlarına yardım eden yunuslardır. Bu yunuslar kaçmak yerine kendi hayatta kalma imkanlarını kayda değer bir şekilde azaltan fedakar bir davranış sergilemektedirler. (Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Abacus, London, 1984, s. 224)
Yunuslar, yavrularını tehdit eden köpek balıklarından kurtulmak için grup olarak harekete geçerler. Yunuslardan biri veya ikisi köpek balığının dikkatini çekmek için dışarıdan yüzer. Köpek balığı bu tuzağı izlemek için döndüğünde, diğer yunuslar diğer tarafa doğru hareket eder ve kuvvetle saldırırlar, biri diğerinin arkasından hızla hücum ederek, burunlarını köpek balığının yanlarına hızla çarparlar. Bu, köpek balıkları için oldukça caydırıcı bir yöntemdir, hatta kimi zaman yunusların bu şekilde köpek balıklarını öldürdükleri bile olur. (Russell Freedman, How Animals Defend Their Young, s. 67)
Deniz atları sıcak okyanus kıyılarında rahat saklanabilecekleri yosun, mercan ya da süngerlerin arasında yaşarlar. Sert ve kalın derileri, düşmanlarına karşı zırh görevi yaparken, aynı anda birçok yöne bakabilen gözleri de avları için büyük bir tehlike oluşturur. Erkek deniz atları, dişi kangurulardakine benzer bir keseye sahiptir. Çiftleşme zamanında dişi deniz atı bu keseye çok sayıda yumurta bırakır. Yumurtalar, 1,5 ay boyunca kesede kalır. Erkek deniz atı gelişip minik birer deniz atı olana kadar kesesinin içindeki bir sıvı ile yumurtalarını besler ve kuluçka kesesinin iç dokusunda bulunan kılcal damarlar aracılığıyla onlara oksijen sağlar. (A.Vincent, The Improbable Seahorse, National Geographic, Ekim 1994)
Su kaplumbağaları üreme vakitleri geldiğinde sahile akın ederler. Ancak bu sahil herhangi bir sahil değil, kendi doğdukları sahildir. Doğum yerlerine dönebilmek için zaman zaman, 800 kilometrelik bir yol katetmek zorunda kalırlar. Bu yolun sonunda da, yumurtalarını, sahilde kumların altına gömerler. Peki neden hepsi aynı vakitte, aynı sahile toplanırlar? Acaba aynı işlemi, ayrı ayrı zamanlarda, ayrı ayrı sahillerde yapsalar, yavrular hayatta kalabilir miydi?
Bu konuyu araştıranlar son derece dikkat çekici bir durumla karşılaşmışlardır. Yumurtadan çıkan ortalama 31 gramlık minicik yavrular, üzerlerindeki toprak tabakasını tek başlarına kazamazlar. Ama hep birlikte, birbirlerine yardım ederek bu işi kolaylıkla başarırlar. Birkaç gün içinde hep birlikte kumun yüzeyine çıkarak denize doğru koşarlar.
Yeni dünyaya gelmiş bu yavrular, toprağı kazarak yukarı doğru ilerlemeleri gerektiğini nereden bilirler? Hiç görmedikleri halde denize yönelmeleri gerektiğini onlara kim öğretmiştir? Bu minik canlıların bunları kendi akıllarıyla yapması mümkün değildir. O halde bu bilinçli davranışlar nasıl ortaya çıkar? Bu sorunun tek bir cevabı vardır: Bu bilinçli davranışları su kaplumbağalarına Allah ilham etmiştir.
Meerkat isimli canlılar topluluk halinde yaşarlar. Aralarında örnek bir dayanışma vardır ve bu onlar için hayati önem taşır; çünkü yaşadıkları bölge birçok tehlikeyle doludur. Meerkatler her sabah önce güvenlik kontrolü yapar ve sonra yiyecek bulmak üzere araziye dağılırlar.
Bu toplulukta her bireyin farklı bir görevi vardır. Örneğin bazı meerkatler diğerlerinin güvenliği için nöbet tutarlar. Kızgın güneşin altında saatlerce hiçbir şey yemeden ve içmeden beklerler. Nöbetçi, bir tehlikeyle karşılaşınca alarm vererek arkadaşlarını uyarır. Bunu duyan diğer meerkatler, yuvalarına koşup saklanırlar.
Grubun en büyük sorumluluğu ise, yavruları korumak ve yetiştirmektir. Genç dişiler yavrulara bakmakla görevlidirler. Her gün bir meerkat yuvada kalarak yavrulara bakar. Sürü içindeki yardımlaşma ve işbirliği yavruların güvende olmalarını sağlar.
Meerkatler arasındaki dayanışma ve fedakarlık, Allah'ın bu canlılara öğrettiği davranışlardır.
Bir antilop yavrusunun doğması beş-on dakika sürer. Anne bu süre içinde güçlükle hareket eder ve düşmanlarına karşı savunmasızdır. Ancak dişi antilop doğum esnasında yalnız değildir. O sırada yanında sürüdeki bir başka dişi ona yardım etmek ve korumak için hazır bulunmaktadır.
Yavrunun doğduğu ilk andan itibaren kaybedecek vakti yoktur. Annesi hemen onu burnuyla iterek harekete geçirir. Yavru birkaç adım koşar ancak bacakları çok güçsüz olduğu için yere düşer. Tekrar ayağa kalkar ve birkaç adım daha koşar. 15 dakika içinde annesinin yanında dörtnala koşuyor duruma gelmiştir. Yavru antilop her zaman annesiyle birlikte hareket eder, onun yanından hiç ayrılmaz çünkü annesinden ayrılacak olursa, aç kalacak veya yırtıcı hayvanlar tarafından öldürülecektir.
Doğadaki herşey sonsuz ilim ve kudret sahibi Allah'ın eseridir. Antilop yavrusunu çok kısa bir zaman içinde annesiyle birlikte koşacak güce sahip olacak şekilde yaratan Allah üstün kudret, şefkat, merhamet, akıl, ilim ve hikmet sahibidir.
Anne gergedan kendi kilosunun yalnızca %4'ü ağırlığında küçük bir yavru dünyaya getirir. Doğumdan sonraki 1 saat içinde yavru gergedan küçük zırhlı bedenini ayağa kaldırabilir hale gelir. Anne ve yavru birkaç hafta gözlerden uzak bir yerde birlikte kalırlar ve bu şekilde birbirlerinin kokularını tanımış olurlar.
Anne ve yavrusu, bir sonraki yavru doğuncaya kadar -yaklaşık 3 ila 5 yıl boyunca- sürekli birliktedirler. Yavru çoğunlukla annesini takip eder. 1-2 yaşında süt içmeyi bırakmasına rağmen annesinden ayrılmaz ve bir sonraki hamileliği boyunca da annesiyle birlikte hareket eder. Büyük bir sabırla yavrusuyla ilgilenen anne gergedana bu koruma içgüdüsünü veren Yüce Allah'tır. (Janine M. Benyus, The Secret Language and Remarkable Behaviour Animals, s.186)
Bu aile birbirine çok bağlı üyelerden oluşur. Anne çita ve yavruları… Anne çita yavrularını yetiştirdiği dönem boyunca çok büyük fedakarlıklarda bulunur. Onları besleyebilmek için çoğu zaman aç kalır ve kilosunun yaklaşık olarak yarısını kaybeder. Hatta gerekirse kendi hayatını yavruları için feda eder. Örneğin bir aslan yavrular için büyük bir tehlikedir. Anne çita hiç düşünmeden kendini aslanın önüne atar. Hayatını tehlikeye atarak aslanın dikkatini kendine çeker ve yavrularına kaçmaları için zaman kazandırır. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir davranıştır.
Eğer bu hayvan evrim teorisini savunanların iddia ettikleri gibi, tesadüfen var olmuş ve yalnızca hayatta kalmayı düşünen bencil bir yaratık olsaydı, ondan yapması beklenen, yavrularını bırakıp kaçması olurdu. Ancak çita bunu yapmaz. Kendini aslanın önüne atar ve gerekirse yaşamını feda eder. Şüphesiz anne çitaya bu örnek fedakarlık duygusunu veren Allah'tır.
Sincaplar yavrularını sarkık göbeklerinden dişleriyle kaldırırlar. Anne sincap, yuvası bozulduğunda yavrularını oldukça uzak bir mesafe de olsa hiç üşenmeden taşır. Her defasında bir yavrusunu taşır ve hepsinin güvenle taşındığına ikna olana kadar eski yuvasına geri dönüp, bakar.
|